Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mart, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Avni Lifij

Şu Corona salgınına “ bardağın yarısı boş mu dolu mu?” Diye baksanız neler düşünürdünüz?  Mesela, okumaya bir türlü zaman ayıramadığınız kitaplar mı var elinizde? Ne güzel, çok sevindim.  Durun bakayım, benim aklıma gelenler hangileri?  Çocukluğumun o unutulmaz dergileri,” Çocuk Haftası ”... Henüz okuma yazma bilmiyordum, annemle babam, ağabeyim Mehmet Alev’i dergiye abone etmişlerdi, o evde yokken elime alır, saatlerce içindeki resimlere bakardım... Okumayı söktüğümde daha keyifli hale geldi Çocuk Haftası... Yıldırım Kaptan nasıl da uçarak yetişir, kötüleri yok ederdi. Kemalettin Tuğcu ’nun o hüzünlü öykülerini   tekrar tekrar okuduğumda bile boğazıma bir şeyler tıkanır, yutkunamazdım...  İki oda bir saloncuk evimizin en renkli ve içine girdiğimde hemencecik kayboluverdiğim dünyasıydı köşedeki kitaplık. Babam formika kaplamadan yaptırmış, eve ilk getirdiğinde en üst rafa ansiklopedileri dizmişti, Ticaret Ansiklopedisi, Türkiye Ansiklop...

Seni Uzaktan Sevmek

Kim ne derse desin, bu Corona salgını hepimizi öylesine ürküttü ki, korkudan öleceğiz vallahi, hem de öylesine  korkuyoruz, var mı ötesi? -“ Ecel geldi cihane, Corona virüsü  bahane” Diyorsunuz, duydum, duydum, ama öyle değil işte... Benim en büyük korkum ne biliyor musunuz? Son dakikalarımı, nefes alamadan, boğulur gibi geçirmek... Covit 19’a (*) maruz kalıp, günlerce sürünüp, sonunda kurtulanlardan duyduk. Oksijenin yetmediği, akciğerlerin sertleşip, temiz havaya adeta set  çektiği  bir kabusla, günlerce yüz yüze kalmışlar. Tam bir işkence. Ha, bir de benden daha hassas durumdaki eşime geçer korkusunu yaşıyorum aslında, çünkü ameliyat  geçirdi ve henüz 1 ay oldu hastaneden kurtulalı. Eh işte bu korkuyla yaşayan insan ne yapar? Anlatayım... Günlerdir dışarı çıkmıyoruz, esasen yiyecek konusunda tedbiri elden hiç bırakmazdık. Örneğin yazdan hazırladığımız yiyeceklerimiz vardı, dolmalık biberleri ipe dizip güneşte  kurutmuş, buzlukta enginar, b...

Ah, kimselerin vakti yok

Gülten Akın dememiş miydi? “Ah, kimselerin vakti yok Durup ince şeyleri anlamaya Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı Bakıp  kapatıyorlar”  Hep bu ilk sözleri yırtıp aldılar şiirinizden, devamını görmek istemediler bile Gülten Hanımcığım, sabırları yoktu, kalmamıştı. İnsanların kabalığı, hoyratlığı, benbenciliği, ilgisizliği tam da böyle bir şeydi... Gülümsemek şurada dursun, yüzümüze bile bakmadılar.Keşke sizi tanıyabilseydim, dertleşebilseydik karşılıklı...  Sizi düşünerek ördüğüm bir danteli getirmeliydim, köpüklü bir kahve yapsaydım, dünya halinden konuşsaydık...Olamadı, gittiniz buralardan, yarım yamalak okuduğumuz  şiirleriniz kaldı. Ah Gülten Hanım, bir bilseniz bugünkü dünya nasıl acımasız... İlk yaz Ah, kimselerin vakti yok Durup ince şeyleri anlamaya Kalın fırçalarını kullanarak geçi...

Corona... Dünyanın sonu mu yoksa?

