Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Haziran, 2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Brugge masalının sonu

Brugge’de geçirilen zamanın “her dakikası böylesine değerli olabilir mi?”   Bu güzelim kentte bulunma şansına erişen herkesin aklından bu soru geçiyordur. Düşünsenize, sağınıza baktığınızda Michelangelo’dan bir heykel, solunuza baktığınızda 13. Yüzyıldan bu yana dimdik duran kuleler, saraylar, şatolar arasındasınız. Üstelik bu rüyanın içinde yaşarken, size saatleri hiç de rutin ve alelade olmayan çan sesleri haber veriyor, ünlü katedralin çanlarına müthiş bir org eşlik ediyor. -Şu Brugge ahalisi yaşamı güzelleştirmek adına ne de çok çaba harcamış…  E, tabii Brugge Avrupa’nın “ en önemli liman kenti” olma özelliğini yüzyıllarca korumuş, hep zenginler yatağı olmuş ama, “sular çekilince! ” paralar da suyunu çekmiş olsa bile ortaçağdan günümüze kalanlar yetmez mi?  Buraya yolunuz düşerse eğer ( keşke düşürmeye çalışsanız! ) diye buyrun size bir kaç not: Michelangelo’nun Meryem heykelini görmeyi unutmayın. Ünlü kilise, Church of Our Lady Brugge’de (*)  sergileniyor. Gerç...

Brugge’den hoş ve zarif bir esinti, “bobin danteli”

Masallarda geçen kentlere benzettim Brugge’ü, sanki Hansel ve Gretel birden şu evden çıkıverecek, ya da Rapunzel upuzun saç örgüsünü kulenin tepesinden aşağı sallandıracakmış gibi.  Parke taşla döşeli daracık sokaklar, önümüzden geçen fayton, yansıyan güneşte pencereleri altın suyuna batmış gibi parlayan evler “gerçek olamayacak kadar” güzel görünüyor gözüme. Sabahın erken saatlerinde sessizlikte böyle düşünürken, öğlene doğru turist akınına uğrayan bu küçücük kasaba biraz “ lunaparka mı dönüşüyor? ” Diye kaygılanıyorum. Ya o güzelim dantellere ne demeli? Ah, iki gündür sabah akşam elime alıp incelediğim, birer esintiye benzettiğim o zarif danteller… Kar gibi bembeyaz ya da yılların soldurup beje döndürdüğü harika danteller… “ Dokunmaya bile kıyamadığım şu dantelleri kim bilir yıllar önce hangi yetenekli parmaklar tasarlayıp örmüştü ?” Diye düşünüyorum… Bir dantel tutkunu ve “elinden tığıyla klavyesini asla düşürmeyen biri” olarak, burada görüp hayran olduğum “ bobin danteli ”nden ...

Paris günlüğü 5

Paris’te parlamento seçimlerine denk gelmek, benim gibi gezginler için doğrusu ilginç bir rastlantıydı. Oy kullanmaya gidecek bir arkadaşıma eşlik ettim, “ yurtdışındaki kızının vekaleti ” de  üstünde olan arkadaşım, elektronik cihazda çifte oy kullandı, solcu partiler bloğu NUPES’e (Sosyal ve ekolojik yeni halk birliği) oy verdi. Sonuçlardan mutluydu, “ Macron topal ördek durumuna düştü, artık bütün projeleri rafa kalktı, emeklilik yaşını filan artırmayı düşünüyordu, bunları asla yapamaz ” dedi.  Oysa seçim öncesi konuştuğum, iş dünyasından bir başka bir isim ise, “ Eğer Macron parlamentoda çoğunluğu alamazsa ekonomi ve iş dünyası için durum hiç iyi olmaz, Fransa’ya gelen dış yatırımlar ya tamamen durur ya da şu andaki gibi, ucuz işgücü ve cazip teşvikler nedeniyle Fas’a kayar ” diyordu. Seçim sonrası çok konuşulan noktalardan biri de “ aşırı sağı bitireceğim” diye iktidara gelen Macron’un aradan geçen zamanda bitirmek şöyle dursun, aşırı sağın agresif temsilcisi Marine...

Paris günlüğü 4

Bugün içim dışım Maria Callas… (*) Öteden beri merak ettiğim, üzerine çok okuyup-sürekli dinlediğim, dünyayı sesiyle fetheden lirik soprano Maria Callas. Paris’te “Zaman Kapsülü” (**) ile yaşamını izleme fırsatı çıkınca kaçırır mıyım? Hemen biletimi aldım. -Pahalı mıydı? -22 Euro, yani 400 TL civarındaydı, ama değdi, gerçekten içimi dışımı Callas ile donattım. -E, zaten ayakkabını tamir edip yenisini alma külfetinden kurtulup epey tasarruf etmiştin, başkası olsa Paris’ten bir çift Dior ya da Loubutin almaz mıydı? -Güldürme beni…12 bin TL gibi bir rakamdan söz ediyorsun. O sivri topukların üstünde leylek gibi sekerek yürüyeyim öyle mi? -Canım spor ayakkabıları da var -Aynı delice rakamlara… Beni şimdi meşgul etme Callas günümü anlatıyordum… “Zaman Kapsülü”ne girmeden önce Maria Callas’ın yıllarını geçirdiği evi görmek için yollara düştüm. Georges Mandel caddesine en yakın metro durağı Rue de la Pompe, 9 nolu hat oradan geçiyor, durakta inip yukarı çıkıyorum. Ohhh, beni hari...

