Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Eylül, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

BLUZ DEYİP GEÇME!

17 Şubat 2020...  Heyecan dorukta, Feyzan 12 Aralık 2019 gününden beri süren bir hastane serüveninin başkişisi... Telaş, korku, merak, üzüntü...  Duyguların girdabındayız. Ailemiz su sızdırmaz bir dayanışma içinde... Dostlarımızla kenetlenmişiz... Doktorlarımız Murat Akova ve Ahmet Rüçhan Akar bizim kahramanlarımız, hemşireler, hastabakıcılar hepsi ayrı bir değer... İşte o puslu ve sonu belirsiz gün... Hastanedeyiz...  Ali ve Mehmet’le konuşmadan, öylece oturuyoruz,   Feyzan yatakta...  Ertesi günü bekliyoruz, Feyzan ameliyata sabah erken alınacak... - Ne olacak? Ne olacak? Başarılı geçecek mi? Zor mu olacak? Ne kadar sürecek? Haftalardır yaşanan kabus bitecek mi? Birden aklıma geliyor: - Çocuklar ben bir Kızılay’a gidip geleyim... Aklımdaki şu: - Hastane süreci kimbilir ne kadar devam edecek... Oyalanmak için birşeyler bulmak gerek... Getirdiğim kitaplar yetmiyor, gidip dantel ipliği alayım... İşte bluza dönüşmeden önce, o dantelin öyküsü böyle başladı, ...

Erik marmelatı

Hayatın anlamını sorgulamayı felsefecilere mi bıraksak? Yoksa ilahiyatçılara teslim olup bunları hiç düşünmesek mi? Boş çaba, ne yaparsan yap bu soruya ömrün boyunca cevap arar durursun, asla bulamayacağını bile bile... Bu düşüncelerle boğuşurken, koskoca bir Pazar günü sana kalmıştır. Özgürlük, yalnızlık ne büyük lüks, değil mi? E, peki nasıl geçirilecek o koskoca gün? Kolayı var, önce bir yürüyüşe çıkmalı, hem de erken erken, çünkü sonra güneş yükseldiğinde yürümek şurda dursun, sıcaktan kolunu bile kıpırdatamazsın...  Şu Covit var ya Covit 19. Bizi ne hallere düşürdü. Eğer içimizdeki korkular olmasa şu koskoca günde kiiimbilir neler yapabilirdik, ama pabuç pahalı... Korkuyorum, hem de çok korkuyorum. Diyelim ki o menhus hastalığa yakalandım, “ eh n’apalım dünyada 1 milyon insan öldü, senin ayrıcalığın mı var? ” Deme bana. Böyle kestirip atamıyorsun ki... “ Ya aile efradına, eşine dostuna da geçerse? ” Diye düşünüp, hemen vazgeçiyorsun arkadaşlarını arayıp “ buluşalım ” konuşmala...

Amiralim incirler nerde?

Saatlerce direksiyon sallayıp, yorgun argın  Bodrum ’dan    Ankara ’ya dönmüştük, bavulları indir, aç, eşyaları yerine koy, erzakı ayıkla, buzdolabına yerleştir...  Alel usul yemek hazırla, sofrayı topla, bulaşıkları hallet derken saat oldu bilmem kaç...  BBC’deki sevdiğim diziyi (hararetle size de tavsiye ederim, Peder Brown ) izleyeyim derken uyuya kalmışım, seslendiler : - Burada uyuyup kalırsın, haydi yatağa... Ankara serin, camlar açık, dışarıdan gelen böcek sesleri ninni gibi, oooh, ne güzel, tam uykuya dalarken, telefonumun ışığı yandı, acaba mesaj mı geldi? Ya önemli bir şeyse? - Habertürk, Teke TEK’te, Fatih Altaylı’da amiral (*) var, açın... Uykulu uykulu dinleyeyim derken amiral o şahin (!) anlatımıyla, “ adalar meselesini, Yunan tarafının haksızlığına sessiz kalışımızı, Lozan’dan kaynaklanan haklarımızı enayi gibi öne sürmeyişimizi, bunca yıldır topraklarını genişletip duran Yunanlılara bir nota bile vermemiş oluşumuzu ” öyle bir anlattı ki uyku muy...