Ana içeriğe atla

İnönü’yle Lozan’ı yaşamak (1)

 



Cenevre’deyiz, çok heyecanlıyım, asıl isteğim Lozan’a ulaşmak, tarihi kenti baştan başa dolaşmak, bir asır öncesini hayalimde canlandırmak, o anları yaşamak. 


-İsmet İnönü’nün Hatıratı (*) var elimde. Her sözcüğünde durup, irdelerken, kimi zaman takılıp kalıyorum, farklı kaynakları açıp kapatma maratonundayım. Bir gazeteci için bu saplantı doğal değil mi?


Lozan Antlaşmasının üzerinden yüzyıl geçmiş olsa da, T.C. adına görüşmeleri yürüten devlet adamı İsmet İnönü’nün izlerine acaba orada rastlayabilecek miyim?  Cumhuriyetin İkinci Cumhurbaşkanı, İlk Başbakanı İsmet İnönü, Lozan’ı aylar boyunca mesken tutarken, hangi semtlerde, binalarda, toplantı salonlarında bulunmuş, kendisini akşamları oteline geri götüren otomobille caddeleri, sokakları katederken neler yaşamıştı? 


Lozan Polis Müdürü Jaquiard, İsmet Paşa’ya gelip, otomobilden Türk Bayrağının kaldırılmasını neden istemişti:

-Paşa hazretleri, Ermeni çetelerinin size bir suikast yapacaklarını biz de haber aldık, görevimiz sizi korumaktır, konferans salonuna gidip gelirken otomobilinizden Türk bayrağının kaldırılmasını rica ediyoruz.

Paşa:

-Ben, buradaTürk delegesi olarak bulunuyorum. Bu Türk bayrağı benim arabamdan kalkmaz. Ben burada bir suikaste kurban gidebilirim. Fakat benim ardımdan bir Türk delegesi daha gelir, arabaya biner ve benim vazifemi yapar. Türk bayrağı otomobilden hiçbir zaman kaldırılamaz. Bin Türk delegesi bile kurban edilse bayrak kaldırılmaz, yerinde durur. Bayrağınızı savunamazsanız hiçbir ulusal mücadeleyi kazanamazsınız…


İnönü için “cesur bir vatansevermiş” diye düşünürken, bugün devleti temsil eden isimlerin sayısız otomobil ve yüzlerce korumadan oluşan şaşaalı konvoyları aklımda!


—-Kapitülasyonların kaldırılması——-


Lozan’da görüşmeler sürerken, İnönü, kapitülasyonların kaldırılması noktasında kendi deyimiyle “diplomat değil, asker olmanın” sıkıntısını nasıl yaşamış?


“…Kapitülasyonlar meselesinde uğradığım güçlük, biraz da askerlikten gelip, amatör diplomatlık yapmamdan doğmuştur. Benim bu durumumdan yararlanmak isteyen diplomatlar, her iddialarını tekliflerini diplomasinin usul ve kaidesine uygun şekilde ileri sürüyorlardı. Ben bu iddialara karşı, amatör diplomat olarak ve asker tabiatıyla fikrimi kısa ve kuru söylemek isterdim, mesela kapitülasyonlar için mülgadır (iptal) diyelim derdim. Böyle diyemeyiz derlerdi… Kapitülasyonların ilgasında, ilgasına teşebbüs etmekte akit taraflar mutabık olduklarından, birtakım tedbirler düşündüklerinden bahsederlerdi… Bırakın bunları derdim…Konferansın ilk kesildiği ana kadar kapitülasyonlar üzerinde sonuca varmak bizim için mümkün olmamıştır, konferans kesildiğinde de açık bir mesele olarak kaldı…”


——Lozan bomboştu——-


Bu satırları yol boyunca okuyarak Lozan’a vardığımızda ilk iş olarak, önünde şu sırada büyük bir tadilat süren Rumine Sarayı’na (**) adım attık. Lozan Antlaşması 24 Temmuz 1923 günü, şimdilerde müzeye dönüştürülmüş olan bu tarihi binada imzalanmıştı. Kapıdan içeri girdiğimizde kendimizi, yukarılardan ışıkların süzüldüğü ferah bir holde bulduk, soldaki küçük salonun duvarı, “O gün” anısına, İsmet İnönü’nün de yer aldığı siyah beyaz fotoğraflarla donatılmıştı. Duvar resimlerinin önündeki metal kanepeler, oturup uzun uzun fotoğrafları seyredip, İsmet İnönü’nün hatıratından o günlere dair anılarını okumaya  devam etmek için bire bir:


