Bu Blogda Ara

Perşembe, Nisan 04, 2024

İnanoğlu çifti ile adada mahsur kalışımız



1983 yılında, yani ilk körfez savaşından çok önce Kuveyt’e, gazeteci olarak bir anlaşma imza töreni için gitmişim, o zamanlar ülkenin en şaşaalı dönemi, petrol kaynaklı bütçeleri sınırsız, “ikinci sınıf” kabul edip beğenmedikleri işlerde çalıştırdıkları Pakistanlı, Filistinli göçmenler dışında , Kuveyt’in “asıl vatandaşları” lüks içinde yaşıyor, ülkenin her yerinde ünlü batılı mimarların parayı su gibi harcadıkları iddialı binalar yükseliyor…


Kuveyt Parlamentosu



Kuveyt Dışişleri Bakanlığının davetlisi olarak gittiğimiz seyahatte çok sevdiğim dostum meslektaşım Ufuk Güldemir’le birlikteyiz, ikili işbirliği anlaşmasına bizden dönemin Savunma Bakanı Haluk Bayülken imza atacak.  Kuveyt Büyükelçimiz ise Kaya Toperi…Seyahatin ilginç bir özelliği daha var, oradaki film festivaline Türkiye’den de bir film katılıyor, “O Kadın” adıyla,  filmin başrolünde Gülşen Bubikoğlu var, yapımcısı eşi Türker İnanoğlu…


Bu gibi seyahatlere gazetecilik dilinde “kebap” denirdi, çünkü  gidilecek yerde  önemli iş güç olmaz, gazete yönetimi muhabirini bir anlamda taltif etmek için öyle bir seyahate göndermiş olurdu.



Sonuçta Kuveyt’e vardık, 1 hafta kalacağız, anlaşma imzalandı, film festivaline de gidip filmi izledik, gala yemeğine katıldık, seyahatin geri kalanında boşuz… Kuveyt Parlamento Binasını gezdik, ünlü kuleleri filan gördük, bir müzeye gittik yapılacaklar bitti…Ufuk’la birlikte fırın gibi sıcak Kuveyt ortamında kendimize iş yaratmaya çalışıyoruz, ben Kaya Toperi’den aldığım tüyolarla haber peşinde koşturuyorum, duyduğuma göre fert başına dünyada en çok Rolls Royce  düşen ülke Kuveyt imiş, ülkenin nüfusu az, milletin parası bol, lüks içinde yaşıyorlar, firmanın teşhir salonuna gidip yetkilileriyle filan konuştum, o iş bitti… Toperi ve zarif eşi beni kimi Kuveytli tanıdıklarının “saray yavrusu” gibi evlerine götürdüler, altın kaplama sehpalarını filan görüp şaşırdım, kuş sütünün eksik kaldığı sofralarda ağırlandık o da bitti…





Derken Kuveyt’te bulunan Türk heyetine bir mesaj ulaştırıldı:


-Yarın sizi tekneyle Failaka Adasına gezmeye götüreceğiz…


-Ooo, ne güzel


Dedik.


Çünkü herkes, özellikle de Ufuk’la ben, yapacak iş olmadığı, korkunç sıcakta gezmek de cazip gelmediği için sıkıntıdan patlıyoruz, her yemekte bol bol koyun eti ikram ediliyor, nedense tuhaf koktuğu için yiyemiyoruz, aç kalıyoruz, kahvaltı dahil, bütün büfelerin baş ikramı olan zeytinyağlı yaprak dolmasından da bıkmışız,  menülerde körfezden çıkan “Hamur” ve “Hürmüz” balıklarından birini  nadiren bulursak ne ala, yiyebiliyoruz… İşte gelen habere bu yüzden sevindik.


Sabahın erken saatlerinde hep birlikte bize tahsis edilen tekneye binip Failaka Adasına vardık… 


Kıyıya çıkınca bir de ne görelim, adada in cin top oynuyor, adanın “yazlıkçıları”  meğer Nisan ayında “su soğuk” diye adaya gidip, evlerini açmaz, denize menize girmez, Kuveyt’teki kışlıklarında vakit geçirirlermiş. Kış dediysem bakmayın, deniz suyu 30 derece ve adalılar buna soğuk diyor. 


Bizim heyeti güneş altında adanın bir kaç yerinde gezdirdiler sonra kıyıda bir kahveye götürüp bıraktılar, baktık, bir kaç masada tavla oynayanlar var, o kadar… Masalarda kuruyemiş yerine haşlanmış kuru bakla içi var, bize de ikram edildi. 


Sandalyemizde öylece oturup sinek avlıyoruz, herkes sıkıldı, Başta Türker İnanoğlu olmak üzere heyet üyeleri söylenmeye başladı, söylenmeler biraz sonra bağırıp çağırmaya, hatta küfür etmeye kadar dönüştü, sonunda rehberimiz demez mi:


-Anladım sıkıldınız ama yapacak bir şey yok, tekne bizi ancak akşam 17.00’de gelip alacak,  başka tekne yok, dönüş imkanı da yok…


Türker İnanoğlu  adamcağızı öyle bir haşladı ki, zavallı rehber neredeyse ağlayacak, bir anda kayboldu ortadan, yarım saat sonra geldi:


-Size dinlenmeniz, televizyon filan seyretmeniz için şimdi iki villa açtırıyoruz, buyrun…


Çaresiz, adamın peşinden gidip o villalara yerleştik. 


Heyetten kimileri dörtlü kurup poker oynamaya başladı, Gülşen Bubikoğlu ile Türker Bey boş bir odaya geçip öğlen uykusuna yattı, biz de elimizde kitaplar, Ufuk’la kah sohbet ettik, kah Ankara’dan gazetecilik dedikodusu paylaştık ama işin doğrusu sıkıntıdan patladık, kuş uçmaz, kervan geçmez adada 12 saat mahzur kalışımızın derdine yandık…



İşte “kebap” diye gidip, sıkıntıdan “sinek avladığımız” bir seyahatin öyküsü…


Türker Beye rahmet dilerken aklımdan bunlar geçti…

3 yorum:

  1. Ne güzel anlatmışsın,akşam,akşam bizi kuveyte götürdün.kalemine sağlık

    YanıtlaSil
  2. Aferin ! Ben de gittim Kuveyt’e ama etrafı göremedim bile , çölde zırhlı araç peşindeydik

    YanıtlaSil
  3. Güzel ve anlamlı bir paylaşımdı.

    YanıtlaSil

Ata’nın Kolibası

Geçenlerde yolum Söğütözü’ne düştü, pek çok bakanlığın, resmi kurumun, AKP ve CHP genel merkezinin hatta büyük alışveriş merkezlerinin bulun...