Paris günlüğü 3

“Bugün biraz erken çıkayım da yol alayım” dedim ama şanssızlık işte, yanımdaki “tek ayakkabım!” izin vermedi, üst bandı kopmasın mı? -E, ne yapacağım şimdi? Yürümek mümkün değil, bir bant bulsam da yapıştırsam mı acaba? Olmaz ki, tutmaz, belki dikilebilir, ama o kalın bandı dikmek kolay mı? Ancak yorgan iğnesiyle mümkün, keşke bulabilsem ama “bu devirde hangi Parisli Hanım yorgan kaplayacak?”  -Hay aksi, Ayşegül’ün ayakkabıları da bana olmaz ki… Uzatmayayım, daldım arkadaşımın gardrobuna (işine çok erken gidiyor! iznini bile alamadım) dikiş kutusunu buldum, yuppiiii, içinde yorgan iğnesi bile var! Ayakkabımı tam 1 saatte tamir etmeyi başardım, yola çıktım, istikamet; Sevre’deki Saint Cloud Bahçeleri. (*) -Aa, meşhur bahçeler… Hani Marie Antoinette’in gül bahçesi de oradaymış, gülü ve menekşeyi  çok severmiş de, gül desenli, ipekli giysiler giyer, mutlaka elinde, hatta bütün odalarında bir gül bulundururmuş. -Evet orayı da göreceğim ama önceliğim Sevr Antlaşmasını...

Paris günlüğü 2

-Paris eski parlaklığını yitirmiş de biraz solmuş mu ne?  Parislilere bakarsanız bunun sorumlusu sosyalist belediye başkanı Anne Hidalgo, e, peki, üst üste seçim kazanmasına ne demeli? -Hmmm! Kimilerine göre Paris’in bütün kaynakları, o eski görkemi ayakta tutacak yatırımlar yerine, orta ve alt sınıfa hitap eden işlere yatırılıyor. Kendisi de İspanyol asıllı bir politikacı olan Hidalgo, yeşil alanları genişletmeye, otoparkları iptal edip, bisiklet yollarını artırmayı hedeflemiş, Champs Elysee’nin “alışılmadık bir cennet bahçesine dönüştürülmesi” de onun fikri. Önceki yıllarda Champs Elysee  sağlı sollu lüks mağazaları, pahalı restoranlar ve kafeleriyle nasıl da görkemliydi, şimdi vinçler, inşaat makinaları, kiralık-satılık ilanları ile perdelenmiş binalardan geçilmiyor. Ünlü mağazaların önünde sıraya girmiş, saatlerce beklemekten usanmayan Japon turistler birden yok olmuş, Christian Dior bile zarif bir perdeyle dünyaya kendini kapatıp restorasyona girmiş. -Baksana ca...

Paris günlüğü 1

  Paris’e gelişlerin sayısını unuttum, bu kentin beni böylesine ve sürekli çekmesindeki en büyük etken sevgili “ yarım asırdan fazladır arkadaşım ” Ayşegül… O kadar eskiye dayanan anılarımız var ki… Yaşamda acı-tatlı ne varsa, hep paylaştık. Pandemi sonrası ilk dış seyahatim! Ne İstanbul çıkışı, ne Paris girişi, “ aşılı mısın? Ateşin- öksürüğün var mı? Sağlıklı olduğunu kanıtla, belgeni göster” diyen olmadı, maskeler filan kenara atılmış, rahatça gezeceğiz anlaşılan.  -Neler yapmalı  acaba?  Louvre (*) desen, yıllar içinde her köşesini gezdim, belki tekrar gider, “ yüzüne pasta fırlatılan Mona Lisa’nın morali düzelmiş mi? ” Diye bir bakarım. Ooo bilet fiyatları uçmuş! (Tabii, başarılı ekonomi yönetimimiz sayesinde bize göre!!!)   - “Kuyrukları atlayayım, izahlı bir tur alayım ” dersen, 80 Euro’yu (1500 TL) gözden çıkarman gerekir. ( Neyse ki basın kartımız var da, çoğu müze bedava giriş sağlıyor. )  -Yoksa Musee d’Orsay’e (**) mi gitsem? O...