Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ağustos, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Sayonara (elveda) Japonya (4)

Japonya ’yı anlatmak hiç de kolay değil, kendine özgü adalar ülkesinin, kendine özgü yaşam tarzını, sosyal atmosferini, bilim ve teknolojide geldiği noktayı özetlemeye sözcükler değil, kitaplar, belgeseller bile yetmez. “Sayonara” (elveda) demeden önce atom bombası kurbanı Hiroşima  izlenimlerimi paylaşsam olur mu? Mermi hızıyla giden trenle  (bullet train) son durağımız Hiroşima idi, 6 Ağustos 1945’de  atom bombasının ilk kurbanı olup da 200 bini aşkın ölü veren kentte gezmek tuhaf duygular uyandırıyordu. Hele  “ geçmişi artık eski okul kitaplarının tozlu sayfalarında bırakmış ” Amerikalı turistlere caddelerde adım başı rastlamak, kahkahalarına tanık olmak onca yıl sonra bile biraz sarstı beni. Oysa Japon ’larla konuştuğunuzda duygusal değil, gerçekçi davrandıklarını görüyordunuz.  Hiroşima , kendini çoktan toparlamış, dev endüstri merkezlerinin kuruluşuna ev sahipliği yapan üstelik de yemyeşil bir kent görünümündeydi.  - O korkunç patlamadan ...

HAZİNE BULDUM!

İsmet Köker ’in yeni  kitabı elime geçtiğinde “ hazine bulmuş ” gibi oldum, hatta daha ötesinde duygular yaşadım. Kitabın adı “ Hazine ,” Andres Yayınları ndan bir kaç ay önce çıkmış, İsmet Köker bana ve eşime imzalı olarak göndermiş. “Bismillahirahmanirahim… ” sözüyle başlattığı ilk sayfada, İsmet Köker bu kitabı yazmayı 11yıldır kafasında kurguladığını ve geçen yılın Mayıs ayında, kendisi 95 yaşında iken ortaya çıkardığını anlatıyor, ve “ Allah bana, bir kula verebileceği bütün nimetleri verdi diye düşünüyorum ve buna şükrediyorum” diyor. Yalnız İsmet Köker ’in okurlarından bir isteği var: -Bu kitabı okumadan önce bir ricam olacak. Lütfen okumaya başlar başlamaz, kendi dillerinde bir adet Tevrat , bir adet İncil ve bir adet Kur’an-ı Kerim edinsinler… Tam koltuğuma yerleşmiş ve “ Hazine ”yi elime almışken bu cümleleri okuyunca kitabımı “ şimdilik ” başucuma koymaya ve Tevrat ile İncil ’i edindikten sonra okumaya karar verdim. Kur’an-ı Kerim ise tam da İsmet Köker ’in de...

Okluk’a yanaşana “vur emri”

  Okluk Koyuna öyle elinizi kolunuzu sallayarak tekneyle, hatta yüzerek bile girmek yasak biliyorsunuz değil mi? Koyun girişini kapatan koskoca askeri gemi, hücumbotlar, bu yasağı kimseye deldirmemek amacıyla demir atmış durumda… Derken, geçen haftalarda son süratle koya yanaşan bir tekne fark ediliyor… Hem de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ’ın orada bulunduğu günlerde. Korumalar, güvenlikten sorumlu tüm kadro tabii ki “alarm” durumuna geçiyor. Bakıyorlar ki, tekne asla sürat kesmeden, o hızla koyu hedefe almış, suları yara yara geliyor…  - Yapma yahu? Herkes biliyor Okluk’a tekne mekne sokulmadığını, kimmiş bu cengaver? Diye soruyorsunuz değil mi? Neyse işte, tekne son sürat koya yaklaşırken, sirenler çalıyor, korumalar, güvenlik elemanları zaten alarma geçmiş, telsizden gergin talimatlar, konuşmalar duyuluyor: -Tekne uyarıya rağmen hız kesmezse, 100 metre kala vurun! Herkeste bir panik bir panik… Anlaşılan o ki, tekne koyun girişinde demirli bulunan aske...

