Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ekose Etekli Levrek kimin oltasına takılmıştı?

  “Son günlerin çok tartışılan konularından biri, AKP’li Şebnem Bursalı’nın Monaco’da yediği istakoz oldu ama yıllar önce yaşanan “Ekose Etekli Levrek” olayı da  az mı konuşuldu?” Diye sorduktan sonra bir meslektaşımla aramızda geçen diyaloğu paylaşayım: -Tamam konuşuldu da, o haberin altındaki imza kimindi? -Günaydın gazetesinde yayınlanan haber aslında imzasızdı -Ama sen tuttun o çok önemli, hem de tam sayfa haberi Olay Tan’a atfettin? (*) Evet, ne yazık ki o büyük hatayı ben yaptım, yeterince araştırmadım, Ekose Etekli Levrek kitabının yazarı Fethi Akkoç’la konuşmakla yetindim, oysa ortalığı sarsan o haber, Akkoç’un kitabından  yıllar önce Hasan Cemal tarafından kaleme alınmış ancak o sırada, bir yazısı nedeniyle hakkında mahkumiyet kararı bulunan Hasan Cemal  basın tarihine geçen büyük haberde kendi imzasını kullanamamıştı. Hasan Cemal bu durumu dün zarif bir mesajla bana hatırlattı, ben de üzülerek arşivlere daldım, ilgili yazıları buldum, işte Doğan...

Ekose Etekli Levrek mi, Monaco İstakozu mu alırdınız?

İstanbul’dayım, bizim çocukların evinde misafirlikte, telefonum çaldı, arayan Barış Kaşıkçı: -Şu istakozu filan bir kenara bırakıp İhsan Sabri Çağlayangil’in (*) Ekose Etekli Levrek Daveti olayına baksana… Barış Kaşıkçı, benim hayran olduğum, çok şey öğrendiğim müthiş bir gazeteci, Anadolu Ajansında mesleğe başladığım yıllarda onun öncülüğünde atlatma haberler yapılıyor, A.A. bütün gazetelerde aynı anda manşetlere çıkıyordu, kimilerine benim de tanıklık etmişliğim, “teyp taşımak ” gibi küçük katkılar sunmuşluğum bile var. Hemen harekete geçiyorum, o tarihi olayı dile getiren bir kitap aklıma geliyor… Ahhh, ne yazık ki Ankara’daki kitaplığımda, olsun, çareler tükenmez, ilk işim kitabın yazarı, meslek büyüğüm Fethi Akkoç’u aramak oluyor: -Fethi Bey, sizi Ekose Etekli Levrek kitabınız için aradım -E, ben sana o kitabı imzalayıp vermiştim, açıp bir bak bakalım neler yazmışız?  -Fethi Beeeeey, ne yazık ki ben İstanbul’dayım, kitabınız Ankara’da kitaplığımda duruyor, sizden ri...

Bir kaç damla gözyaşı

   Yıllar geçti aradan ama, “derin keder yaşatan bir an ”  belleğimden hiç silinmedi… Bayram sevinçleri sonrasında bu olay aklıma geldi, paylaşmak istedim.  Herkesin hayranlık duyduğu büyük aktör Kerim Afşar, ailesiyle birlikte, benim doğup yıllarca yaşadığım mahallede, arkamızdaki apartmanda komşumuzdu.  Sıhhiye, Hanımeli Sokaktaki Hanımeli Apartmanında otururduk, hep- apartmanımızın ismi annemin bahçeye diktiği sarmaşıktan mı kaynaklanırdı? - diye düşünürdüm… Yıllar içinde toprağa kök salıp devleşen sarmaşık, bizim oturduğumuz dairenin balkonunu öylesine sarıp sarmalamıştı ki, hanımeliler açtığında ortalığa mevsim boyu, belli belirsiz ama nefis bir koku yayılır, balkonda çay içip sohbet etmenin  keyfine doyum olmazdı.  Kerim Afşar’ın annesi Bahriye Hanım, evimize sıkça misafir olan,  yılların görgüsünden, süzülmüşlüğünden kaynaklı sohbetini çok sevdiğimiz bir komşumuzdu. Kerim-Esin Afşar’ın kızları Pınar’ın da babaannesiyle birlikte bir kaç kez ...

Poem for an Armenian girl

  There are some unforgettable moments in people’s lives. If I asked you now, I’m sure you’d be able to tell me some unique stories, wouldn’t you? I would be. Last night was one of them. The New Anatolian’s Editor In Chief Mete Belovacikli and I were with Rahsan and Bulent Ecevit in the library of their home in Oran. The highest parts of Cankaya were covered in snow and there was a freezing wind blowing outside, but we four enjoyed an incredibly warm talk. First let me share a verse from a poem which Rahsan Hanim read for us, Purple violets in the gardens, Ahchek, you’ve made me crazy for you, May you become Muslim, Or shall I became Armenian? (*) Rahsan Hanim added: “The poem was written years ago by a village boy in a Turkish town for an Armenian girl named Ahchek. Can you imagine what relations between Turks and Armenians were like at the time?” At that moment I remembered that Bulent Ecevit during his last premiership (1999-2002), with Mumtaz Soysal as foreign minister, took se...

İnanoğlu çifti ile adada mahsur kalışımız

1983 yılında, yani ilk körfez savaşından çok önce Kuveyt’e, gazeteci olarak bir anlaşma imza töreni için gitmişim, o zamanlar ülkenin en şaşaalı dönemi, petrol kaynaklı bütçeleri sınırsız, “ ikinci sınıf” kabul edip beğenmedikleri işlerde çalıştırdıkları Pakistanlı, Filistinli göçmenler dışında , Kuveyt’in “ asıl vatandaşları ” lüks içinde yaşıyor, ülkenin her yerinde ünlü batılı mimarların parayı su gibi harcadıkları iddialı binalar yükseliyor… Kuveyt Parlamentosu Kuveyt Dışişleri Bakanlığının davetlisi olarak gittiğimiz seyahatte çok sevdiğim dostum meslektaşım Ufuk Güldemir’le birlikteyiz, ikili işbirliği anlaşmasına bizden dönemin Savunma Bakanı Haluk Bayülken imza atacak.  Kuveyt Büyükelçimiz ise Kaya Toperi…Seyahatin ilginç bir özelliği daha var, oradaki film festivaline Türkiye’den de bir film katılıyor, “ O Kadın” adıyla,  filmin başrolünde Gülşen Bubikoğlu var, yapımcısı eşi Türker İnanoğlu… Bu gibi seyahatlere gazetecilik dilinde “kebap” denirdi, çünkü  ...