Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Aralık, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Japon Mutfağı, ah! o biftek! ( Japonya 3)

-Tokyo’nun sıcağı meşhurdur, çok yanlış bir zamanda gidiyorsun Demişlerdi de inanmamıştım. Ağustos ’un ilk günlerinde Narita Havaalanında  uçaktan indiğimde,  fırının kapısı açılmış da içine girmişim gibi hissettim. Neyse ki hemen klimalı bir koridora geçtik, rahatladık... Japon Enformasyon Bakanlığı nın konuğu olarak 1987 yazında gitmiş, Hiroşima dahil, pek çok kentte Ağustos ayı boyunca birer hafta geçirdikten sonra Ankara ’ya dönmüştüm, artık “ eskisi gibi değildi ” benim için hiçbir şey...   Oooo, nereden başlasam?  Tokyo ’nun o mükemmel işleyen metro sistemi ile kenti hallaç pamuğu gibi atmanın kolaylığından mı? Japon mutfağının o müthiş lezzetlerinden mi söz etsem?  Eğer öğleni geçiştirmek için ucuz bir şey olsun derseniz, zaten heryer Mc Donalds, Kentucy Fried Chicken. Tokyo ’ya ayak bastığım gün kenti gezdiren rehber anlatmıştı: -Japon çocukları artık Japon mutfağını unuttu, varsa yoksa hamburger, kızarmış tavuk. Hatta geçenlerde yeğenim hayatında ilk...

Vesikalık fotoğraflar gibiyiz!

-Ne diye süslendin böyle sabah sabah? -Vize için fotoğraf lazım, vesikalık çektirmeye gidiyorum. -Boşuna zahmet etmişsin, nasılsa “sabıkalı” gibi çıkacaksın fotoğrafta. Gülümsemek yasak. Direkt vizöre bakacaksın, arka fon beyaz olacak, rötuş filan yapılmayacak, yüz neredeyse çerçevenin tamamını kaplayacağı için suratın kabak gibi görünecek. Nedir yahu şu vatandaşın çilesi değil mi? Elçiliklerin vize kuyruklarında beklemeler, kaçak muamelesi görmemek için toparlanacak bir sürü evrak, kanıtlanması gereken banka hesapları falan filan. Bu kaçıncı bahardır, hükümetler gelip gidip halka  söz verir dururlar, “Türk vatandaşının onurunu zedeleyen aşağılayıcı vize çilesini çözeceğiz...” diye.  Vize fotoğrafları kenara bırakılırsa, Türk insanının kendisiyle ve fotoğrafçı ile önemli imtihanlarından biriydi vesikalık çektirmek... İlk kez ilkokula başlarken adım atılır, sonra da yıllarca  diploma hazırlığı, ehliyet evrakı, evlilik yoluna girişteki  gibi pek çok nedenle çalınırdı ...

NOKTA... Aşk skandalı haber midir değil midir?

Ümit Zileli yönetimindeki NOKTA Dergisinin Ankara Bürosu bir dönem bize emanet edilmişti. Serhat Hürkan ’la birlikte, mütevazı bütçeyle Farabi Sokak ’ta kiraladığımız büroda, badana boya işlerini, iletişim altyapısını, bilgisayar-masa konusunu kısa sürede tamamlayıp kadroyu oluşturduk,  Mustafa Pekcan, Neşe Sarıdoğan, Elif Kocabeyoğlu ve  Gülşah Balbay ile keyifli bir çalışma süreci geçirdik. Hepi topu 6 kişiden oluşan ekibimizle  siyasi haber, röportaj,  araştırma dosyası ve hatta Ankara Kedisi adını verdiğimiz renkli sayfadaki kulislerle, bilinmeyen pek çok olayı gündeme taşıdık. Ne yazık ki, o ekipten iki kişi, Serhat Hürkan ve Mustafa Pekcan artık aramızda değil.   Ekibimizde herkes “ paralel düşünüp,  aynı dili konuşarak”   ve büyük hevesle kendini işine adamıştı, ne yazık ki sonradan değişen üst yönetimle anlaşamadık ve NOKTA serüvenini hep birlikte “noktaladık. ”  Malum, kütüphane temizliğindeyim, o günlerden kalan derg...

Lüzumsuz Bilgiler Ansiklopedisi

  Bu sabah hafiften yağmur çiseliyor, gökyüzü kurşuni, yine pandemi hapsindeyiz. Herkes isyanda: -Yeter yahu, böyle yaşanır mı? Ondan kork, bundan kork, çoluğuna çocuğuna, sevdiğine sarılama, bir öpücük bile çok görülsün.  Oraya dokundun aman elini yıka, ayy o kadın konuşurken maskesi düşüktü biraz, bize virüs bulaşmış mıdır? -Aşının eli kulağında, ahalinin çoğu aşı olduğunda bu kabus bitecek -Nasıl bitecek? Haydi tuzu kuru devletleri anladık, parayı bastırıp, aşının iyisini! getirtip yaptıracaklar. E, fakirlikle debelenen ülkeler? Onların halkları ne olacak? -Haklısın, sözde ta Çin’in Wuhan’ında bir kaç kişide görülüp bütün dünyaya yayılmadı mı bu virüs? Dediğin gibi, eğer dünyanın tüm halkları bu illetten kurtarılmazsa kurtuluş yok... Belki de dünyanın sonu geldi. -O kadar da değil canım... Tamam bütün imkanları zorlayalım, el ele verelim, dünyamızı kurtarmaya çalışalım ama, bu illetin durup dururken neden ve nasıl ortaya çıktığı neden hiç sorgulanmıyor? Aşı için gö...

