Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Fırtınada uçan defter (Japonya 1)

Virginia Woolf ’un kadınlara unutulmaz tavsiyesidir : “Kendine ait bir odan ve biraz paran olmalı” Aslında Woolf bunu “yazmak isteyen ” kadınlar için söylemişti ama “gezmek isteyen kadınlar ” da yok muydu? Bal gibi vardı, bunlardan biri de bendim.  Gazetecilik yaşamı, “işini hakkıyla yapmak isteyen biri için ” bunaltıcıdır. Ne gecesi vardır ne gündüzü. Hele bizimki gibi asla şeffaf olmayan ülkelerde eziyettir.  Bilgi alabilmek için debelenir durursun, çünkü “ bilgi aslanın ağzındadır .” Kuşkular, tehditler, yasaklar ve  Demokles’ in kılıcı gibi sallanan cezalarla donatılmış bir Şark Toplumu nda (!) bu normal değil midir? Gölgesinden korkar herkes... Eh, haydi bunu başardın diyelim, zamanla yarıştığın engelli koşunun sonunda bakarsın haberin yayınlanmıştır da, nedir eline geçen? O sayfayı gördüğün anda engel olamadığın bir tebessüm, hızla çarpan bir kalp, bir kaç tebrik telefonu... O kadar... Bununla kalsa iyi. Kime dokunduysa haber, tehditler başlar hemen. Yalanlam...

O külçe külçe altınlar

ABD’ ye ilk gidişim... Washington DC ’den başlayarak 1986 yılının Kasım ayı boyunca, ülkeyi boydan boya gezeceğiz, yetkililer, özel sektör, üniversite temsilcileri, gazetecilerle buluşacağız, Amerikan ekonomisinin işleyişini, son durumunu öğrenmeye çalışacağız. Amerikan Dışişleri Bakanlığı, “ genç ekonomi gazetecileri için özel program ” başlatmış, gazetem (*) beni gönderiyor. ABD ’yi eyalet eyalet gezecek grupta, dünyanın heryerinden 10 genç gazeteci var.  Şu sıralarda “ kitaplık temizliği ” yapıyorum ya, o günlere ilişkin notlarımı, fotoğraflarımı buldum, ayıklıyorum ama detayları bir kenara bırakarak, bir unutulmaz “an ”ı sizinle paylaşmak istiyorum.  Şimdi New-York’ tayız... Ne çok dolaştık, Time Square ’den tutalım da “ İkiz Kuleler ”in tepesinden kuşbakışı Manhattan ’ı seyretmeye, ünlü 5. Caddedeki ultra lüks mağaza vitrinlerine bakıp, “ eye-shopping ”le yetinmeye, China Town ’a, heryeri karış karış geziyoruz... Jazz Konserleri, Harlem, Ellis Adası, BM Genel Mer...

Şam’da peşimize hafiye takmışlar

Öyle çok seyahat ettim ki güzel mesleğimde, “dünyayı gezdim ” desem yeridir...   Seçim propagandalarında, siyasilerle memleketin en ücra köşelerini karış karış dolaşmaktan tutalım da, liderlerin resmi yurtdışı gezilerine, özel dosya araştırmalarına, röportajlara, ülkelerden gelen davetlere kadar... Mesleğe yeni başlamıştım Tercüman Gazetesi nde, ekonomi alanında ilerlemeye çok istekliydim, dönemin Başbakan Yardımcısı Turgut Özal ’ı takip ediyordum, gazetecilik yaşamımın ilk yurtdışı gezisi onunla Şam ’a oldu. Şam ’da Türk Heyeti soğuk karşılandı. “Hatay’ı içine alan Suriye haritaları ” bütün resmi toplantılarda duvarlarda asılıydı, üstelik Abdullah Öcalan da yıllardır Şam yakınlarında “ misafir ” ediliyordu. Hafız Esad ’ın başında bulunduğu Baas Rejiminin etnik temizlik amacıyla Hama ve Homs’ ta (*) kimyasal silah kullanıp binlerce  sivili katlettiği haberlerini duyuyorduk. O sırada Hürriyet’ te olan sevgili meslektaşım Saygı Öztürk ’le kafa kafaya verdik: -Yahu Nur...

Bir fotoğrafın gerisinde yatan...

