Ana içeriğe atla

Erik marmelatı

Hayatın anlamını sorgulamayı felsefecilere mi bıraksak? Yoksa ilahiyatçılara teslim olup bunları hiç düşünmesek mi? Boş çaba, ne yaparsan yap bu soruya ömrün boyunca cevap arar durursun, asla bulamayacağını bile bile...



Bu düşüncelerle boğuşurken, koskoca bir Pazar günü sana kalmıştır. Özgürlük, yalnızlık ne büyük lüks, değil mi? E, peki nasıl geçirilecek o koskoca gün? Kolayı var, önce bir yürüyüşe çıkmalı, hem de erken erken, çünkü sonra güneş yükseldiğinde yürümek şurda dursun, sıcaktan kolunu bile kıpırdatamazsın... 

Şu Covit var ya Covit 19. Bizi ne hallere düşürdü. Eğer içimizdeki korkular olmasa şu koskoca günde kiiimbilir neler yapabilirdik, ama pabuç pahalı... Korkuyorum, hem de çok korkuyorum. Diyelim ki o menhus hastalığa yakalandım, “eh n’apalım dünyada 1 milyon insan öldü, senin ayrıcalığın mı var?” Deme bana. Böyle kestirip atamıyorsun ki... “Ya aile efradına, eşine dostuna da geçerse?” Diye düşünüp, hemen vazgeçiyorsun arkadaşlarını arayıp “buluşalım” konuşmalarından.

İyi o zaman, hafif esinti de var, yürümeye devam et... 

A, komşunun erikleri nasıl davetkar, “kopar beni” diyor. Olmaz ki, belki daha sonra toplayacaklardır. Yok canım, ne toplaması, yerlere dökülmüş mor mor bir sürü erik...

Aslında kaç gündür aynı bahçenin önünden geçiyorum, in cin top oynuyordu ortalıkta, ev terkedilmiş gibi... 

-Covite mi yakalandılar yoksa? Sakın hastanede filan olmasınlar? 

-Olur mu yahu, duyardık öyle olsa, belli ki tatildeler. Ama bu güzelim erikler ne olacak peki? Dallardakilere dokunamam da, yere dökülmüş olanları toplasam mı acaba? Nasılsa çürüyecekler. Yazık değil mi? Ah, canım annem, ne muhteşemdi onun yaptığı erik marmelatı. Hiç üşenmezdi, bir bakarsın halamla birlikte, pazardan dönmüşler, ellerinde fileler, hemen mutfağa girip, kilolarca eriği yıkayıp ayıklarlar... 


-İyi de o zamanlar rondo filan da yoktu evlerimizde, nasıl rendeliyordu anneciğim onca eriği?

-Hiç dikkat etmemişim ki... O yıllarda başımızda kavak yelleri esiyordu, mutfağa girip de kim marmelat pişirecekti? 

Aslında bugünü haftalardır elimde sürünüp duran “Sodom ve Gomorra”ya ayırmıştım ama toprağı bol olsun, Marcel Proust’a ayıp olacak belki de, ilerleyemiyorum bir türlü. Okurken o kadar çok araştırma yapıp, yeni bilgi edinmem gerekiyor ki... Okuma keyfimi yitiriyorum, okuduklarım aklımdan siliniyor, yeniden başa dönüyorum... Sakın bana kızmayın, sadece şunu sorayım size, bir yerde şöyle diyor Proust:

“Fransızca kelimelerin kendileri de, Latinceyi ya da Saksoncayı yanlış telaffuz eden Galyalıların yaptığı birer dil yanlışıdır aslında; bizim lisanımız bir kaç başka dilin bozuk telaffuzundan başka bir şey değildir çünkü...” 

Bunu yazmasına neden olan şey ise hizmetçi kız Françoise’ınördürse” yerine “ördütse” kelimesini kullanması... Tabii hemen dipnot: 

Fransızca metinde Françoise’ın yanlışlıkla estoppeuse dediği, örücü anlamındaki stoppeuse, stopper fiilinden türemiştir ve bu fiilin de eski Fransızca’daki şekli, estoper’dir...

Yaa gördünüz değil mi sıkıntıyı? Hadi ben neyse, kitabı keyif için okuyorum da çevirmen Roza Hakmen neler yaşadı acaba çeviri sırasında? Sevgili İrem Kutluk’un da kulağını çınlatmasam olur mu hiç şimdi?

Neyse sıkıcı Pazar günü, erik toplama vesilesiyle birden çok renkli hale dönüştü, komşunun bahçesine sessizce süzüldüm, yerdeki erikleri toplayıp torbama doldurdum. Ne yalan söyleyeyim? Sanki her an birisi bağıracak, “N’apıyorsunuz orada? Siz kimsiniz? Bırakın o erikleri” diyecekti. Neyse ki demedi... Çıktım eve geldim, annemle geçirdiğim güzelim yılları düşünerek erikleri yıkadım, ayıkladım, rondodan bir çırpıda geçiriverdim. Tarif ise Nimet Ablamdan geldi:

-Tencereye püre haline getirdiğin erikleri koyarken, -bir bardak erik, ondan bir parmak eksik şeker- hesabına uy, karışım kısık ateşte kaynasın, kıvama gelince miktarına göre limon tuzu at, biraz da öyle pişsin, arada köpüklerini al, ooh marmelat oldu da bitti işte... Afiyet olsun.

