Ana içeriğe atla

Kötülük hep mi kazanır? Yaşar Kemal’e bu haset ve öfke nedendi?



Küçük bir tatil aralığında Mine Kırıkkanat’ın “Barut”unu (*) elimden düşüremedim, bu kitap, gazeteciler için çok cazip ama, ülkede yaşayan herkesi yakından ilgilendiriyor. Dönem siyaseti, gazetecilik ve edebiyat çevrelerinin kulislerinde yaşananlar bir yana, aşk öyküleriyle okuyanı sürükleyen sayfaları bir bir çevirdikçe üzüldüm, şaşırdım, hatta kimi yerde aaa! Diyerek inanamadım,  kimi anlarda ise “helal olsun kadına” diye kendi kendime söylendim. Kırıkkanat’ın kendisinden 24 yaş büyük Çetin Altan’la yaşadığı “yakıcı-yıkıcı” aşkı sonlandırma kararıydı bana bunu söyleten, hatta şu cümlesi:



…Çetin Altan, aşık olduğu kadınların özgüvenini yavaş kemiren bir kadın düşmanıydı. Hamile kalan Kerime tarafından tuzağa düşürüldüğü gerçeği ya da sancısı, başına gelen hiçbir şeyden kendini sorumlu tutmayan bu adamın travması olmuş ve kadın düşkünlüğünü bir düşmanlığa dönüştürmüştü… (S 230)


-İyi de, Çetin Altan’ı ölümünden sonra yerden yere vuran kitabıyla yazar,  oğullarını niye kapsama almış?  Mehmet Altan’ı “tembelliği, yetersiz Fransızcası, başkalarının kaleme aldığı lisans-doktora tezleri, Fetö kaynaklarından beslenerek kurduğu gazete” sözleriyle niye örselemek istemiş? Diye de düşünmedim değil. 


Acaba intikam duygusu muydu bunları yazdıran? 


“…Çetin, oğlunun Taraf gazetesiyle yaptığı gibi vatan hainlerinden fon sağlayacak, para alacak  kadar rejim, rejim kurucusu  ve TSK düşmanı değildi. Hatta Amerikancı genelkurmayın yaptırdığı 12 Eylül Darbesini övecek, Kenan Evren’e övgüler düzecek kadar düşman değildi orduya… (S 188)

…Çetin Altan’ın küçük oğlu Mehmet Altan, ağabeyi kadar değilse de zar zor okuyan ve zaten Sant Joseph Fransız Lisesi’ne de babasının ünüyle girebilen başarısız bir öğrenciydi... (S 242)

Başarısız eğitim süreci ve acıklı yetersizlikteki Fransızcasıyla Fransa’dan asla yüksek öğrenim bursu falan alamazdı... (S 243)”


——Vatan Hainidir——-



Neyse işte, 500 liralık fiyat etiketiyle “el yakan!” kitapta en çok etkilenip, “yüreğimi yakan” anlatı ise Çetin Altan’ın saplantı haline getirdiği “Nobel hayali” uğruna, Türk edebiyatının en önemli kalemi Yaşar Kemal’i, yüzüne gülüp, överken, arkasından iş çevirip “vatan hainidir” diye 12 Eylül sürecinde sıkıyönetim komutanlarına ihbar edişi oldu:


“…Tam merdiven başında artık vedalaşmak üzere eller sıkılıyordu ki, Çetin Altan işaret parmağını kaldırıp salladı:’Yaşar Kemal’e dikkat edin, vatan hainidir! Nobel’i alabilmek içen Kürt milliyetçiliği yapıyor. Türkiye’nin başına iş açar. Devletin ne yapıp edip, Yaşar’ın Nobel’i almasına engel olması lazım. Orhan Erbuğ ve Necdet Üruğ, şaşkınlıkla sustular…”

(S 263)


-Peki Çetin Altan bu ihbarı niye yapmıştı? Aslında edebiyattaki konumu ile değil de, gazeteciliği, fıkra yazarlığı ile bilinip tanınan ve aslında döneminde çok sevilip değer verilen Altan’ı bir kaç romanı ile Nobel kazanacağına kimler inandırmıştı?


