Ana içeriğe atla

İnanoğlu çifti ile adada mahsur kalışımız



1983 yılında, yani ilk körfez savaşından çok önce Kuveyt’e, gazeteci olarak bir anlaşma imza töreni için gitmişim, o zamanlar ülkenin en şaşaalı dönemi, petrol kaynaklı bütçeleri sınırsız, “ikinci sınıf” kabul edip beğenmedikleri işlerde çalıştırdıkları Pakistanlı, Filistinli göçmenler dışında , Kuveyt’in “asıl vatandaşları” lüks içinde yaşıyor, ülkenin her yerinde ünlü batılı mimarların parayı su gibi harcadıkları iddialı binalar yükseliyor…


Kuveyt Parlamentosu



Kuveyt Dışişleri Bakanlığının davetlisi olarak gittiğimiz seyahatte çok sevdiğim dostum meslektaşım Ufuk Güldemir’le birlikteyiz, ikili işbirliği anlaşmasına bizden dönemin Savunma Bakanı Haluk Bayülken imza atacak.  Kuveyt Büyükelçimiz ise Kaya Toperi…Seyahatin ilginç bir özelliği daha var, oradaki film festivaline Türkiye’den de bir film katılıyor, “O Kadın” adıyla,  filmin başrolünde Gülşen Bubikoğlu var, yapımcısı eşi Türker İnanoğlu…


Bu gibi seyahatlere gazetecilik dilinde “kebap” denirdi, çünkü  gidilecek yerde  önemli iş güç olmaz, gazete yönetimi muhabirini bir anlamda taltif etmek için öyle bir seyahate göndermiş olurdu.



Sonuçta Kuveyt’e vardık, 1 hafta kalacağız, anlaşma imzalandı, film festivaline de gidip filmi izledik, gala yemeğine katıldık, seyahatin geri kalanında boşuz… Kuveyt Parlamento Binasını gezdik, ünlü kuleleri filan gördük, bir müzeye gittik yapılacaklar bitti…Ufuk’la birlikte fırın gibi sıcak Kuveyt ortamında kendimize iş yaratmaya çalışıyoruz, ben Kaya Toperi’den aldığım tüyolarla haber peşinde koşturuyorum, duyduğuma göre fert başına dünyada en çok Rolls Royce  düşen ülke Kuveyt imiş, ülkenin nüfusu az, milletin parası bol, lüks içinde yaşıyorlar, firmanın teşhir salonuna gidip yetkilileriyle filan konuştum, o iş bitti… Toperi ve zarif eşi beni kimi Kuveytli tanıdıklarının “saray yavrusu” gibi evlerine götürdüler, altın kaplama sehpalarını filan görüp şaşırdım, kuş sütünün eksik kaldığı sofralarda ağırlandık o da bitti…





Derken Kuveyt’te bulunan Türk heyetine bir mesaj ulaştırıldı:


-Yarın sizi tekneyle Failaka Adasına gezmeye götüreceğiz…


-Ooo, ne güzel


Dedik.


Çünkü herkes, özellikle de Ufuk’la ben, yapacak iş olmadığı, korkunç sıcakta gezmek de cazip gelmediği için sıkıntıdan patlıyoruz, her yemekte bol bol koyun eti ikram ediliyor, nedense tuhaf koktuğu için yiyemiyoruz, aç kalıyoruz, kahvaltı dahil, bütün büfelerin baş ikramı olan zeytinyağlı yaprak dolmasından da bıkmışız,  menülerde körfezden çıkan “Hamur” ve “Hürmüz” balıklarından birini  nadiren bulursak ne ala, yiyebiliyoruz… İşte gelen habere bu yüzden sevindik.


Sabahın erken saatlerinde hep birlikte bize tahsis edilen tekneye binip Failaka Adasına vardık… 


Kıyıya çıkınca bir de ne görelim, adada in cin top oynuyor, adanın “yazlıkçıları”  meğer Nisan ayında “su soğuk” diye adaya gidip, evlerini açmaz, denize menize girmez, Kuveyt’teki kışlıklarında vakit geçirirlermiş. Kış dediysem bakmayın, deniz suyu 30 derece ve adalılar buna soğuk diyor. 


Bizim heyeti güneş altında adanın bir kaç yerinde gezdirdiler sonra kıyıda bir kahveye götürüp bıraktılar, baktık, bir kaç masada tavla oynayanlar var, o kadar… Masalarda kuruyemiş yerine haşlanmış kuru bakla içi var, bize de ikram edildi. 


Sandalyemizde öylece oturup sinek avlıyoruz, herkes sıkıldı, Başta Türker İnanoğlu olmak üzere heyet üyeleri söylenmeye başladı, söylenmeler biraz sonra bağırıp çağırmaya, hatta küfür etmeye kadar dönüştü, sonunda rehberimiz demez mi:


-Anladım sıkıldınız ama yapacak bir şey yok, tekne bizi ancak akşam 17.00’de gelip alacak,  başka tekne yok, dönüş imkanı da yok…


Türker İnanoğlu  adamcağızı öyle bir haşladı ki, zavallı rehber neredeyse ağlayacak, bir anda kayboldu ortadan, yarım saat sonra geldi:


-Size dinlenmeniz, televizyon filan seyretmeniz için şimdi iki villa açtırıyoruz, buyrun…


Çaresiz, adamın peşinden gidip o villalara yerleştik. 


