Ana içeriğe atla

Ulysses nihayet tamam! (mı?) (3)

 




Sayın James Augustine Aloysius Joyce beyefendi-haşmetmaap-aleyhisselam hazretlerine seslenişimdir,  (Aslında sayısız ismi olan birine nasıl hitap etmem uygun olur bilemedim de…) 


Zürih’teki ebedi istirahatgahınızda, eşinizle yan yana uzanarak oradan bizleri seyrederken acaba “Ulysses mağduru” okurlarınızı duyabiliyor musunuz?




Siz zat-ı Alilerine, Dublin doğumlu büyük yazar mı desem? Homeros’un soyundan gelip Yunan Efsanelerinin yeniden yazımına soyunan bir kalem ustası mı? Sözcüklerin efendisi, dünya dilleri koleksiyoncusu, Henrik Ibsen’i kendi dilinden okumak için bir dili daha belleğindeki onaltı dile ekleyen adam mı desem? Yoksa, açık saçık (sevişmeli, mevişmeli, öpüşmeli hatta mastürbasyonlu) fanteziler üretim merkezi müdürü diye mi ansam sizi? 


Evet evet, size diyorum, büyük usta, James Joyce beyefendi… Sizee şimdiiii yüksek ve tiz bir sesle, haykırarak sesleniyorum: 


-Söyleyin bakalım, bir keresinde, “yaşam sevmediğiniz bir kitabı okuyacak kadar uzun değildir!” dememiş miydiniz? 


-E, Ulysses’le,  bu çetrefilli, başı sonu birbirine karışan, kimin ne düşünüp ne yaptığı, ne dediği belli olmayan kitabınızla, şu sonu gelmeyen pösteki saydırma işini neden açtınız başımıza o zaman? 


Neymiş? 


Profesörler filan bile yüz yıl bile geçse bu bilmeceyi çözemeyeceklermiş de falanmış da filanmış…


Ömrümü yediniz  ömrümü… Bakın, sizin kitabınız yüzünden ağzım bile bozuldu, sinkaflı, beddualı laflar dilime yapıştı yaaa. (Neyse ki Finnegan’ın Vahı’na el atmaya hiiiç niyetlenmedim. Çünkü inanmak güç ama bir kitap kulübünde tam 28 yıl sürmüş o kitabınızın okunup tartışılması)


Dünya kadar okurun, aydının, entelektüelin, kitap kurdunun “aman bizi cahil bellemesinler” diyerek sesini kesip, bir köşeye sinip, bir türlü “okuyamadık” diyemediği, bunu kendine, fısıltıyla bile itiraf edemediği  Ulysses’in bitmek tükenmek bilmeyen sayfalarında Leopold Bloom’un ya da karısı Molly’nin, ya da meyhane-genelev arkadaşlarının ağzından senelerce uğraşıp yüzlerce sayfa döktürmüşsünüz ya, şimdi sıra bende…


Bana ne Bloom’un 18 saatlik yaşam sürecinde Dublin’de uğradığı yerlerden, her an aklından geçenlerden, eski yeni yaşantılarından, Molly’nin onu aldatışından, barsaklarını boşaltmak için (kah tutup kah  bırakarak!) bahçedeki helanın oturağında geçirdiği dakikalardan, güzel bir genç kızı parkta göz ucuyla izleyerek kendini tatmin edişinden, sonra da -ayağı aksıyor- diye kıza acıyışından, yediği yemeklerden, hele hele Molly’e sabah kahvaltısı hazırlarken kızarttığı domuz böbreğini tavada unutup dibini tutturuşundan, girdiği meyhanelerde çulsuz arkadaşlarıyla birlikte yuvarladığı biraların onlara düşen kısmını ödememek için barmene işmar edip, sadece kendi payını bastırıp gizlice sıvışmasından, babasının intiharından, suyun dibinde bulunuşundan, oğlunu kaybedişinden… Sinn Fein’in taa o devirde sürdürdüğü bağımsızlık mücadelesinden (ki bizim akil heyet de İrlanda’ya gidip ayrılığı incelediydi de Kürt meselesine bir şablon biçecekken bunu başaramayıp geri döndüydü,) İngilizlerin siz İrlandalıları ezip ezip, posasını çıkarıp,  sakız gibi çiğneyip sonra bir kenara  fırlatıp atışından…


-Joyce ve karısı Nora’nın mektuplaşmaları acaba Ulysses’in habercisi miydi? Daha ilk buluşmalarında Nora’nın Joyce’un pantolonuna el atıp onu tatmin edişine ne demeli? Edebiyat eleştirmeni ve biyografi yazarı Richard Ellmanns’a kulak verelim: (**)


… aslında sıradan olan olağanüstüdür; Joyce'un romanı sıradan olanın meşrulaştırılmasıdır." O gün Nora ile arasında yaşananlar kaba, ahlaksız veya iğrenç değildi: hayatın ta kendisiydi. Ve Ulysses'in temeli oldu.