Yahu ne felaketmiş  şu eve tıkılıp kalmak? Zaman zaman; - “ Yok canım, bu bir kabus, bal gibi kabus, gerçek olamaz, nasılsa uyanırım yakında” Diyorum kendi kendime,  ama binlerce, milyonlarca insan, ya da  tüm dünyalılar aynı anda, aynı kabusun bir parçası olabilir mi? Düşünüyorum da, acaba bugüne kadar buna benzer bir durum yaşamış mıydık hiç? - Hımmm bir düşüneyim bakayım...  Bir kere nüfus sayımları vardı, o Pazar günü itirazsız sabahtan akşama değin sokağa çıkmak yasaktı. Ne saçma uygulamaydı, neyse ki sonunda vazgeçtiler. -Peki başka? -Bunun dışında galiba 12 Eylül Döneminin Sıkıyönetimlerce ilan edilen  sokağa çıkma yasakları vardı...  “İkinci bir emre kadar sokağa çıkılması yasaklanmıştır...”  anonsları filan.... Ama dur, bir dakika, onlar galiba hep gece 24.00 itibarıyla yürürlüğe giriyordu öyle  değil mi? Gençlik yıllarımızın en güzel günleriydi de çok takmazdık ama, şu ”mecbur olmak” var ya...   Diyelim ki arkadaşlarla bul...

Corona günlüğü

Sevgili günlük, Corona olayı hepimizi  günlerdir hapsetti. “ Bu durumda evin en çok ziyaret edilen yeri neresi?” diye soracak olursan, “ mutfak ve buzdolabı ” desem ne dersin? Sabahtan  ellerimi güzelce sabunladım, sonra geçtim mutfağa... “ Acaba ne pişirsem?” diye düşünürken sebzelikteki kabak ve patlıcanlar gözüme takıldı. “ Mevsimi değil” dediğini duydum da, arada bir lezzet değişikliği de lazım değil mi? Üstelik artık eve mahkum olduğumuz için, sebzeleri kızartmak yerine  fırında pişirsem hafif olur değil mi? Patlıcanları ince ince dilimleyip tuzlu suda bıraktım sonra biraz haşlayıp  mısır ununa buladım... Kabaklara gelince, dış kabuklarını hafifçe kazıyıp yuvarlak dilimledim, unlayıp bütün bu malzemeyi fırın tepsisine dizdim, hafifçe zeytinyağı sürdüm ve fırına verdim. Nar gibi kızardılar. Dünden kalanları da ısıtıp,  sofra kurduk, öğlen yemeğimizi afiyetle yedik.... Sonra kanepeye  geçtim, elimde kitabım (*), Selim İleri’ yi çok severim ...

Corona Günlerinde Aşk!

Marquez Ustanın toprağı bol olsun, evet evet aynen onun o muhteşem romanındakine (*) benzer günlerden geçiyoruz. Cesetler etrafımızda yüzmese de televizyon ekranında, internette korkunç görüntüler dolaşıyor... Salgın can almada her an katlıyor rekorunu. Dün İtalyada  384 kişi can vermiş, İspanya’da benzer bir durum yaşanıyor. Dünyada hastalığın görülmediği ülke kalmamış. Çin yüzlerce kayıp verdikten sonra yakasını Corona’dan   kurtarmış gibi, dünyanın diğer ülkelerine yardım faaliyetinde... Bizde ise durum tam olarak bilinmiyor! Yetkililerin açıklamalarına güvenmek zor çünkü... Her kafadan bir ses çıkıyor,  bu virüsün ilacı yok, aşısı yok... Tek çare dış dünya ile teması kesmek, yani eve kapanmak... Peki kolay mı? Olur mu hiç? Hele bizim durumumuzda... Feyzan ’ın geçirdiği sebebi bilinmeyen (**) hastalık yüzünden hastanelerde haftalarımızı geçirdik, derken ameliyat (***) denildi, haydii gelsin yine hastane günleri ve  tecrit. E, “tam çıktık e...