…İsviçre’ye gelir gelmez karşımıza çıkan ilk mesele İsviçre’yi tamamiyle boş bulmamızdır. Müttefiklerden hiç kimse, hiçbir heyet İsviçre’ye gelmemişti…”


İnönü bunun üzerine Fransız Hükümetinin Paris davetini kabul ediyor ve orada bir hafta geçiriyor, Başbakan Raymond Poincaré ile görüşmesinde  16 Kasım 1922 günü ısrarla vurguladığı konu kapitülasyonlar:


-…Mösyö Poincaré ile konuşmamızın asıl mühim noktasına, kapitülasyonlar meselesine geldim. Ona kapitülasyonları lağvettiğimizi söyledim, -kapitülasyonların muahedede (antlaşma) yeri olmayacaktır- dedim… Bu mevzu, Türk aydınlarının eski ve aziz bir rüyası idi. Ve daha konferans başlamadan evvel her vatanperverin zihninde yer etmişti…


Lozan’da geçirdiğimiz o gün, beklenmedik bir sıcakla nemlenen boğucu bir hava var, neyse ki içerisi serin, hatta küçük salondaki metal kanepede biraz üşüdüm, “acaba” dedim kendi kendime: 


“Birgün gelir de, AKP hükümetinin geçiş-kullanım taahhüdü verdiği köprüler, kuş uçmaz kervan geçmez havaalanları, hasta garantili şehir hastaneleri, yap-işlet-devret modelli, astronomik paralar harcanan dev projeler de aynı anlayışla ele alınabilir mi?”


—İnönü Lozan’da 39 yaşında——


Antlaşmanın imzalandığı büyük salon üst katta, acaba İsmet İnönü oraya çıkmak için merdivenleri mi  asansörü mü kullanmıştı? 

Görüşmeler sırasında İnönü, 39 yaşındaydı, büyük olasılıkla merdiveni kullanmıştı, ben de asansörü boş verip, yumuşak bir yükseltiyle önümde uzanan, yormayan basamakları tek tek, yavaşça, tırmandım, mermer sahanlığa ulaştığımda gözlerimi kapatıp o anı hayal etmeye çalıştım:


 “İmzaların atılması hiç de kolay olmamış, birbiri ardına iki etapta 9 ay boyunca devam eden müzakereler sırasında İnönü toplam 1600 (bin altıyüz) telgrafla şekillenen “Türk Görüşü”nü kabul ettirebilmek için kimbilir nasıl bir mücadele vermişti?


——-Ermenilerin toprak talebi——-


Öyle ya, görüşmeler defalarca  kesilme noktasına gelmemiş mi? En ciddi sıkıntı “azınlıklar” konusunda özellikle de Ermenilerin talepleri nedeniyle yaşanmamış mı?


İsmet İnönü, resmi görüşmelerin dışında kendisini otelinde ziyaret eden, Osmanlının Ermeni Dışişleri Bakanı Gabriyel Noradunkyan’ın, “Nerede olursa olsun, Ermeni yurdu olarak bize bir yer verin. Biz orada toplanalım, yaşayalım” ısrarını nasıl sertçe  yanıtlamıştı:

…Dinle! Şimdi ciddi olarak konuşalım. Sizin gelip benimle görüşmenizi ben ciddiye aldım. Bir vatanın evlatları olarak Türklerle Ermenilerin münasebetlerini bundan sonra iyi bir halde tanzim etmek için hakikaten faydalı olabilirsiniz zannettim. İstifade ederim ümidiyle sözlerinizi ciddi olarak dinledim. Fakat istekleriniz kabili uygulanması mümkün olmayan bir mahiyettedir. Memleketimizimin bir kısmını ayırıp, size suni bir vatan ve devlet olarak vermek gibi bir teklif ileri sürüyorsunuz. Biz bunu düşünemeyiz, kabul edemeyiz, yapamayız…”

Konferansın diğer tarafları,  özellikle İngiltere adına Lozan’da bulunan Lord Curzon da Ermenilere toprak verilmesi konusunda çok sert söylemlerde bulunmuş ancak kabul ettirememişti. Peki, İsmet İnönü, “kendini beğenmişLord Curzon’un  tepeden bakan tutumunu aşmak için hangi taktikleri kullanmıştı?