Heyetten kimileri dörtlü kurup poker oynamaya başladı, Gülşen Bubikoğlu ile Türker Bey boş bir odaya geçip öğlen uykusuna yattı, biz de elimizde kitaplar, Ufuk’la kah sohbet ettik, kah Ankara’dan gazetecilik dedikodusu paylaştık ama işin doğrusu sıkıntıdan patladık, kuş uçmaz, kervan geçmez adada 12 saat mahzur kalışımızın derdine yandık…



İşte “kebap” diye gidip, sıkıntıdan “sinek avladığımız” bir seyahatin öyküsü…


Türker Beye rahmet dilerken aklımdan bunlar geçti…

Yorumlar

  1. Ne güzel anlatmışsın,akşam,akşam bizi kuveyte götürdün.kalemine sağlık

    YanıtlaSil
  2. Aferin ! Ben de gittim Kuveyt’e ama etrafı göremedim bile , çölde zırhlı araç peşindeydik

    YanıtlaSil
  3. Güzel ve anlamlı bir paylaşımdı.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

KONGRE TUFANI (1) Nazmi Bilgin: “32 yıl yetmedi”

Gazeteciler Cemiyetinde bir kongre geride bırakıldı, “ 32 yıl yetmedi, devam” diyen Başkan Nazmi Bilgi n yeniden seçildi.  Ancak başta OY’unu Beyaz Sayfa Kadro Hareketi için kullanan 295 değerli meslektaşımız olmak üzere aslında Cemiyetin yeni yönetim kuruluna ve  tüm üyelerine  olan sorumluluğumuz gereği, söylenecek çok şey var.  Bugünden itibaren bunları bir bir paylaşacağım:  1-32 (OTUZ İKİ) yıllık Başkan Nazmi Bilgin, benim bulunduğum her toplantıda “ Bu benim son dönemim, bir daha aday olmayacağım ” diyordu, Vakıf Senedi’nin mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine haykırarak, “ Ben bu Vakıf Kuruluncaya kadar başkanlığa aday olacağım ” demedi mi?  Gazeteciler Cemiyetinin her türlü menkul ve gayrimenkul varlığının, üyelikleri ölünceye kadar sürecek 16 kişilik mütevelli heyete geçmesinden muradı neydi acaba da başkanlık koltuğunu terk etmemekte bu kadar ısrarcı oldu? Bu durumu sizlerin yorumuna bırakıyorum.  2- Yüzlerce üyesi olan bir Gazet...

Basın Meslek Örgütü Sansür Uygular mı?

Basın meslek örgütü sansür uygular mı? Gazetecilik camiasında son günlerde bir tartışma sürüyor, ortadaki soru şu: -Sansürle mücadele etmek için kurulmuş bir basın meslek örgütü, kendi üyelerinin paylaşımına sansür uygular mı? Sözü hiç dolandırmadan, geçen hafta yaşanan bu olayı direkt anlatalım: Gazeteciler Cemiyetinden bir grup üye, 33 yıldır başkanlık görevini sürdüren yönetime eleştirilerini bir yazılı bildiriyle ortaya koydu:   -E, sonra? Sonra kıyamet koptu… Gazeteciler Cemiyeti adına “ görevlendirilen” bazı isimler, pek çok web sitesinde yer alan bu bildirideki iddiaları yanıtlamak yerine, tek tek web sitelerinin yöneticilerini arayarak sansür ettirme çabasına giriştiler. Bazılarında başarılı oldular, bazıları ise bu “ basın özgürlüğüne ihanet ” sayılan girişimi reddetti.  -Nasıl yapabilmişler bunu? -Kimilerine bazı vaadlerde bulunmuşlar, kimilerine - tüzüğün falanca maddesini işletir, sizi üyelikten atarız - demişler. -Ne vaadiymiş o? -O bildiriyi ...

KONGRE TUFANI (2) Alo 198’e sormuş!

  Gazeteciler Cemiyetinde yaklaşan kongre için, adaylığım üzerinde ısrarlar yoğunlaşınca epey düşündüm: -Kırk yıl emek verdiğim gazetecilik mesleği bana artık bir örgüt sorumluluğu yüklemiyor muydu?  -Gazeteciler Cemiyetinde yürüttüğüm çalışma sırasında gözlemlediğim ciddi yanlışlar için çaba göstermek gerekmez miydi? -Biz başımızdakileri, “ koltuğa yirmi üç yıldır yapıştınız, denetimden kaçtınız, adaletsiz davrandınız ” diye eleştirirken, “ tam otuz iki yıldır başımızda durmakta ısrar eden, denetime, adalete, eşitliğe kapalı yol yürüyen ” yöneticilere ne diyecektik? Uzun uzun düşündükten sonra kararımı verdim ve adaylığımı açıkladım. İstifa ettiğim gün başkan beni telefonla arayıp, dedi ki: - Nursun ben zaten senin ayrılacağını tahmin ediyordum. Belki de adaylık düşünüyorsun, e tabii, demokratik hakkındır. Bu sözler kulağımda çınlarken, elimde “ Cemiyetin aday listesini talep eden dilekçemle ” yola çıktım, Üsküp Caddesi 35 numaradaki cemiyetin bahçesinden içeri ...