Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Yalçın Küçük’le karşılaşma

    Sonbaharın hüznü çöktü içime…  At kestanelerinden, akasyalardan şimdilerde dökülüp, rüzgarla Ankara sokaklarına savrulan kuru yapraklar aslında yitirdiğimiz ve söylemesi çok zor ama “ yitirmek üzere olduğumuz ” güzel insanları anımsatıyor…  Geçenlerde Soner Yalçın’ın “ Kayıp Aranıyor” yazısı (*)  üzerine Yalçın Küçük aklıma düştü. Kitaplıkta epeyce aradıktan sonra arka sıraya düşmüş önemli eseri,  “Türkiye Üzerine Tezle r”i buldum, yeniden bir gözden geçireyim dedim. Üç ciltlik kitabının ilk baskılarında kaleme aldığı “işaretler ” başlıklı yazısını sonraki baskılarda da tekrarlamış,  demiş ki: “… Bir daha bu kadar dürüst ve bu kadar yeni düşüncelerle yüklü bir ansiklopediyi yazamayacağım kabul ediyorum. Dağda, zindanda, konaklarda, soran evlerde, en çok okunan, ansiklopedidir, zor yerlerde, koyu kapaklarının elden ele geçişle, yıpranmış, kırlaşmış, formunu yitirmiş eski hırkalara döndüğüne pek çok kez tanık oldum… Okunmaktan eskimiş ve yıpranmı...

Nilay’ın kitabı

Nilay Karaelmas’ın “Sosyal Medya Öncesi Gazetecilik” başlıklı kitabını günlerdir elimden düşüremedim. Çok değer verdiğim gazeteci dostumun kaleme aldığı  sayfaları çevirdikçe heyecanlandım, 70-80-90’lı yıllarda ülkede yaşananları ben de adeta Nilay’la birlikte yeniden yaşadım.  Nilay o yıllarda “aşkla sürdürdüğü ” gazetecilik serüvenini öylesine içten ve samimi bir anlatımla kaleme almış ki,  önünde yerlere kadar eğilip şapka çıkarmak gerekir bence.   Sizler henüz elinize almadan  büyüsünü   bozmak istemem,  onun için kitaptan bir kaç alıntıyla  yetineyim… Bir kere Nilay, dünyanın neresine giderse gitsin “ iyi habercilik yapmanın tüm altyapısına sahip dört dörtlük bir muhabir…”  Neden mi? Bir kere kocaman bir hayal kurmuş… Babasının ç ocukluğunda  armağan ettiği teyp ve mikrofonla ta o yıllarda röportajlar yaparmış ve o zamandan başlayarak o hayali besleyip büyütmüş.  Günün birinde, “ Basın Yayın Genel Müdürlüğü sınav açtı ” denilin...

Hikaye Yeni Başlıyor

Sevgili meslektaşım, dostum Ayla Ganioğlu’nun yeni yayınlanan kitabını güneşli bir günde, İstanbul’da, yaprakları pırıl pırıl parlayan bir manolya ağacına karşı okumaya başladım, “ Hikaye Yeni Başlıyor ”un kapağını açmamla birlikte de, harika, anlatılması güç, belki sadece rüyalarda görülebilecek fantastik bir dünyanın parçası oluverdim. Uzun zamandır bir roman yazma hayaliyle yanıp tutuşan ama bunu bir türlü gerçekleştiremeyen Sebat ile işte böyle bir günde, kitabın giriş cümlesinde tanıştık. Tanışıklığımız sayfaları çevirdikçe ilerledi ve ona müthiş bir sevgi duymaya başladım.   -Kimmiş yahu o Sebat? Niye onca zaman yazamamış romanını? Yazsa bir şeye benzeyecek miymiş bari? -Ooo, bunları söylemeden önce Sebat’ı tanıman gerekir, bir bilsen önüne çıkan engelleri, Cefakar’ı, hele hele 3 M’yi… -3 M de neymiş? Yoksa, büyüyüp devleşip 5 M’ye kadar varan o meşhur market miymiş Sebat’a engel olan şey? -Saçmalama da dinle, Ayla’nın kitabının kahramanlarından söz ediyorum, Mela...

Benim seçimim, KEMAL!

Her 29 Ekim’de, 10 Kasım’da bir resim paylaşılır, altına bir sonsuzluk işareti kondurulur, “unutmadık ” yazılır ve iş biter… Unutmadık mı sizce Ata’yı? Hani laik düşünce? Hani ileriye bakan gençler? Hani kadın hakları? Hani güzel sanatlar? Tanık değil miyiz hepsinde geriye gittiğimize? Varsa yoksa din kisvesine bürünmüş sözde ulema takımı… O pırıl pırıl çocukları, gençleri, kadınları, erkekleri çağımızın gereklerinden uzaklaştırıp, kendi yorumladıkları eski öğretilerle geriye götürmeye çabalamıyorlar mı? “ Siz bu dünyayı fazla sorgulamayın, hakkınızı aramayın, refahı, adaleti, eşitliği boşverin, olanlara gözünüzü kapayın, bırakın baştakiler böyle devam etsin, öbür dünyada sizler cennetin nimetlerinden nasılsa fazlasıyla ödüllendirileceksiniz” demiyorlar mı? Eh, insanoğlu kusursuz mu? Tabii ki gören göz isteyecek, onu aksine ikna etmenin bir yolu bu dünyada görüp, isteyip de sahip olamadıkları için öbür dünyadaki cenneti, hurileri, gılmanı, vildanı (*)  vaad edeceksin ki itaat etsi...

Du bakali n’olcek? (Ezici güç karşısında Can Atalay olayı!)

-Hukuk, “ezici gücün iki dudağı arasında” mıdır? Evet, ülkede herkes bugünlerde bu soruya yanıt arıyor. Peki, bu heyecanlı arayış şimdi nereden çıktı? İyi de, bugüne kadar ezici güç karşısında durabildik mi? Acaba şu bir kaç soruya yanıt verebiliyor muyuz? -Mühürsüz oylara -geçersizdir- diyebildik mi? -Diploma nerede? -Aslını görelim- diye ısrar edebildik mi? -Anayasa en fazla 2 diyor, -3. Kez aday olamazsın- koşulunu ileri sürebildik mi? HAYIR… -E, o zaman şimdi neye, nasıl itiraz edeceğiz?  -Kısaca tartışmanın özeti şu; Can Atalay (*) milletvekili seçildi, oysa 18 yıllık bir mahkumiyeti vardı, bu durumda  cezasının milletvekilliği sürecinin sonrasına ertelenmesi gerekiyordu. Fakat “ ezici güç ” şöyle dedi: -N’AYIR, N’OLAMAZ… -Ya, ciddi ol şimdi, o N harflerini filan kullanmayı bırak, film çevirmiyoruz burada, biraz ciddiyet… -İyi de nasıl ciddi olabilirim ki? Anayasa, hukuk filan kalmış mı ortada? Can Atalay için iç hukuk yolları tüketilmiş, sonunda ...