-…Birgün Lord Curzon bana iadeyi ziyaret ediyordu odama gelmişti, -Ruslarla ihtilafa ne vakit düşecek, mücadeleye ne vakit başlayacaksınız?- tarzında sualler soruyordu, şöyle dedim çok mahrem olarak haber veririm ki Ruslarla münasebetimiz çok yakındır çok samimidir Ruslarla çok içli dışlı olmuşuzdur. Ben bunları söyleyince Lord Curzon kahkahalarla güldü, -amatör diplomat sen de Lloyd George gibi bir amatör diplomatsın…- Lord Curzon iri yapılı bir insandı güzel bir adamdı, gösterişi çok seviyordu bol kullandığı hatip jestleriyle konuşurdu siyasette edebiyat cümleleri kullanmayı severdi bu özellikleri ile bir üstat gibi bütün etrafındakileri sürükler ve cezbederdi…”


Günler geceler boyu süren görüşmelerde İnönü mesaisini  belki de hava karardıktan sonra tamamlayıp otomobille oteline dönerken o günün kritiğini acaba kendisi nasıl yapıyordu? Eksiksiz, gün be gün tuttuğu güncesine (belki de hiç uyumadan) kaç saat ayırıyordu? Konferans müzakerelerinde görüşülen, karara bağlanan ya da tartışıldığı halde kabul görmeyen konular nasıl tutanağa geçiriliyordu? (****)


-Peki, bugünlerde devlet katında yaşananları merak etmiyor muyuz? Bölge coğrafyasını değiştiren, tarihi yeniden yazan çok önemli olaylar-görüşmeler yaşandı, bu gelişmelerle ilgili T.C. tutumu resmi tutanaklara nasıl yansıyor acaba? Yoksa yansımıyor mu?


——-Düyunu Umumiye——-


İnönü, “Konferansın en çetin meselesiydi” dediği  Düyunu Umumiye (*****) sorununun çözümlenişini de hatıratında detaylı anlatıyor:


“…Osmanlı borçlarının tamamını kabul etmeyeceğimizi söyleyerek, borçların imparatorluktan ayrılan devletlerle bizim aramızda taksimi gerektiğinde ısrar ettik. Tezimiz buydu… İmparatorluk son zamanlarında her sene 7 milyon altından fazla borç ödüyordu…”


Kurtuluş savaşı sırasında Ankara hükümeti Düyun-u Umumiye İdaresinin topladığı bütün gelirlere el koydu. Lozan Antlaşmasıyla bu kurumun işleyişine son verildi. Osmanlı borçları Lozan’da imparatorluğu oluşturan ülkelere paylaştırıldı. En büyük pay Türkiye Cumhuriyeti’ne düştü. Türkiye, Osmanlı borçlarının geri ödenmesini ilk borcu aldığı 1854 yılından tam 100 yıl sonra 1954 yılında tamamladı. Osmanlı borçlarının tasfiyesi Türkiye Cumhuriyeti’nin 30 yılına mal oldu.” (***) 


-“Acaba” diye düşündüm:

-“Şu anda 527 milyar (yarım trilyon) Amerikan dolarına ulaşan ve tüm zamanların rekorunu kıran dış borçlarımız günün birinde bizi tekrar zora sokar mı? Hoş, zaten bunca borç, rekor düzeyde enflasyon ve işsizlikle zorda değil miyiz?”


Görüşme masasında Türkiye’nin karşısında duran devlet temsicileri özellikle azınlıklar, kapitülasyonlar ve Düyunu Umumiye üzerindeki ısrarlı karşıt tutumlarını sürdürünce, görüşmeler 4 Şubat akşamı kesiliyor, İnönü, “bunları kabul etmeyeceğiz” diyerek masadan kalkıyor. Beau Rivage Otelindeki toplantıda İnönü ile Lord Curzon arasındaki son sözler şöyle:

…Şimdi döneceksiniz. İngiltere’de gittiğinizde size sulhu soracaklar, -niçin sulh yapmadan geldiniz?- diyecekler. Ne cevap vereceksiniz?… Lord Curzon, benim ne cevap vereceğimi sordu, bir cümle ile cevap vereceğim: Lord Curzon sulh istemediği için konferans kesilmiştir diyeceğim…” 


(*) İsmet İnönü Hatıralar-Bilgi Yayınevi)

(**) Palais de Rumine https://g.co/kgs/HWYqHr5

(***) Mahfi Eğilmez- Kendime Yazılar

(****) https://www.iskultur.com.tr/lozan-baris-konferansi-tutanaklar-belgeler.aspx?srsltid=AfmBOorHnMFwjSTpGl8rDLogxN0Z5fH-cJVAlJkmtsBu9LChs-QacxfG