“…Menahem Begin’in kabinesi, Camp David Sözleşmesine (**)  gösterilen tepkiyi azaltabilmek için bir PR çalışması başlattı. Çeşitli ülkelerden kamuoyu önderlerini çağırıp, derdini anlatıyordu…Aralık ayında, Ortadoğu’da etkili olacağını düşündüğü Türkiye’den Çetin Altan’ı davet etti... (S 233)

…1978 sonundaki İsrail gezisinden sonra Çetin’e bir haller oldu. Zaten yüksek olan egosu tavan yaptı ve ‘Nobel’i ben almalıyım’ demeye başladı. Nobel’i ben almalıyım çıkışına önce bir anlam veremeyip, şaşırdım. Kızdırmamak için kontra da gidemedim… (S 237)

…Ama Nobel adaylığını çok kıskandığı ve İstanbul sıkıyönetim Komutanına  ‘Vatan Hainidir’ diye ihbar ettiği Yaşar Kemal’le çok dostmuş gibi sarmaş dolaş olunca; içimden, “ben bu adamı mı sevdim” diye düşündüm… (284)”



—Yaşar Kemal neden Nobel alamadı?——


Peki, gençlik yıllarımdan bu yana her sözcüğüne, hele de o Anavarza betimlemelerine delice hayranlık duyduğum, İnce Memed’ini her gittiğim yerde başucu kitabı yaptığım Yaşar Kemal neden Nobel alamadı? 1973 yılından bu yana Nobel’e aday gösterilen Yaşar Kemal,  ödülün 2006 yılında Orhan Pamuk’a verilmesiyle nasıl oldu da bu kulvarı bırakmak zorunda kaldı? Çetin Altan’ın ihbarı gerçekten Nobel Komitesini etkilemiş olabilir miydi?



Aslına bakarsanız Yaşar Kemal, Fransa’nın büyük Legion d’Honneur (***) nişanına değer bulunduğunda da kendi ülkesinde çekememezliğin ötesinde bir düşmanlıkla yüz yüze gelmişti. 

9 Mayıs 1984 günü Elysee Sarayında ödülü aldığı andan itibaren TBMM başta olmak üzere her yerde özellikle sağ kesimin “aydına, okuyana, yazana düşman!” siyasetçileri ile Kürtçülük karşıtları Yaşar Kemal’i yerden yere vurarak, bu büyük yazarın yıldızını söndürme yarışına girmişlerdi. 


Hatta TBMM’de Dışişleri Bakanlığı sözcüleri ısrarla yöneltilen sert eleştiriler karşısında, “Büyükelçimiz Elysee sarayındaki törene katılmadı” diyerek sözde vatansever-milliyetçi bir tutum sergilemişti. 


-Yaşar Kemal kendisiyle gurur duyması gereken bir toplum varken, neden bunca haset ve kıskançlıkla örülü “kötücül eleştiri” yağmuruna tutulmuştu? diye yıllarca hep düşündüm. 


Belki dönemin Cumhurbaşkanı Francois Mitterrand’ın 1915 olaylarıyla ilgili “Ermeni Soykırımı” sözünü ilk kullanan liderlerden biri oluşu etkili olmuştu. Belki o sıralarda İsveç’te yaşıyor oluşu etkendi, belki de İlber Ortaylı’nın şu sözü durumu özetliyordu:


-Yaşar Kemal artık Türkiye'de bulunmayan bir yazar tipi. Gözlemi çok önemlidir, onun 1940'lı yılları anlattığı ‘Bu Diyar Baştan Başa’ kitabı az okunuyor, nefis bir kitaptır, yeni bir baskısını bile görmüyorum. Türkler de okumayı bilmiyor Yaşar Kemal'i. Yaşar Kemal edebiyat, kültür yapıyor, bugünkü medyayı ve ucuz siyasi hareketleri tatmin edecek bir yazar değil, onlar için önceliği yok ve bu yüzden de Nobel alamadı.


Mine Kırıkkanat diyor ki;


-Cin lambadan çıktı. Üstelik bu daha başlangıç…


O halde ikinci kitabı Ateş’i merakla bekleyeceğim, şimdi biraz serinleme zamanı, deniz beni bekliyor!


