Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Paris günlüğü 4

Bugün içim dışım Maria Callas… (*) Öteden beri merak ettiğim, üzerine çok okuyup-sürekli dinlediğim, dünyayı sesiyle fetheden lirik soprano Maria Callas. Paris’te “Zaman Kapsülü” (**) ile yaşamını izleme fırsatı çıkınca kaçırır mıyım? Hemen biletimi aldım. -Pahalı mıydı? -22 Euro, yani 400 TL civarındaydı, ama değdi, gerçekten içimi dışımı Callas ile donattım. -E, zaten ayakkabını tamir edip yenisini alma külfetinden kurtulup epey tasarruf etmiştin, başkası olsa Paris’ten bir çift Dior ya da Loubutin almaz mıydı? -Güldürme beni…12 bin TL gibi bir rakamdan söz ediyorsun. O sivri topukların üstünde leylek gibi sekerek yürüyeyim öyle mi? -Canım spor ayakkabıları da var -Aynı delice rakamlara… Beni şimdi meşgul etme Callas günümü anlatıyordum… “Zaman Kapsülü”ne girmeden önce Maria Callas’ın yıllarını geçirdiği evi görmek için yollara düştüm. Georges Mandel caddesine en yakın metro durağı Rue de la Pompe, 9 nolu hat oradan geçiyor, durakta inip yukarı çıkıyorum. Ohhh, beni hari...

Paris günlüğü 3

“Bugün biraz erken çıkayım da yol alayım” dedim ama şanssızlık işte, yanımdaki “tek ayakkabım!” izin vermedi, üst bandı kopmasın mı? -E, ne yapacağım şimdi? Yürümek mümkün değil, bir bant bulsam da yapıştırsam mı acaba? Olmaz ki, tutmaz, belki dikilebilir, ama o kalın bandı dikmek kolay mı? Ancak yorgan iğnesiyle mümkün, keşke bulabilsem ama “bu devirde hangi Parisli Hanım yorgan kaplayacak?”  -Hay aksi, Ayşegül’ün ayakkabıları da bana olmaz ki… Uzatmayayım, daldım arkadaşımın gardrobuna (işine çok erken gidiyor! iznini bile alamadım) dikiş kutusunu buldum, yuppiiii, içinde yorgan iğnesi bile var! Ayakkabımı tam 1 saatte tamir etmeyi başardım, yola çıktım, istikamet; Sevre’deki Saint Cloud Bahçeleri. (*) -Aa, meşhur bahçeler… Hani Marie Antoinette’in gül bahçesi de oradaymış, gülü ve menekşeyi  çok severmiş de, gül desenli, ipekli giysiler giyer, mutlaka elinde, hatta bütün odalarında bir gül bulundururmuş. -Evet orayı da göreceğim ama önceliğim Sevr Antlaşmasını...

Paris günlüğü 2

-Paris eski parlaklığını yitirmiş de biraz solmuş mu ne?  Parislilere bakarsanız bunun sorumlusu sosyalist belediye başkanı Anne Hidalgo, e, peki, üst üste seçim kazanmasına ne demeli? -Hmmm! Kimilerine göre Paris’in bütün kaynakları, o eski görkemi ayakta tutacak yatırımlar yerine, orta ve alt sınıfa hitap eden işlere yatırılıyor. Kendisi de İspanyol asıllı bir politikacı olan Hidalgo, yeşil alanları genişletmeye, otoparkları iptal edip, bisiklet yollarını artırmayı hedeflemiş, Champs Elysee’nin “alışılmadık bir cennet bahçesine dönüştürülmesi” de onun fikri. Önceki yıllarda Champs Elysee  sağlı sollu lüks mağazaları, pahalı restoranlar ve kafeleriyle nasıl da görkemliydi, şimdi vinçler, inşaat makinaları, kiralık-satılık ilanları ile perdelenmiş binalardan geçilmiyor. Ünlü mağazaların önünde sıraya girmiş, saatlerce beklemekten usanmayan Japon turistler birden yok olmuş, Christian Dior bile zarif bir perdeyle dünyaya kendini kapatıp restorasyona girmiş. -Baksana ca...

