Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ah, kimselerin vakti yok

Gülten Akın dememiş miydi? “Ah, kimselerin vakti yok Durup ince şeyleri anlamaya Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı Bakıp  kapatıyorlar”  Hep bu ilk sözleri yırtıp aldılar şiirinizden, devamını görmek istemediler bile Gülten Hanımcığım, sabırları yoktu, kalmamıştı. İnsanların kabalığı, hoyratlığı, benbenciliği, ilgisizliği tam da böyle bir şeydi... Gülümsemek şurada dursun, yüzümüze bile bakmadılar.Keşke sizi tanıyabilseydim, dertleşebilseydik karşılıklı...  Sizi düşünerek ördüğüm bir danteli getirmeliydim, köpüklü bir kahve yapsaydım, dünya halinden konuşsaydık...Olamadı, gittiniz buralardan, yarım yamalak okuduğumuz  şiirleriniz kaldı. Ah Gülten Hanım, bir bilseniz bugünkü dünya nasıl acımasız... İlk yaz Ah, kimselerin vakti yok Durup ince şeyleri anlamaya Kalın fırçalarını kullanarak geçi...

Corona... Dünyanın sonu mu yoksa?

Yahu ne felaketmiş  şu eve tıkılıp kalmak? Zaman zaman; - “ Yok canım, bu bir kabus, bal gibi kabus, gerçek olamaz, nasılsa uyanırım yakında” Diyorum kendi kendime,  ama binlerce, milyonlarca insan, ya da  tüm dünyalılar aynı anda, aynı kabusun bir parçası olabilir mi? Düşünüyorum da, acaba bugüne kadar buna benzer bir durum yaşamış mıydık hiç? - Hımmm bir düşüneyim bakayım...  Bir kere nüfus sayımları vardı, o Pazar günü itirazsız sabahtan akşama değin sokağa çıkmak yasaktı. Ne saçma uygulamaydı, neyse ki sonunda vazgeçtiler. -Peki başka? -Bunun dışında galiba 12 Eylül Döneminin Sıkıyönetimlerce ilan edilen  sokağa çıkma yasakları vardı...  “İkinci bir emre kadar sokağa çıkılması yasaklanmıştır...”  anonsları filan.... Ama dur, bir dakika, onlar galiba hep gece 24.00 itibarıyla yürürlüğe giriyordu öyle  değil mi? Gençlik yıllarımızın en güzel günleriydi de çok takmazdık ama, şu ”mecbur olmak” var ya...   Diyelim ki arkadaşlarla bul...

Corona günlüğü

Sevgili günlük, Corona olayı hepimizi  günlerdir hapsetti. “ Bu durumda evin en çok ziyaret edilen yeri neresi?” diye soracak olursan, “ mutfak ve buzdolabı ” desem ne dersin? Sabahtan  ellerimi güzelce sabunladım, sonra geçtim mutfağa... “ Acaba ne pişirsem?” diye düşünürken sebzelikteki kabak ve patlıcanlar gözüme takıldı. “ Mevsimi değil” dediğini duydum da, arada bir lezzet değişikliği de lazım değil mi? Üstelik artık eve mahkum olduğumuz için, sebzeleri kızartmak yerine  fırında pişirsem hafif olur değil mi? Patlıcanları ince ince dilimleyip tuzlu suda bıraktım sonra biraz haşlayıp  mısır ununa buladım... Kabaklara gelince, dış kabuklarını hafifçe kazıyıp yuvarlak dilimledim, unlayıp bütün bu malzemeyi fırın tepsisine dizdim, hafifçe zeytinyağı sürdüm ve fırına verdim. Nar gibi kızardılar. Dünden kalanları da ısıtıp,  sofra kurduk, öğlen yemeğimizi afiyetle yedik.... Sonra kanepeye  geçtim, elimde kitabım (*), Selim İleri’ yi çok severim ...

Corona Günlerinde Aşk!

Marquez Ustanın toprağı bol olsun, evet evet aynen onun o muhteşem romanındakine (*) benzer günlerden geçiyoruz. Cesetler etrafımızda yüzmese de televizyon ekranında, internette korkunç görüntüler dolaşıyor... Salgın can almada her an katlıyor rekorunu. Dün İtalyada  384 kişi can vermiş, İspanya’da benzer bir durum yaşanıyor. Dünyada hastalığın görülmediği ülke kalmamış. Çin yüzlerce kayıp verdikten sonra yakasını Corona’dan   kurtarmış gibi, dünyanın diğer ülkelerine yardım faaliyetinde... Bizde ise durum tam olarak bilinmiyor! Yetkililerin açıklamalarına güvenmek zor çünkü... Her kafadan bir ses çıkıyor,  bu virüsün ilacı yok, aşısı yok... Tek çare dış dünya ile teması kesmek, yani eve kapanmak... Peki kolay mı? Olur mu hiç? Hele bizim durumumuzda... Feyzan ’ın geçirdiği sebebi bilinmeyen (**) hastalık yüzünden hastanelerde haftalarımızı geçirdik, derken ameliyat (***) denildi, haydii gelsin yine hastane günleri ve  tecrit. E, “tam çıktık e...