(*)Barut-Mine G.Kırıkkanat- Kırmızıkedi Yayınevi

(**)https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Camp_David_S%C3%B6zle%C5%9Fmesi

(***)https://yasarkemalvakfi.org/oduller-nisanlar-fahri-unvanlar/



 










Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Külliye’ye içerden bakış: Erdoğan’a: “Sistem yürümedi, Türkiye’yi seçime götürmeli”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın  “Başdanışmanı” olarak Beştepe’de    7 yıl süreyle  görev yapan İlnur Çevik’le konuştuk. “ Bu sistem yürümedi ” diyen Çevik durumu, “Erdoğan’ın en kısa zamanda Türkiye’yi seçime götürüp sistemi rayına oturtması şart, eğer torunlarını şu kadarcık! bile seviyorsa bunu yapmalı, aksi halde eyvah! ” diye özetliyor.  DEM Parti ile yürütülen “çözüm süreci” için, ortada bir plan taslağı bulunmadığını savunan Çevik’e göre, her zamanki “Kervan Yolda Düzülür” mantığı yine ağır basıyor. …Acaba Külliye’de çalışma sistemi nasıl? Cumhurbaşkanı gündemini nasıl belirliyor? Yüksek İstişare Kurulu diye bir kurul var, orada ve  pek çok kişinin üye olarak yer aldığı diğer kurullarda neler görüşülüyor? Erdoğan, Atatürk ismini neden diline almak istemiyor?Beştepe’nin bodrumunda gerçekten tam teşekküllü bir hastane var mı?…  Gibi pek çok soru aklımı kurcalıyordu, “ İlnur Çevik nasılsa görevi bıraktı, artık belki konuşur ” diye düşün...

KONGRE TUFANI (1) Nazmi Bilgin: “32 yıl yetmedi”

Gazeteciler Cemiyetinde bir kongre geride bırakıldı, “ 32 yıl yetmedi, devam” diyen Başkan Nazmi Bilgi n yeniden seçildi.  Ancak başta OY’unu Beyaz Sayfa Kadro Hareketi için kullanan 295 değerli meslektaşımız olmak üzere aslında Cemiyetin yeni yönetim kuruluna ve  tüm üyelerine  olan sorumluluğumuz gereği, söylenecek çok şey var.  Bugünden itibaren bunları bir bir paylaşacağım:  1-32 (OTUZ İKİ) yıllık Başkan Nazmi Bilgin, benim bulunduğum her toplantıda “ Bu benim son dönemim, bir daha aday olmayacağım ” diyordu, Vakıf Senedi’nin mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine haykırarak, “ Ben bu Vakıf Kuruluncaya kadar başkanlığa aday olacağım ” demedi mi?  Gazeteciler Cemiyetinin her türlü menkul ve gayrimenkul varlığının, üyelikleri ölünceye kadar sürecek 16 kişilik mütevelli heyete geçmesinden muradı neydi acaba da başkanlık koltuğunu terk etmemekte bu kadar ısrarcı oldu? Bu durumu sizlerin yorumuna bırakıyorum.  2- Yüzlerce üyesi olan bir Gazet...

KONGRE TUFANI (2) Alo 198’e sormuş!

  Gazeteciler Cemiyetinde yaklaşan kongre için, adaylığım üzerinde ısrarlar yoğunlaşınca epey düşündüm: -Kırk yıl emek verdiğim gazetecilik mesleği bana artık bir örgüt sorumluluğu yüklemiyor muydu?  -Gazeteciler Cemiyetinde yürüttüğüm çalışma sırasında gözlemlediğim ciddi yanlışlar için çaba göstermek gerekmez miydi? -Biz başımızdakileri, “ koltuğa yirmi üç yıldır yapıştınız, denetimden kaçtınız, adaletsiz davrandınız ” diye eleştirirken, “ tam otuz iki yıldır başımızda durmakta ısrar eden, denetime, adalete, eşitliğe kapalı yol yürüyen ” yöneticilere ne diyecektik? Uzun uzun düşündükten sonra kararımı verdim ve adaylığımı açıkladım. İstifa ettiğim gün başkan beni telefonla arayıp, dedi ki: - Nursun ben zaten senin ayrılacağını tahmin ediyordum. Belki de adaylık düşünüyorsun, e tabii, demokratik hakkındır. Bu sözler kulağımda çınlarken, elimde “ Cemiyetin aday listesini talep eden dilekçemle ” yola çıktım, Üsküp Caddesi 35 numaradaki cemiyetin bahçesinden içeri ...