Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Metin Uca… Elveda canım komşummm

Sevgili dostum, meslektaşım, komşum! Metin Uca’nın en zor anlarda bile gülümseyerek içinden geçtiği yaşama böyle erken, hem de doğum gününde!  veda edeceği aklıma gelir miydi?  Asla…  Neleri neleri dert edip, kızarak ama sonunda hep gülerek paylaştık yıllar içinde,  İstanbul, Bodrum, Ankara  buluşmalarında… İlk fırsatta arardı: -Komşuuuum evde misiniz? Geliyoruuuum… -Ne hazırlayalım sana? -Bi menemen yap yeter… Bi de enişteye sor, o şaraptan kaldı mı?  “O şaraptan” demesi,  şaraba düşkünlüğünden değil, bizdeki şarabın tuhaflıkları çağrıştıran adındandı… Cumhuriyet’te çalıştığım yıllardı, o Kanal D’deydi, Kızılay’daki binanın üst katındaydı bürolarımız… İkimiz de sigara içmezdik ama her fırsatta buluşup, aşağıdaki trafik keşmekeşini, yukardan, yangın merdiveninden izlerken, günün haber “ kıraatını” yapardık: - Sen ne üstüne çalışıyorsun? -Şu yeni kültür bakanından randevu aldım, ona gideceğim … Gitmişti de Kültür Bakanına…  TBMM Bahçesinde nerede...

Yalçın Küçük’le karşılaşma

    Sonbaharın hüznü çöktü içime…  At kestanelerinden, akasyalardan şimdilerde dökülüp, rüzgarla Ankara sokaklarına savrulan kuru yapraklar aslında yitirdiğimiz ve söylemesi çok zor ama “ yitirmek üzere olduğumuz ” güzel insanları anımsatıyor…  Geçenlerde Soner Yalçın’ın “ Kayıp Aranıyor” yazısı (*)  üzerine Yalçın Küçük aklıma düştü. Kitaplıkta epeyce aradıktan sonra arka sıraya düşmüş önemli eseri,  “Türkiye Üzerine Tezle r”i buldum, yeniden bir gözden geçireyim dedim. Üç ciltlik kitabının ilk baskılarında kaleme aldığı “işaretler ” başlıklı yazısını sonraki baskılarda da tekrarlamış,  demiş ki: “… Bir daha bu kadar dürüst ve bu kadar yeni düşüncelerle yüklü bir ansiklopediyi yazamayacağım kabul ediyorum. Dağda, zindanda, konaklarda, soran evlerde, en çok okunan, ansiklopedidir, zor yerlerde, koyu kapaklarının elden ele geçişle, yıpranmış, kırlaşmış, formunu yitirmiş eski hırkalara döndüğüne pek çok kez tanık oldum… Okunmaktan eskimiş ve yıpranmı...

Nilay’ın kitabı

Nilay Karaelmas’ın “Sosyal Medya Öncesi Gazetecilik” başlıklı kitabını günlerdir elimden düşüremedim. Çok değer verdiğim gazeteci dostumun kaleme aldığı  sayfaları çevirdikçe heyecanlandım, 70-80-90’lı yıllarda ülkede yaşananları ben de adeta Nilay’la birlikte yeniden yaşadım.  Nilay o yıllarda “aşkla sürdürdüğü ” gazetecilik serüvenini öylesine içten ve samimi bir anlatımla kaleme almış ki,  önünde yerlere kadar eğilip şapka çıkarmak gerekir bence.   Sizler henüz elinize almadan  büyüsünü   bozmak istemem,  onun için kitaptan bir kaç alıntıyla  yetineyim… Bir kere Nilay, dünyanın neresine giderse gitsin “ iyi habercilik yapmanın tüm altyapısına sahip dört dörtlük bir muhabir…”  Neden mi? Bir kere kocaman bir hayal kurmuş… Babasının ç ocukluğunda  armağan ettiği teyp ve mikrofonla ta o yıllarda röportajlar yaparmış ve o zamandan başlayarak o hayali besleyip büyütmüş.  Günün birinde, “ Basın Yayın Genel Müdürlüğü sınav açtı ” denilin...

Hikaye Yeni Başlıyor

Sevgili meslektaşım, dostum Ayla Ganioğlu’nun yeni yayınlanan kitabını güneşli bir günde, İstanbul’da, yaprakları pırıl pırıl parlayan bir manolya ağacına karşı okumaya başladım, “ Hikaye Yeni Başlıyor ”un kapağını açmamla birlikte de, harika, anlatılması güç, belki sadece rüyalarda görülebilecek fantastik bir dünyanın parçası oluverdim. Uzun zamandır bir roman yazma hayaliyle yanıp tutuşan ama bunu bir türlü gerçekleştiremeyen Sebat ile işte böyle bir günde, kitabın giriş cümlesinde tanıştık. Tanışıklığımız sayfaları çevirdikçe ilerledi ve ona müthiş bir sevgi duymaya başladım.   -Kimmiş yahu o Sebat? Niye onca zaman yazamamış romanını? Yazsa bir şeye benzeyecek miymiş bari? -Ooo, bunları söylemeden önce Sebat’ı tanıman gerekir, bir bilsen önüne çıkan engelleri, Cefakar’ı, hele hele 3 M’yi… -3 M de neymiş? Yoksa, büyüyüp devleşip 5 M’ye kadar varan o meşhur market miymiş Sebat’a engel olan şey? -Saçmalama da dinle, Ayla’nın kitabının kahramanlarından söz ediyorum, Mela...