Peki, Nevzat Erkmen’in tercümesi (**) işi kolaylaştırdı mı? Ona sormak isterdim:


-Değerli beyefendi, dilbilimcilerle yarışsanız nice nice birinciliklere layık Türkçenize, Osmanlıcanıza ve İngilizce bilginize derin saygı duyuyorum, hele de çevirilerinizle gerçekten ustalık katına layıksınız ama Allahaşkına siz Ulysses’le kendinizi yine Cumhuriyet okurlarına bulmaca mı hazırlıyor sandınız? E, nedir o zaman sayfaları sararıp solmuş, harfleri bile silinmiş, bir kenara atılmış  eski lugatlardan  bulup bulup çıkardığınız sözcükler? Bakın sadece 15-20 sayfada not aldıklarıma:


…Tenasüh, müntehip, mütevaris, şenaat, sıraca, müsevves, taaffün, tedai, fülusu ahmer, müsevveş, zarta, tanzifat, teheyyüç, müftakir, muvahhiç, mütehevvir, silahendaze, mumaileyhin, zamime, merbutiyet, kessavaklık, müncezip, kısrıklık, namüteaccibane, mütenevvi, muvazzah, suri, alakabahş, metbu, teeddüb, tesevvüş, tesmiye,  zarp, müsaraat, türrühat, mugaddi, sürur, temellük, intaç, iltibas, müheykel, zekavet, gamseleli, sümme tedarik, tehacüm, rahvar, mukarin, tereddi, müştekir, duumvirate, istinkaf, istidlal mefruz, taharrüş, metempsychosis, tahtafuruş, bir şakış, tazammun, münkarız, istilzam, müennes, istiğrak…” üstelik uzayıp, sayfalarca sayfalarca gidiyor. 


Böyle kitap okumak olur mu? 


Kucağımda Ulysses, neredeyse her sayfasına çizikler atmış, soru işaretleri koymuş, post-itler yapıştırmışım. Bu çözemediğim ibarelere sonradan dönüp -ne diyor?- diye bakacaktım sözde. Asla…Daha o sayfalar çok bekler beni!


İyi de, bu işkenceyi kendime neden yaptım ben? Bir köşeye çekilip, güz güneşinden yansıyan rengarenk ışıklar altında, kahvemi yudumlayarak bir kitabın sayfalarını keyifle çevirmek varken? Hangi akılla Ulysses’le aralıklarla da olsa koca bir yaz geçirdim? Hem de nasıl? Bir elimde kitap, diğer elimde sizin Ulysses Sözlüğü, masamın üstünde not defterlerim, sürekli aç kapa-aç kapa yaptığım bilgisayarımla saçımı başımı mı yolmalar...  Hele hele yakın zamanda bunlara bir de Everyman’s Library’den Londra’da 1988’de basılan Ulysses eklenmedi mi? (Komşum Berfin sağolsun!)  Yooo, niyetim tekrardan okumak değil, (zaten benim İngilizcem Joyce’a yetmez) sadece altını çizdiğim bir kaç paragrafla Joyce-Erkmen karşılaştırması yapmak. Neden mi? Erkmen’in kitabı çevirirken kendi anlayışı doğrultusunda yeniden yazdığına inanıyorum da ondan… 


İşte eziyete dönüşen bu okumalar sırasında yaşadıklarım…Joyce’a hem kızarak ama Dublinliler öykülerinden bu yana çokça da hayranlık duyarak sürdürdüğüm yan okumaları ise hiç konu etmesem daha iyi…


Aslında bakmayın yılgınlığıma, Joyce’a dair merak ettiğim çok şey var… Örneğin Molly’e kitapta neden Türk-Osmanlı işi kırmızı terlik-şalvar  hatta dansöz kıyafeti giydiriyor? Dublin’de o yıllarda gittiği Türk Hamamından mı esinlenmiş? Yoksa Trieste’de tanıştığı Türkleri mi anmak istemiş? Ulysses'in önceki kapaklarından birinde Bloom neden fesli? (***)


Belki de Enis Batur’un dediği gibi; “Haddini bilmenin en iyi yolu onu zorlamaktan geçiyordur” o zaman devam!


