Bakın şimdi size önemli bir itirafta bulunacağım, ama lütfen aramızda saklı kalsın olmaz mı? Cehalette bir asır öncesinden bile geride olduğumu, elifi gördüğümde mertek sandığımı aman başkaları bilmesin. Ah dostlar, cehalet üç sınıfa ayrılırmış diye duydum, o kadar merak ediyorum ki acaba ben acaba hangi sınıftayım? (*)
-Eh anlat bakalım da biz karar verelim ona
Diyorsanız, başlıyorum işte…
Ben kendimi okur-yazar sanırdım, meğer değilmişim,
Neden biliyor musunuz? James Joyce’un şaheseri, (dünya edebiyatının da!) sayılan kitabını neden her defasında raftan aldım, bir noktaya kadar getirip (okuyup), sonunda pes edip, bir daha açmamacasına kapağını kapatıp nasıl rafa bıraktım?
-Benim neyim eksikti Ulysses’i baştacı şu yapan okurlardan?
-Yüzyılın üç önemli romanından biri kabul edilen Ulysses neden benim gibi kendini kitap kurdu sanan birini içine alıp sarıp sarmalamadı?
-Joyce’un dilini anlayamayacak kadar kıt mıydı benim okuryazarlığım?
-Hoş, asla ve kat’a haddimi aşıp, kitabı orijinal dilinden okumaya cüret etmemiştim ki zaten… Neredeyse ta otuz beş yıl önce Yapı Kredi Yayınları kitabın Türkçeye çevirisi için yarışma açmıştı da, merak edip, Ulysses’i bir yerlerden bulup buluşturup, sayfalarını şöyle bir çevirirken, “bakalım bu deli işini kim kahramanca üstlenip, pöstekiyi sayabilecek?” Diyerek kitabı, sanki beynim uyuşmuş-elim yanmış hissiyle oracığa bırakıvermemiş miydim?
-Bu kaçıncı vicdan azabıydı? Hele de evdeki kitaplığa her girdiğimde içimi kaplayan o abartılı huzursuzluk…Başımı çevirip o tarafa bakmak istemesem de kitap beni hemen buluyor, üstelik de raftan alay eder gibi, utanmazca göz kırpıp durmuyor muydu?
-Ama bu sefer kararlıyım…Joyce’a içimden dışımdan, en kötü ilencelerle söylenip, hatta zaman zaman haykırarak ne kadar kızsam da, Dublin’li yazarın tam 103 yıl önce başımıza açtığı bu çetrefilli işe inat, kitap kimbilir kaçıncı defa Nevzat Erkmen’in çevirisiyle elimde… Ama yağma yok, kaçmayacağım, inat edeceğim çünkü okuma maratonuna artık “tam teşekküllü” girdim, Erkmen’in Ulysses sözlüğü elimin altında (Para vermeyin, PDF’ini dijital indirebiliyorsunuz…) Açık konuşayım, ilerleyebilmek için neredeyse her sayfada durup, sözlüğe bakıyorum. Eğer başaramaz da maratonu yarıda bırakırsam Erkmen sonrası iki farklı çevirmenden basılan Ulysses’lere (**) el atacağım.
-E, peki başın artık göğe erdi mi? Kitabın başkişisi Leopold Bloom’un Dublin’de geçirdiği o “bir tek gün”ün her anını okumak sana ne verdi?
Diye soruyorsanız, neleri kastettiğinizi biliyorum, durun durun, onlara ilişkin düşüncelerimi sonra paylaşacağım… Şimdilerde kitabın onikinci bölümünde, üçyüzkırkbirinci sayfasındayım (Toplam 18 bölümlük kitap 841 sayfa) Leopold Bloom’u az çok anlamaya başladım, tabii James Joyce’un kendi çiziktirdiği kara kalem portre de epey şekillendirdi kafamdaki imajını.
Laf aramızda, tuğlayı andıran kitap haftalardır elimden düşmedi, biraz ağır olduğu için, çantama sığdıramasam da her yere taşıyorum, en tuhaf ortamlarda bile okumaya devam, ilginç bulduğum satırlarını çize çize...