Bugünlerde  evdeki kitaplıkta  belge-fotoğraf tarama işiyle uğraşıp duruyorum. Meğer ne zor işmiş “ yaşamımızın geçmişteki izleri ”ni ayıklayıp, sınıflandırmak.  Tabii “ geçmişe dalmak” insanda tuhaf duygular da uyandırıyor. Nasıl mı? -Şu fotoğraftaki insanların kim olduklarını ben bile hatırlamıyorum. Ne diye saklıyorum ki? Bizden sonra kimin işine yarayacak? Yırt at o zaman. Ama şu fotoğraf çok şey anlatıyordu, kalsa bari... İyi de o fotoğraf sana çok şey anlatıyor, yahu, öyküsü yazılmaya değerse, arkasına not iliştir ama başkaları ne yapsın? Yırt at... Aaaa bu fotoğraf bizim derneğin açılışında çekilmişti. Ooo kimler yok ki? Amaaan iyi ki kurmuşuz derneği, şimdi yönetenlere başarılar dileyelim gitsin. Zaten fotoğraftakilerin hepsi aramızdan ayrılmış. Boş ver, saklama, yırt at.  İşte böyle, günlerdir yırtıp atıyorum kimi fotoğrafları. Kimi zaman da yok etmeye kıyamayacaklarım çıkıyor karşıma.  Ramallah ’ta Filistin Lideri Yaser Arafat ’la (****) yaptığı...

EVLİLİKTE İDEAL YAŞ FARKI

  Kitaplıkla ilgili düzenleme uğraşım devam ediyor, ancak her geçen gün işler daha da Arap Saçına dönüyor. E, kolay değil geride kalan 30 yıllık gazetecilik yaşamımızın notları, belgeleri, ses kayıtları, fotoğrafları derken,  “o anlar” beni içine çekiyor, yaşanmışlıklara kapılıp gidiyorum.  İşte bir anı... 12 Eylül Harekatı sonrasında feshedilmiş hükümetin eski Dışişleri Bakanı  İhsan Sabri Çağlayangil ile konuşuyoruz. Bir ara soruyor: -Evli misiniz Nursun Hanım? -Hayır efendim, henüz değil ama yakında evleneceğim . Hemen nişanlımla yaş farkımızı soruyor ve diyor ki: - Bakın küçük hanım, erkekle kadın arasındaki yaş farkı ideal evlilikte 7 olarak hesaplanır. Ama benim buna küçük bir ilavem olacak. O da şu... Erkekle kadın arasındaki ideal yaş farkı, erkeğin yaşının yarısına 7 ilavesiyle bulunur.  Şöyle bir düşünüyorum, “ Eh, bizim Feyzan’la yaş farkımız gayet uygun... ” gülümsüyorum. Çağlayangil , “ Çok memnun oldum, demek ki birbirinize...

Küvette Bir Kırmızı Gül

Şu Covit 19 denen menhus salgın bizi evlere hapsetti ya, alacağı olsun... E, ne yapalım? Teslim olacak değiliz. Kitaplığı alt üst ediyorum, yazarları büyüteç altına alıp, kitapları kelimelerine kadar inip analiz etme çabasındayım. Vaktimiz nasıl olsa bütün bunları yapabilecek kadar bol. Eskiden olsa öyle miydi ya? - Alo, ne var ne yok? -Ne olsun, kitap var elimde -E koy onu şimdi kenara, çok iyi bir film gelmiş, alıyorum biletleri, kalk gidelim... Hemen ayağa fırlayıp evden çıkmalar, koşa koşa 14.00 seansına yetişme çabaları, filmi izledikten sonra bir yerde oturup, kahve-çay eşliğinde film üzerine tartışmalar... Bununla da bitmiyordu doğal olarak. Düşünsenize, “ salgın hayatımıza girmeden önce ” sokakta yapacak ne çok işimiz vardı.  -A, beyaz peynir bitmiş, çıkıp alayım, sonra da Ayşe ye uğrarım, biraz laflarız. Kış da kapıda, şöyle sıcak tutacak kadife bir sabahlık mı alsam? Tunalı’ya da ne zamandır çıkmamıştım, birbirinin kopyası AVMler  insanı deli ediyor,...