İyi ki varsınız Dr. Murat Akova

Hepimiz bir Corona Virüsü tutturmuş gidiyoruz, sanki sağlık sektöründe başka konu yokmuş gibi. Oysa hastanelerde neler yaşanıyor neler. Son 3 ayımızı Ankara’da üç farklı hastanede geçirdik ve öyle gözlemlerde bulunduk ki, paylaşmasam olmaz: Ankara’nın en önde gelen, en prestijli hastanelerinden biri. By-pass dahil, pek çok ciddi ameliyatın yapıldığı bu hastanede odalar pek şık, faturalar bir hayli bol sıfırlı ama nefroloji bölümü yok... Enfeksiyon hastalıkları bölümü yok... 12 Aralık 2019 sabahı soğukalgınlığı şikayeti ile bu hastaneye ayağıyla giden, fakat aynı günün gecesinde nefes alamaz duruma gelince yoğun bakıma alınıp, entübe edilen, akciğer makinesine bağlanan sevgili eşimin hayatta kalışının sadece ve sadece Dr. Murat Akova (*) sayesinde olduğunu söylesem ne dersiniz? Hastanedeki 48 saatlik süreçte durumu giderek kötüye gidince, böbrek fonksiyonları, akciğeri bozulunca ve doktorlardan “enfeksiyon” lafını duyunca, o gece çaresizlik içinde kıvranırken, Hacet...

Kahramanımız Ahmet Rüçhan Akar

Çok teşekkür ederim, bütün dostlarımıza... Sevgili Betül ve Alişan Soylu’ya. Onlar bizim bu mucizeyi yaşamamıza vesile oldular. Şu anda saat 23.00 hastanedeyiz (*) Meğer ne ağır, ne zor  bir ameliyatmış bu by-pass, oysa yıllardır duyarız, üstelik çok yakınlarımıza da bu piyango çıktı ama ne zaman başımıza geldi, o zaman tam anlamıyla idrak edebildik. Boşa söylenmemiş demek ki söz: -“Ateş düştüğü yeri yakar”... Önce “Feyzan hemen yoğun bakım sürecinden çıktı” diye sevindik, sonra bir baktık, heryerinde direnler, atar damar, toplar damar yolları,  kablolar... Hele o göğsünü yaran bandajın altındakini düşünmek insana nasıl da acı veriyor... Bir bakıyorsunuz, sakin ama iştahsız, bir bakıyorsunuz gözleri çakmak çakmak, ateşi çıkmış... Korkular, telaş, ilaçlar ilaçlar... Neyse ki Ali ile Mehmet’in olağanüstü desteği var... Galiba hayatta yaptığımız en doğru iş onlar! Kolay değil, “Hastaneler! Serüvenimiz”in  (**) üçüncü ayındayız... Umutsuzluk, karamsarlık, i...

Ankara Kız Lisesi

Ankara Kız Liseli olmakla hep gurur duyduk...  6 Fen A mezunuyduk. İçimizden ne mühendisler, ne doktorlar çıktı. Atatürk’ün Cumhuriyeti ilan etmeden 1 yıl önce kurduğu okulumuz hala yerinde dursa da ismi çoktan değişti...  Neydi o trigonometriler, sentetikler, organik kimyalar? Tek kelimesi bile kalmadı aklımda.  Kimya dersi veren Nilüfer Hanımın (*) notu nasıl da kıttı.  Müdür yardımcısı, maksi modası varken aldığımız mantomun eteğini kestirivermişti de annem nasıl üzülmüştü, eteği kısa olanlar çok daha ucuzdu çünkü... Kantinin karışık tostuna bayılırdık, kantincinin kırmızı yüzlü oğlundan ise nefret ederdik... Genç kimya hocamızı kaprislerimiz ve aşırı ilgimizle delirtmiştik en sonunda.   Okul çıkışında tren geçiyorsa Sıhhiye Köprüsünü , altından koşarak katederdik, dilek tutmak için! Dileklerimiz ne miydi? Oooo onu söyleyemem, sır... Ama hepsi olmasa da çoğu yerine geldi desem abartı olmaz. İngiltere Kraliçesini görelim diye okulu asmış, D...

Bir röportajdan

Gümüşhane’den bir gazetecilik bölümü öğrencisi benimle röportaj yapmak istedi, işte soruları ve benim cevaplarım: 1- Yaşamınızı biraz anlatır mısınız bize? Ankara do ğ umluyum, ya ş am ı m Ankara ’ da ge ç ti, evliyim, iki o ğ lum var, yeti ş tiler, i ş  hayat ı na at ı ld ı lar,  ç ok yak ı n zamanda bir torunum da oldu.  SBF Bas ı n Yay ı n Y ü ksek Okulu, Radyo-TV b ö l ü m ü  mezunuyum. Meslek ya ş am ı m Anadolu Ajans ı  ile ba ş lad ı ,  İç  Haberler b ö l ü m ü nde stajyer muhabir olarak ba ş lad ı m, 2 y ı l sonra gelen transfer teklifleri  ü zerine ayr ı ld ı m, Terc ü man, Cumhuriyet, Milliyet, The New Anatolian gazeteleri ve NOKTA Dergisinde, muhabir, edit ö r, istihbarat  ş efi ve Ankara Temsilcisi olarak  ç al ış t ı m, son 10 y ı l ı m ise Kanal D Ankara B ü rosunda muhabir, edit ö r ve Haber M ü d ü r ü  olarak ge ç ti. 3 kitab ı m var, Hamam B ö ce ğ i Sendromu!(Remzi Yay ı nevi)  Tansu  Ç ...