Yalnız bir sır daha vereyim, aslında beni kitaptan daha fazla eğlendiren ne biliyor musunuz? Sanal dünyaya yaptığım küçük kaçamaklar…
Örneğin ilk baskısında Joyce, kapağın “özel bir mavi renkte” olmasını istemiş, hatta o maviyi anlatmak için Yunan Bayrağının resmini (Bu kitap için Homeros öykünmesi diyenler de var!)göndermiş matbaaya.(***)
Amerika’da bir edebiyat dergisinde Ulysses’in bir bölümü yayınlanınca, derginin editörleri mahkemede “müstehcen yayına aracılık etme” suçunda yargılanıp 100’er dolar para cezasına çarptırılmışlar. (****)
James Joyce Zürih’te ölmüş, mezarı oradaymış, karısı Dublin’e taşınmasını hep istemiş ama İrlanda’nın başındakiler karşı çıkmış.
James Joyce’un, kitaplarını yayınlayabilmek için yıllarca nasıl büyük bir mücadele verdiğini sanırım duymuşsunuzdur, gençliğinde daima para sıkıntısı çektiğini de…
Karısı Nora ile Dublin’de tanışmışlar, yıllarca Trieste’de, Zürih’te, Paris ve Londra’da birlikte yaşayıp ancak 37 yıl sonra evlenmişler. Nora, 58 yaşında ölen kocasının katolik cenaze töreniyle gömülmesine izin vermemiş, törene İrlanda’dan hiçbir diplomat katılmamış, çünkü baştakiler öyle talimat vermiş. Joyce çiftinin iki çocukları olmuş, kızları Lucia şizofrenmiş belki de bu yüzden Ulysses’i Joyce’un “çok iyi bildiği şizofrenik bir bakışla kaleme aldığını” ileri süren eleştirmenler de var.
Beyaz şarap tutkunu olan Joyce’un Fendant de Sion markasını tercih ettiği, damakta isli, acımsı bir tat bırakan, açık kehribar renkteki bu şarap için, “Arşidüşesin çişi” dediği biliniyor.
Toprağı bol olsun ustanın, bol olsun da bakalım biz dünya gözüyle kitabı hatmedebilecek miyiz?
———————————————————-
1. 'Cehl-i basît': Bilmeyen; ama bilmediğini bilen; öğrenme imkânı vardır.
2. 'Cehl-i mürekkeb': Bilmeyen; ama bilmediğini de bilmeyen; bilmediğinin bilincine ermedikçe öğrenme imkânı yoktur.
3. 'Cehl-i mik'ab': Bilmeyen, bilmediğini de bilmeyen ama en doğru bildiğini iddia eden. Katmerli câhil. Üç-boyutlu cehalet; yani derinliği olan cehalet. Bırakınız bir şey öğrenmeyi iddialı olduğu konuda kendisine bir şey öğretmek bile mümkün değildir.
Ey güzel dostlar, söylesenize, sizce ben hangisiyim?
(*)https://sorularlarisale.com/cehl-i-murekkep-ne-demektir
(**)https://www.amazon.com.tr/Ulysses-James-Joyce/dp/9758686682
https://parsomenfanzin.com/2022/01/10/cevirmenine-sorduk-fuat-sevimay-ve-ulysses/
(***)https://theconversation.com/ulysses-at-100-why-joyce-was-so-obsessed-with-the-perfect-blue-
(****)https://en.wikipedia.org/wiki/Obscenity_trial_of_Ulysses_in_The_Little_Review#:~:text=In%20accordance%20with%20obscenity%20precedents,thereby%20violated%20the%20Comstock%20laws.




Yav sen var ya ne hınzırsın nursun geçen yüzyılda yaşasan kadın yazarlar aşık atamazdı senle (benkimim? Hanı gaybiyatır apartmanını yazacaktın?)
YanıtlaSil