Nunu’dan Leyla’ya

Piticik , sen ne zaman büyüdün de “iki ” yaşına geliverdin bakiim?  Oysa dün gibi aklımda, annenle babanın bize “ bebek geliyo r” müjdesi verdiği günler…  Sen annenin karnında mışıl mışıl uyurken üçümüz Bodrum ’da denize girmiş de, paparazziye bile yakalanmıştık. Hele, İstanbul ’da yaşama gözünü açtığın o 16 Ağustos 2019 günü nasıl da heyecanlıydık. Pespembe gülümsemenle minik yatağına koyuverdiler seni de, hepimiz sevinç gözyaşlarına boğulduk… Yaşamımıza mucize gibi girdin. Sonra günler, aylar geçti, birlikte ne hoş, nasıl sevgi dolu zamanlar geçirdik di mi?  Sen “babaanne” diyemiyordun da “ nunu ” ismini takmıştın bana, plajdaki kocaman şezlongda neşeyle zıplayıp dururken “pis sinek ” (*)  şarkısını çaldırıyordun. Kumsaldaki  kedileri, “kopak”ları (Enecan Ablan köpeklere böyle diyordu!)  sarılıp sarılıp öpüyordun, ne çok sevdik seni, bağrımıza sıkıca bastık. Dilerim yaşamın hep aydınlıklar, mutluluklarla geçsin Leyloş , gölgeler karanlıkl...

DAMIZLIK DANALAR

  Çocukluğumu anımsıyorum, çok küçüktüm, babam güncel gelişmeleri hiç kaçırmazdı, salondaki büfemizin üstünde duran radyo gün boyu açıktı. Babam kimi zaman radyonun ibresiyle Hilversum ’dan Sydney’ e kadar pek çok istasyonda gezinir, farklı dillerden yayınlara kulak verir, ben de o yayınları  “ anlamadan dinlerken ” Jules Verne ’nin “ 80 Günde Devr-i Alem ”inin sayfalarında hayali gezilere çıkardım.  Radyonun ibresi, arada bir, akşam saatlerinde Moskova ’dan Türkçe! yayın yapan “ Bizim Radyo ”ya denk düştüğünde, kadın spiker,  madeni sesi, zor anlaşılan tuhaf Türkçesiyle konuştukça tüylerim ürperirdi. Kadının anlaşılmaz anonslarından, arada bir “geliyüür, gidiyüür, yapıyürler” gibi tanıdık sözcükler çalınırdı kulağıma… Babam bir gün radyoyu dinlerken sinirle söylenmeye başladı: -Yine yapacaklar… Memleketle oyun oynuyor bu yobazlar… Radyodaki yayın üzerine yorum yapan babam, bilmediğim bir olaydan, “ Milli Nizam Partisi ” diye bir partinin kapatılması sonrasın...

BİLMECE

-Bir bilmecem var çocuklar… -Haydi sor sor sor? Bir ülke düşünelim:  Kimliği, geliş sebebi, amacı, hedefi bilinmeyen adamların baskınına uğrayıp yol geçen hanına dönmüştür. “Kime ne söz verildi de bunlar başımıza geldi?” Diye sorulmaz, yasaktır. Güzelim ormanları, dağ köyleri, hayvan varlığı “ ihmalden, kasıttan, aymazlıktan ” yanar, kül olurken, müdahale etmesi gerekenler düğün dernek gezmiştir.  O ülkeyi yönetenler sıkıya gelince  “ at izi it izine karıştı” der, kaçarcasına çeker gider. Hesap veren yoktur, istenmez de.  “ 128 nerde?” diye soranın ağzına kürek çarparlar.  Kıskananlar, “ Ayranı yok içmeye” dese de Süvari , “ atla dörtnala giderken ” Somali ’ye, tarikatlere, Türgev ’e Mürgev’e filan nakit, yangın mağdurlarına çay saçar! Hakkını arayan içeri atılır, asıl suçlular elini kolunu sallayarak gezer, kimse hesap vermez.  Elde kalan son gümüşler misali tüm varlıklar Katar Katar (!)  ve haraç mezat satılır…   Ali Mektebi mezunu Stockholm...