(*) https://insidestory.org.au/richard-ellmanns-extraordinary-achievement/


(**) https://www.edebiyathaber.net/nevzat-erkmen-kitabini-cevirmeme-neden-olan-seyler-joyceun-benzersizlikleridir-sanirim/


(***) https://dusundunya.com/irlanda-ve-ulysseste-turk-izleri











Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Külliye’ye içerden bakış: Erdoğan’a: “Sistem yürümedi, Türkiye’yi seçime götürmeli”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın  “Başdanışmanı” olarak Beştepe’de    7 yıl süreyle  görev yapan İlnur Çevik’le konuştuk. “ Bu sistem yürümedi ” diyen Çevik durumu, “Erdoğan’ın en kısa zamanda Türkiye’yi seçime götürüp sistemi rayına oturtması şart, eğer torunlarını şu kadarcık! bile seviyorsa bunu yapmalı, aksi halde eyvah! ” diye özetliyor.  DEM Parti ile yürütülen “çözüm süreci” için, ortada bir plan taslağı bulunmadığını savunan Çevik’e göre, her zamanki “Kervan Yolda Düzülür” mantığı yine ağır basıyor. …Acaba Külliye’de çalışma sistemi nasıl? Cumhurbaşkanı gündemini nasıl belirliyor? Yüksek İstişare Kurulu diye bir kurul var, orada ve  pek çok kişinin üye olarak yer aldığı diğer kurullarda neler görüşülüyor? Erdoğan, Atatürk ismini neden diline almak istemiyor?Beştepe’nin bodrumunda gerçekten tam teşekküllü bir hastane var mı?…  Gibi pek çok soru aklımı kurcalıyordu, “ İlnur Çevik nasılsa görevi bıraktı, artık belki konuşur ” diye düşün...

Yekta Güngör Özden’e geçmiş olsun

Geçen hafta Anayasa Mahkemesinin eski başkanlarından Yekta Beyi ziyaret etmiştik. Bugün öğrendik, küçük bir ev kazası yaşamış, ameliyat olmuş, iyiymiş. Kendisine acil şifa diliyoruz.  Aslında Ankara’da gündem o kadar yoğun ki, Yekta Beyle yaptığımız söyleşiyi bu sabah kayda geçiriyordum tam, o anda başka konular araya girince yarım bıraktım…  O halde şimdi tamamlayayım: “Güngörmüş” dostlarla bir araya gelebilmek, yakın tarihin sayfalarını gözden geçirebilmek ne kadar büyük bir şans. Geçenlerde Ali Bilge  ve Feyzan Erel ile birlikte Anayasa Mahkemesinin eski başkanı Yekta Güngör Özden’i ziyaret etmiştik, sohbetimiz sırasında notlar aldık, “ yazabilir miyiz anlattıklarınızı ?” Diye sorduğumuzda, “istediğinizi yazın” yanıtı vermişti. İşte o gün bugünmüş…  Yekta Güngör Özden ’in o gün söylediklerine şimdi biraz kulak verelim mi? SORU: Ülkede büyük bir gerilim yaşanıyor şu anda. Aydınlar, gazeteciler politikacılar tutuklanıyor, herkese gözdağı veriliyor, nas...

KONGRE TUFANI (1) Nazmi Bilgin: “32 yıl yetmedi”

Gazeteciler Cemiyetinde bir kongre geride bırakıldı, “ 32 yıl yetmedi, devam” diyen Başkan Nazmi Bilgi n yeniden seçildi.  Ancak başta OY’unu Beyaz Sayfa Kadro Hareketi için kullanan 295 değerli meslektaşımız olmak üzere aslında Cemiyetin yeni yönetim kuruluna ve  tüm üyelerine  olan sorumluluğumuz gereği, söylenecek çok şey var.  Bugünden itibaren bunları bir bir paylaşacağım:  1-32 (OTUZ İKİ) yıllık Başkan Nazmi Bilgin, benim bulunduğum her toplantıda “ Bu benim son dönemim, bir daha aday olmayacağım ” diyordu, Vakıf Senedi’nin mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine haykırarak, “ Ben bu Vakıf Kuruluncaya kadar başkanlığa aday olacağım ” demedi mi?  Gazeteciler Cemiyetinin her türlü menkul ve gayrimenkul varlığının, üyelikleri ölünceye kadar sürecek 16 kişilik mütevelli heyete geçmesinden muradı neydi acaba da başkanlık koltuğunu terk etmemekte bu kadar ısrarcı oldu? Bu durumu sizlerin yorumuna bırakıyorum.  2- Yüzlerce üyesi olan bir Gazet...