James Joyce’un Ulysses’i yeniden elimde… Bu kez Füsun Arda Özşahin’in yazısından (*) heveslenip, sürekli ikmale kaldığım! sekiz yüz küsur sayfalık “imtihan”a giriyorum.
-Neden?
Derseniz; Yazarın kendisi Ulysses için bir keresinde bıyık altından hınzır hınzır gülümseyerek “yüz yıl boyunca eleştirmenlerin ve akademisyenlerin başına bela kesilmek”ten söz ettiyse endişelenmekte haksız mıyım?
Ulysses aç-kapa, aç-kapa yaparak çooook uzunca bir süredir aynı rafa yerleştirdiğim kitaplığımdaydı ve şimdi kimbilir kaçıncı kez elimde…
Neye üzülüyorum biliyor musunuz?
Bir tarihte (hem de Haziran’da!) Dublin’e gittiğimde Kule’yi (**) ve “Forty Foot” plajını Joyce’un gözünden seyretme hayaliyle, oralarda saatlerce çakılıp kalmış, gözüme takılan her şeyi belleğime kazımıştım. O zaman da sınıfta kalmıştım Ulysses imtihanından… Joyce Usta’yı “Dublinliler” öykülerinden tanımış, sevmiştim ama tanışıklığımız o kadardı işte…
Kitap Nevzat Erkmen’in çevirisiyle, yirmi dördüncü baskısıyla (***) şimdi yeniden elimde… Fakat Enis Batur’un önsözü ve arka sözü ile çevirenin (Erkmen) sözü o kadar ilginç ki, neler neler söylüyorlar Joyce’a ve Ulysses’e dair… Hele Nevzat Erkmen’i gözümde yüceltiyor yüceltiyor, “Çevirmenlerin Tanrılar Katı”na yerleştirmeye niyet ediyorum. Boşuna değil aldığı onca berat (****) ve ödül… Keşke onu Covit’ten kaybetmeseydik ve doksanına kadar yaşasaydı, kimbilir daha neler neler okuyacaktık kaleminden?
Ne olursa olsun bu kez Ulysses’i okuyup bitirmekte ve üzerine ne yazıldıysa bulup, hatmetmekte kararlıyım.
Eh, 16 Haziran’a kadar (İlk baskının yıldönümü) zamanım var. Umuyorum, o gün ben de Joyce hayranlarının arasına karışıp Bloomsday için Dublin’e gitmiş olurum…
James Joyce’un 1904 yılı Eylülünde altı gün geçirdiği Kule’den ilhamla yazdığı, beni bunca zamandır suçlulukla yaşatan Ulysses’in girişi şöyle:
“Sarman, babaç Buck Mulligan, üzerine bir aynayla bir ustura haçvari konulmuş tıraş sabunu köpüğü dolu tasıyla merdiven başında belirdi. Sarı, kuşağı bağlanmamış ropdöşambrı tatlı sabah yeliyle ardında hafif hafif yalpalanıyordu. Tıraş tasını yukarı kaldırıp okudu:
-Introibo ad Altara Dei”
-E, haydi bakalım, nasıl devam edeceksiniz?
-Tabii ki Nevzat Erkmen’in Ulysses sözlüğüne müracaatla…
-“Tanrının mihrabına gideceğim…”
Demekmiş o Latince sözler.
————Enis Batur’un önsözü——-
Ha, bir de Enis Batur’un (*****) “Ön-Söz”ü var. Kitabın kapağını açtığınızda karşınıza çıkan ve sizi adeta “kitabı okumaktan caydıran” sözleri:
-“Ulysses’i çevirmeye kalkışmak başlıbaşına bir çılgınlık; yayımlamaya, daha doğrusu çevirtmeye kalkışmak da öyle; ya çevrilmiş, yayına hazır edilmiş Uysses için bir önsöz yazmaya kalkışmak? Bunun birden fazla tehlikesi var…”
Ve “Joyce’un Kulesi” başlıklı “Ön-Söz”ün son cümlesi:
-Kule’den ne(resi) görülür?