Paris günlüğü 1

  Paris’e gelişlerin sayısını unuttum, bu kentin beni böylesine ve sürekli çekmesindeki en büyük etken sevgili “ yarım asırdan fazladır arkadaşım ” Ayşegül… O kadar eskiye dayanan anılarımız var ki… Yaşamda acı-tatlı ne varsa, hep paylaştık. Pandemi sonrası ilk dış seyahatim! Ne İstanbul çıkışı, ne Paris girişi, “ aşılı mısın? Ateşin- öksürüğün var mı? Sağlıklı olduğunu kanıtla, belgeni göster” diyen olmadı, maskeler filan kenara atılmış, rahatça gezeceğiz anlaşılan.  -Neler yapmalı  acaba?  Louvre (*) desen, yıllar içinde her köşesini gezdim, belki tekrar gider, “ yüzüne pasta fırlatılan Mona Lisa’nın morali düzelmiş mi? ” Diye bir bakarım. Ooo bilet fiyatları uçmuş! (Tabii, başarılı ekonomi yönetimimiz sayesinde bize göre!!!)   - “Kuyrukları atlayayım, izahlı bir tur alayım ” dersen, 80 Euro’yu (1500 TL) gözden çıkarman gerekir. ( Neyse ki basın kartımız var da, çoğu müze bedava giriş sağlıyor. )  -Yoksa Musee d’Orsay’e (**) mi gitsem? O...

Hanımefendi

Şimdi size fantastik ama bazı bölümleri eksik bir öykü anlatacağım… -Aman ya, bizi yine uğraştırma, ne demek eksik öykü? Eksikse niye yazıyorsun? -Fena mı işte, çayınızı demleyin, masaya oturun, rengarenk karton parçalarını önünüze serin, Pazar gününüzü bir “ puzzle ” tamamlar gibi keyifle geçirin işte… Daha ne istiyorsunuz? Hem de bedava! EKSİK ÖYKÜ: Bir iki ay kadar önce, Tarabya sahilinin güzelim kaldırımında genç bir hanım, bebek arabasını keyifle sürerek yürümektedir. Sahile ara sıra çarpan dalgalardan uçan damlalar, nadiren genç kadının yüzüne ulaşmakta, hoş bir etki yaratmaktadır.  Arabasındaki bebeğin de keyfi yerindedir, annesine sürekli keyifle gülümsemekte, bazen de masmavi gökteki bulutları incelemektedir, keyfi o kadar yerindedir ki, göz kapakları yavaş yavaş kapanmaktadır, bir kaç dakika içinde açık havanın verdiği rehavetle uykuya dalacaktır. Derken karşıdan simsiyah bir dizi “Maybach”tan (*)  oluşan bir konvoy belirir, anlaşılan “ önemli birisi ” ...

Mal sahibi mülk sahibi…

Annemin dilinden düşürmediği bir söz vardı, “Mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi?” Önceleri bu sözün anlamını kavrayamazdım, öylesine bir soru soruluyormuş gibi gelirdi bana. Nasıl da doğruları anlatan bir sözmüş meğer,  yaşadıkça gördük… Bakıyorum da, o muhteşem saraylardan, köşklerden, yalılardan kimler geldi kimler geçti? Hangisi kalıcı olabildi?  Aslında atasözleri bize yaşanmışlıkları öylesine güzel özetliyor ki, aklımızın bir köşesinde hep tutmak gerek. Hele aşıkların dilinde sazında nasıl güzelleşiyor o sözler: “Güzelliğin on para etmez Bu bendeki aşk olmasa Eğlenecek yer bulamam Gönlümdeki köşk olmasa” Hey gidi Aşık Veysel… Neylesin sarayı köşkü, varsa yoksa sazı…  Bilmem sizin gönül köşkünüz ne alemde? Geçim derdiniz yoksa, sağlığınız, huzurunuz yerindeyse, sizden zengini yoktur değil mi dünyada? Köşk dedik de aklıma geldi… Geçenlerde Kanlıca taraflarında bir dostla beraberdik, güzelim balkonunda Kanlıca Koyuna karşı çaylarımızı keyifl...

Nazlı Ilıcak anılarını yazıyor.

