Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kadir Şengün’ün ardından: Bir çeyrek sucuk hikayesi! (1)

Acı haberi  meslektaşım  Yusuf Yalkın verdi,  (Kadir Şengün ölmüş, üstelik öldüğü günler sonra farkedilmiş!)  donup kaldım.   Oysa Sıhhiye ’de birbirine yakın sokaklarda oturmuştuk, ağabeyim Mehmet Alev ’in Atatürk Lisesi nden arkadaşıydı, yıllarca pek çok gazetede birlikte çalışmıştık ama ben ailesinden hiçkimseyi tanımıyordum, tek bildiğim ayrıldığı eşinden olan kızı ve oğlunun Belçika’da yaşadıkları ve babalarına “ bizi öyle sık sık arama, biz iyiyiz ” deyip, irtibatı kestikleriydi. . -E, peki,  evinde günler önce yaşama veda eden, kimselerin artık yokluğundan haberdar olmadığı  ( hoş, varlığını da bilmezdi pek çokları ) Kadir’in ölümü ailesine nasıl haber verilecekti? Neyse ki “kaçınılmaz son” karşısında hemen harekete geçiliyor, yapılacaklar yapıldı, meslektaşımız bu sabah erken bir saatte, pek az kişinin katıldığı törenle toprağa verildi. Kadir artık yok! Oğlum Ali’nin düğünündeyiz Oysa yıllar içinde acı-tatlı neler neler yaşadık, ne sırla...

Anıt-Kabir’de atılan sloganlara komutan ne diyor?

Atatürk ’ü anma günlerinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan eğer Anıt-Kabir ’e gidiyorsa, oraya özel olarak taşınan gruplar, aynı zamanda AKP lideri olan Erdoğan için daima çılgınca haykırarak hatta ıslıklar çalarak derin bir sessizliğin hakim olduğu, saygıyı hak eden avluyu çınlatıyor.(*) -Nedir bu sloganın anlamı?   Bağırıp haykıranlar,  “ Atatürk, mezarından bile duysun,  bizim asıl liderimiz Erdoğan’dır ” mı demek istiyor? Türkiye Cumhuriyetinin kurucu lideri Mustafa Kemal’e, mezarının başında yapılan bu saygısızlık kuşkusuz herkesi yaralıyor, peki acaba bu sloganla kime mesaj veriliyor? Bu saygısızlık kime yarıyor? -Bilmem, ona siz karar verin. İşte bunları düşünürken, yıllar önce Bülent Ecevit ’in Başbakanlığı sırasında iki kez art arda Washington DC ’ye gidişini izlediğim günler aklımdan geçti .  Kanal D ’de çalıştığımız sırada kameraman arkadaşım Mustafa Güvenç ve Taşkın Ural ile birlikte DC’ye önceden gitmiş, başbakanın ziyaret edeceği önemli noktala...

Kötülük hep mi kazanır? Yaşar Kemal’e bu haset ve öfke nedendi?

Küçük bir tatil aralığında Mine Kırıkkanat ’ın “ Barut ”unu (*) elimden düşüremedim, bu kitap, gazeteciler için çok cazip ama, ülkede yaşayan herkesi yakından ilgilendiriyor. Dönem siyaseti, gazetecilik ve edebiyat çevrelerinin kulislerinde yaşananlar bir yana, aşk öyküleriyle okuyanı sürükleyen sayfaları bir bir çevirdikçe üzüldüm, şaşırdım, hatta kimi yerde aaa! Diyerek inanamadım,  kimi anlarda ise “ helal olsun kadına ” diye kendi kendime söylendim. Kırıkkanat’ın kendisinden 24 yaş büyük Çetin Altan ’la yaşadığı “ yakıcı-yıkıcı ” aşkı sonlandırma kararıydı bana bunu söyleten, hatta şu cümlesi: …Çetin Altan, aşık olduğu kadınların özgüvenini yavaş kemiren bir kadın düşmanıydı. Hamile kalan Kerime tarafından tuzağa düşürüldüğü gerçeği ya da sancısı, başına gelen hiçbir şeyden kendini sorumlu tutmayan bu adamın travması olmuş ve kadın düşkünlüğünü bir düşmanlığa dönüştürmüştü… (S 230) -İyi de, Çetin Altan’ı ölümünden sonra yerden yere vuran kitabıyla yazar,  oğullarını...

Lord Curzon mezarında ters döndü mü?

Heybeliada Günlüğü, Lozan konuşmaları… Bilsay Kuruç: “ Lord Curzon mezarında ters dönmüştür… İngiliz Kralı 8. Edward, Atatürk’ün ayağına geldi…” “ Ne şanslıyım ” diyorum kendi kendime. Kısa süre önce Lozan ’daydım, elimde İsmet İnönü’nün Hatıratı, Bilal Şimşir’in Lozan Günlüğü,  Türkiye Cumhuriyetinin “tapu senedi” sayılan antlaşmanın aylar boyu müzakere edilip sonunda imzalandığı adresleri karış karış  dolaştım, o günleri hayalimde canlandırmaya çalışıp durdum. İzlenimlerimi kaleme aldığım sırada, İsmet İnönü’nün torunu sevgili Gülsün Bilgehan’dan bir mesaj ulaştı,  -“ Heybeliada’da İnönü Evi Müzesi’nde, 102. Yılında Lozan Barış Konferansı ve Antlaşması konuşulacak… Etkinliğin baş konuşmacısı Prof Dr. Bilsay Kuruç... Bundan ala davet mi olur? Vapura atladığım gibi ulaştım Heybeliada’ya… Güzelim manolyalar, sarmaşıklar, adını sanını bilmediğim rengarenk çiçeklerle güllerin arasından geçip, hafif bir yokuşu tırmanıp, vardım İnönü Evi’ne… Sıcağa rağmen müze-ev hıncahınç dol...