——-Deniz sümükyeşili mi?——-
Kule’nin baktığı “sümükrengi-snotgreen” deniz!
Ah işte onu biliyorum, Kule’den neresinin görüldüğünü…
“Sümükrengi” tanımlaması bir metafor mu bilemem, ben size sadece oradan neresinin görüldüğünü anlatayım, fotoğrafını bile paylaşayım, ayrıca benim fotoğrafı çektiğim o Haziran günü Dublin Körfezi hiç de “sümükyeşili-snotgreen” görünmüyordu, basbayağı maviydi… Kulenin baktığı meşhur Forty Foot plajıydı orası… Haziran’da bile “yedi derece” soğukluktaki suya girip çıkanlar vardı, adamın biri de “anadan üryan” atladı suya, acaba Mulligan’ın “taşakbüzen deniz” benzetmesini okumuş muydu? Zaten suda azıcık kalıp çıkanlar, hemen tepeye, arabalarını park ettikleri yere koşarcasına tırmanıp, battaniyelerine sarınıp, termoslarından sıcak kahvelerini yudumluyorlardı.
1970 yılına değin Forty Foot’tan denize girmek sadece “erkeklere mahsus” bir ayrıcalıkmış, neyse ki İrlandalı feministler o yıl plajı basıp, kadın ve çocukların da oradan suya girebilmesini sağlamışlar…
———Okuduğumuz Ulysses gerçek mi?——
Enis Batur, ilk basımından yıllar sonra Ulysses’in aslında hatalı yayınlandığının ortaya çıktığına da dikkat çekiyor. Bu hatalara Paris’te basıma kısa süre kala, Joyce’un gönderdiği yüzlerce sayfalık ek metin (üstelik el yazısı son derece okunaksızmış) ve metni dizgiye hazırlayan matbaa (Shakespeare and Company) hurufatçılarının hiç İngilizce bilmemesi neden olmuş.
New York Times’ta 1984 yılında yayınlanan bir haber, Ulysses’in basım sürecine ışık tutuyor ve araştırmacıların ortaya çıkardığı toplam “beş bin hatalı sözcük ve ifade”ye dikkat çekiyor. Ulysses bu yeni bulgularla, Joyce’un kitabını matbaaya teslim edişinden yıllar sonra yeniden düzenlenerek basılıyor. (******)
“…Öyle günahlar veya (dünyanın onlara verdiği isimle) kötü hatıralar vardır ki insan onları ruhunun en karanlık köşelerinde saklar, onlar da orada yerleşip beklerler. Bazen bu insanın hafızası körelir, öyle şeyler hiç olmamış gibi davranır veya onların mevcudiyetini reddeder veya en azından kendisini onların o şekilde olmadığına inandırır. Ama tesadüfi bir kelime onları ansızın depreştiriverir ve en olmadık şerait altında, meselâ zevkle tef ile harp dinlerken veya bir akşam vaktinin serin kristal asudeliğinde veya bir ziyafette, geceleyin, artık şarapla doymuş bir vaziyetteyken bir hayal veya bir rüya şeklinde onun karşısına dikiliverirler. O hayal onun üzerine feveran ederek, onu tahkir edercesine değil, intikam alıp onu insanlardan uzaklaştırmak için değil de, mazinin perişan kisvesiyle kefenlenmiş olarak sakin,uzak, sitemkârane bir şekilde gelir.
(*) https://www.mesaholding.com.tr/tr/mesa-ve-yasam
(**) https://en.wikipedia.org/wiki/James_Joyce_Tower_and_Museum
(***) https://www.yapikrediyayinlari.com.tr/
(*****) https://www.birazoku.com/ulysses-james-joyce
Nursuncım hislerime tercüman olmuşsun ben de okuyamamıştım kaç kere denedim yine de okuyamadım yazın çok güzel müthiş bir üslubu var çok beğeniyorum biliyorsun mutlaka denemeler yazıp bir yerde yayınlanması lazım
YanıtlaSil