Küçük mutluluklar, rakı, votka...

Bu pandemi döneminde umutlar yerde sürünürken posta kutunuza düşen bir mesaj sizi mutluluktan havalara uçurabilir mi? Beni uçurdu valla, buyurun: “Nursun hanım merhaba, Ben bir Fransız tarihçiyim. Size yazmamın sebebi şu: Süngerci Aykan'ı arıyorum. 1974 yılında Tunus'ta tanıştık. O zaman,  Aykan, Güven ve Yarkın isimli iki arkadaşıyla  birlikte Tunus körfezinde sünger avlıyordu. Ahbap olduk, dost olduk. Sonra, 1976-1979 yıllarında İstanbul'da oturduğum zaman ya İstanbul'da ya da Bodrum'da sık sık görüştük. En son 1984 baharında Bodrum'da buluştuk. Daha sonra da, arkadaşımız Yarkın'ı kaybettik, Güven ise oturduğu Normandiya'da birkaç yıl önce vefat etti. Çok sevdiğim bu "üçlüden" şimdi tek kalan Aykan. Ona, şu anda bitirmek üzere olduğum "Osmanlı'dan Cumhuriyet'e içki tarihi" başlıklı kitabımı ithaf etmek istiyorum. Internette ararken, onun üzerine bir röportaj yaptığınızı gördüm.Acaba nasıl temas kurabilirim? Selamlarımla, Fra...

Nagoya’da Büyülü Gece (Japonya 2)

  Kimi zaman “ dünyanın en şanslısı olduğumu ” düşünüyorum.   -Nasıl yani?   Demeyin, evet, “gelip geçmiş   en güzel kadınlardan kabul edilen Audrey Hepburn” den de,  “ dünyanın bir numaralı lideri” sıfatını her şeye rağmen 4 yıl taşımış olan Trump ’tan da, hatta üst üste iki kez lotarya kazanan bilmem kim den bile şanslıyım. Zaten hep böyle değil midir? Aşığa, kendi aşkı dünyanın en büyük aşkıdır, hastaya “ herkes bunu yaşıyor ” denmez, onunki dünyada tektir , hele “ dünyanın en kıymetli çocuğu ” ise sadece ve sadece kendi annesinindir... -Aman uzattın lafı gene  Duydum, duydum. Peki, şimdi anlatacağım sahneye buyrun o zaman... Tokyo’dan    Honshu Adası na geçiyoruz, Nagoya ’ya geldik... Bütün gün gezdik, Ortaçağdan  kalma Kaleyi, müzeyi filan, ama gözümüz saatte, akşamı iple çekiyoruz çünkü Kisu Nehri ndeki balık avlama şölenini izleyeceğiz.  -Bakalım şölen dedikleri neymiş? Akşamüstü, nehir kıyısına yürüyerek varıyoruz, ...

Nasıl ayrı düştük?

“Dünyaya geldik bir kere Kavgayı bırak her gün bu şarkımı söyle Sevdikçe güler her çehre Amaçlar hep bir olsun Kalpler birlikte...” (*) 70’lerde çıkmıştı Şenay’ın seslendirdiği bu unutulmaz şarkı... Kuşkusuz pek çoğumuz hala hatırlıyoruz. Henüz doğmamış olanları bir kenara koyarsak, kimimiz çocuk, kimimiz yetişkindik o yıllarda, belki üniversitedeydik, kim bilir ne hayallerimiz vardı, hayata atılmak üzereydik. Ama bu şarkı bana neler düşündürdü biliyor musunuz? Çocukluğumuzu hatırladım, ilkokula başlar başlamaz pek çoğumuzun eline tutuşturulan nota defterini,  mandolini... Hayat Bilgisi , Aritmetik ve Yurttaşlık dersiyle neredeyse eşdeğerdi Müzik dersi. Biz mandolin çalmayı öğrenirken pek çok arkadaşımız TRT’nin Çocuk Koroları na devam ediyordu, Hikmet Şimşek, Muzaffer Arkan ve başka ünlü şeflerin yönetiminde çok sesli müzik eğitimi verilirdi küçük çocuklara. O korolara herkes giremese de, Cumartesi günleri radyodan 1 saat boyunca yayınlanan programdaki birbirinden güzel kayıtl...

Fırtınada uçan defter (Japonya 1)

Virginia Woolf ’un kadınlara unutulmaz tavsiyesidir : “Kendine ait bir odan ve biraz paran olmalı” Aslında Woolf bunu “yazmak isteyen ” kadınlar için söylemişti ama “gezmek isteyen kadınlar ” da yok muydu? Bal gibi vardı, bunlardan biri de bendim.  Gazetecilik yaşamı, “işini hakkıyla yapmak isteyen biri için ” bunaltıcıdır. Ne gecesi vardır ne gündüzü. Hele bizimki gibi asla şeffaf olmayan ülkelerde eziyettir.  Bilgi alabilmek için debelenir durursun, çünkü “ bilgi aslanın ağzındadır .” Kuşkular, tehditler, yasaklar ve  Demokles’ in kılıcı gibi sallanan cezalarla donatılmış bir Şark Toplumu nda (!) bu normal değil midir? Gölgesinden korkar herkes... Eh, haydi bunu başardın diyelim, zamanla yarıştığın engelli koşunun sonunda bakarsın haberin yayınlanmıştır da, nedir eline geçen? O sayfayı gördüğün anda engel olamadığın bir tebessüm, hızla çarpan bir kalp, bir kaç tebrik telefonu... O kadar... Bununla kalsa iyi. Kime dokunduysa haber, tehditler başlar hemen. Yalanlam...