Birazdan güzel bir çay demlerim, dondurucudan simitleri çıkarıp ısıtırım, yanında bir dilim beyaz peynir ve erik marmelatı... Bundan iyisi can sağlığı...

Biliyorum, canınız çekti değil mi? Haydi, “Covit Movit dinlemem”  diyorsanız, buyrun çay-simit-erik marmelatı keyfine...

Neden kimseden cevap gelmedi?

Uff amma sıkıcı gün... Yine çare, “Sodom ve Gomorra”da galiba... Nerede kalmıştım?


https://www.nytimes.com/2017/05/15/t-magazine/william-friedkin-marcel-proust.amp.html

https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Roza_Hakmen





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KONGRE TUFANI (1) Nazmi Bilgin: “32 yıl yetmedi”

Gazeteciler Cemiyetinde bir kongre geride bırakıldı, “ 32 yıl yetmedi, devam” diyen Başkan Nazmi Bilgi n yeniden seçildi.  Ancak başta OY’unu Beyaz Sayfa Kadro Hareketi için kullanan 295 değerli meslektaşımız olmak üzere aslında Cemiyetin yeni yönetim kuruluna ve  tüm üyelerine  olan sorumluluğumuz gereği, söylenecek çok şey var.  Bugünden itibaren bunları bir bir paylaşacağım:  1-32 (OTUZ İKİ) yıllık Başkan Nazmi Bilgin, benim bulunduğum her toplantıda “ Bu benim son dönemim, bir daha aday olmayacağım ” diyordu, Vakıf Senedi’nin mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine haykırarak, “ Ben bu Vakıf Kuruluncaya kadar başkanlığa aday olacağım ” demedi mi?  Gazeteciler Cemiyetinin her türlü menkul ve gayrimenkul varlığının, üyelikleri ölünceye kadar sürecek 16 kişilik mütevelli heyete geçmesinden muradı neydi acaba da başkanlık koltuğunu terk etmemekte bu kadar ısrarcı oldu? Bu durumu sizlerin yorumuna bırakıyorum.  2- Yüzlerce üyesi olan bir Gazet...

Basın Meslek Örgütü Sansür Uygular mı?

Basın meslek örgütü sansür uygular mı? Gazetecilik camiasında son günlerde bir tartışma sürüyor, ortadaki soru şu: -Sansürle mücadele etmek için kurulmuş bir basın meslek örgütü, kendi üyelerinin paylaşımına sansür uygular mı? Sözü hiç dolandırmadan, geçen hafta yaşanan bu olayı direkt anlatalım: Gazeteciler Cemiyetinden bir grup üye, 33 yıldır başkanlık görevini sürdüren yönetime eleştirilerini bir yazılı bildiriyle ortaya koydu:   -E, sonra? Sonra kıyamet koptu… Gazeteciler Cemiyeti adına “ görevlendirilen” bazı isimler, pek çok web sitesinde yer alan bu bildirideki iddiaları yanıtlamak yerine, tek tek web sitelerinin yöneticilerini arayarak sansür ettirme çabasına giriştiler. Bazılarında başarılı oldular, bazıları ise bu “ basın özgürlüğüne ihanet ” sayılan girişimi reddetti.  -Nasıl yapabilmişler bunu? -Kimilerine bazı vaadlerde bulunmuşlar, kimilerine - tüzüğün falanca maddesini işletir, sizi üyelikten atarız - demişler. -Ne vaadiymiş o? -O bildiriyi ...

KONGRE TUFANI (2) Alo 198’e sormuş!

  Gazeteciler Cemiyetinde yaklaşan kongre için, adaylığım üzerinde ısrarlar yoğunlaşınca epey düşündüm: -Kırk yıl emek verdiğim gazetecilik mesleği bana artık bir örgüt sorumluluğu yüklemiyor muydu?  -Gazeteciler Cemiyetinde yürüttüğüm çalışma sırasında gözlemlediğim ciddi yanlışlar için çaba göstermek gerekmez miydi? -Biz başımızdakileri, “ koltuğa yirmi üç yıldır yapıştınız, denetimden kaçtınız, adaletsiz davrandınız ” diye eleştirirken, “ tam otuz iki yıldır başımızda durmakta ısrar eden, denetime, adalete, eşitliğe kapalı yol yürüyen ” yöneticilere ne diyecektik? Uzun uzun düşündükten sonra kararımı verdim ve adaylığımı açıkladım. İstifa ettiğim gün başkan beni telefonla arayıp, dedi ki: - Nursun ben zaten senin ayrılacağını tahmin ediyordum. Belki de adaylık düşünüyorsun, e tabii, demokratik hakkındır. Bu sözler kulağımda çınlarken, elimde “ Cemiyetin aday listesini talep eden dilekçemle ” yola çıktım, Üsküp Caddesi 35 numaradaki cemiyetin bahçesinden içeri ...