Epey zamandır görmediğimiz Nazlı Ilıcak’a ( ya hapisteydi, ya uzakta ) bir “ geçmiş olsun ” ziyareti yaptık, sohbette acı kahvesini içtik…  Hakkında “ vatandaş şikayetleri üzerine! ” hala devam eden pek çok dava varmış, anlaşılan o yüzden güncel yazamıyor ama anılarını kaleme alıyormuş, doğrusu ben de merak ediyorum neler yazacak bakalım?  -Ergenekon, Balyoz, Gülen Hareketi karşısındaki duruşunu nasıl anlatacak? “Yetmez ama evet ”ten bugünlere değin ülkede yaşananları nasıl değerlendirecek? Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasetteki uzun çizgisini sanırım yine eleştirecek ama acaba neler diyecek? En merak ettiğim ise, “ 17/25  acaba o kafalara, (yetmez ama evetcilere)  işaret fişeği soktu mu?”  Nazlı Hanım bu konuda neler diyecek, doğrusu heyecanla bekliyorum. Bizim de karşıt görüşlerimiz vardı ve sohbette ifade ettik tabii, eşim Feyzan (eski Harbiyeli sonra Mülkiyeli) durur mu? Hele Kuleli’de dirsek çürütmüş biri olarak, o muhteşem binanın kaderine terk edilip, çürüy...

Bir çanta öyküsü ve Tevfik’in vedası

  Tevfik’le SBF Basın Yayın Yüksek Okulunda aynı sıraları paylaştık, çok yakın değildik belki ama severdik birbirimizi. Okul bitti, herkes farklı yerlere savruldu, onun deri işleme merakı olduğunu ta o zamandan bilirdim, yakınlarda ben de merak sardım. Yıllar içinde pek bir araya gelemedik, o Kaş’ta yaşıyordu, ben Ankara’da,  ama sıkça yazışırdık. Geçenlerde kendi yaptığı firuze işlemeli bir deri çantayı Face’de paylaştı, ben de kedigözüyle yaptığım bir deri bilezikle yanıt verdim. Tevfik bu işin ustasıydı, benimkisi sadece çıraklıktı. Epey şakalaştık. Ben o güzelim çantasının resmini hesabımda paylaşıp, tezgahının adresini verdim, o da bana, “beni çalıştıracaksın bu yaz” diye şakayla karışık sitem etti. Önceki gün, sınıf arkadaşımız Alpaslan, Tevfik’in hastaneye kaldırıldığını haber verdi, bugün onu kaybettiğimizi öğrendik.  Tam bir şoktu benim için… Tevfik’in yaşama bu kadar erken veda edişi büyük haksızlıktı,  kahroldum desem yeridir. Bir kaç saat önce ise tuhaf b...

Yalan politikacının ekmeği!

Gazeteciler Türkiye’de siyasetin fotoğrafını en iyi çekenler arasındadır. Onların sayfalara-ekranlara-sanal kayıtlara geçen izlenimlerine baktığınızda ülkede neler yaşandığını “ şıp diye ” çözersiniz. -Yani neyi çözmüş oluruz? -Neyi olacak, “yalanın politikacının ekmeği” olduğunu, seçim sürecinde verilen sözlerin laf olsun diye verildiğini, asla tutulmadığını ve bu durumun ülkenin kaderi olduğunu anlamış olursunuz. -Sen bize niye şimdi karamsarlık aşılıyorsun? Hani her şey çok güzel  olacaktı? -Olur belki ama fazla hayal kurma bence… Daha doğrusu, sana  Turgut Özal’ın 29. Ölüm yıldönümünde geçmişten bir olay nakledeyim, kendin karar ver… —Özal’ın unuttuğu sözler— 28 Eylül 1986’da Türkiye ara seçimlere gitmişti... Seçim öncesinde, ANAP Genel Başkanı ve Başbakan Turgut Özal, seçim stratejisini “ partisinin oyları belli bir oranın altına düşerse istifa edeceği ” sloganıyla yürüttü... Enflasyon almış yürümüş, bürokrasi,  “ prensler ” saltanatıyla hallaç pamuğu gibi atılmıştı....