(*****) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/D%C3%BCy%C3%BBn-%C4%B1_Um%C3%BBmiye




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Külliye’ye içerden bakış: Erdoğan’a: “Sistem yürümedi, Türkiye’yi seçime götürmeli”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın  “Başdanışmanı” olarak Beştepe’de    7 yıl süreyle  görev yapan İlnur Çevik’le konuştuk. “ Bu sistem yürümedi ” diyen Çevik durumu, “Erdoğan’ın en kısa zamanda Türkiye’yi seçime götürüp sistemi rayına oturtması şart, eğer torunlarını şu kadarcık! bile seviyorsa bunu yapmalı, aksi halde eyvah! ” diye özetliyor.  DEM Parti ile yürütülen “çözüm süreci” için, ortada bir plan taslağı bulunmadığını savunan Çevik’e göre, her zamanki “Kervan Yolda Düzülür” mantığı yine ağır basıyor. …Acaba Külliye’de çalışma sistemi nasıl? Cumhurbaşkanı gündemini nasıl belirliyor? Yüksek İstişare Kurulu diye bir kurul var, orada ve  pek çok kişinin üye olarak yer aldığı diğer kurullarda neler görüşülüyor? Erdoğan, Atatürk ismini neden diline almak istemiyor?Beştepe’nin bodrumunda gerçekten tam teşekküllü bir hastane var mı?…  Gibi pek çok soru aklımı kurcalıyordu, “ İlnur Çevik nasılsa görevi bıraktı, artık belki konuşur ” diye düşün...

KONGRE TUFANI (1) Nazmi Bilgin: “32 yıl yetmedi”

Gazeteciler Cemiyetinde bir kongre geride bırakıldı, “ 32 yıl yetmedi, devam” diyen Başkan Nazmi Bilgi n yeniden seçildi.  Ancak başta OY’unu Beyaz Sayfa Kadro Hareketi için kullanan 295 değerli meslektaşımız olmak üzere aslında Cemiyetin yeni yönetim kuruluna ve  tüm üyelerine  olan sorumluluğumuz gereği, söylenecek çok şey var.  Bugünden itibaren bunları bir bir paylaşacağım:  1-32 (OTUZ İKİ) yıllık Başkan Nazmi Bilgin, benim bulunduğum her toplantıda “ Bu benim son dönemim, bir daha aday olmayacağım ” diyordu, Vakıf Senedi’nin mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine haykırarak, “ Ben bu Vakıf Kuruluncaya kadar başkanlığa aday olacağım ” demedi mi?  Gazeteciler Cemiyetinin her türlü menkul ve gayrimenkul varlığının, üyelikleri ölünceye kadar sürecek 16 kişilik mütevelli heyete geçmesinden muradı neydi acaba da başkanlık koltuğunu terk etmemekte bu kadar ısrarcı oldu? Bu durumu sizlerin yorumuna bırakıyorum.  2- Yüzlerce üyesi olan bir Gazet...

KONGRE TUFANI (2) Alo 198’e sormuş!

  Gazeteciler Cemiyetinde yaklaşan kongre için, adaylığım üzerinde ısrarlar yoğunlaşınca epey düşündüm: -Kırk yıl emek verdiğim gazetecilik mesleği bana artık bir örgüt sorumluluğu yüklemiyor muydu?  -Gazeteciler Cemiyetinde yürüttüğüm çalışma sırasında gözlemlediğim ciddi yanlışlar için çaba göstermek gerekmez miydi? -Biz başımızdakileri, “ koltuğa yirmi üç yıldır yapıştınız, denetimden kaçtınız, adaletsiz davrandınız ” diye eleştirirken, “ tam otuz iki yıldır başımızda durmakta ısrar eden, denetime, adalete, eşitliğe kapalı yol yürüyen ” yöneticilere ne diyecektik? Uzun uzun düşündükten sonra kararımı verdim ve adaylığımı açıkladım. İstifa ettiğim gün başkan beni telefonla arayıp, dedi ki: - Nursun ben zaten senin ayrılacağını tahmin ediyordum. Belki de adaylık düşünüyorsun, e tabii, demokratik hakkındır. Bu sözler kulağımda çınlarken, elimde “ Cemiyetin aday listesini talep eden dilekçemle ” yola çıktım, Üsküp Caddesi 35 numaradaki cemiyetin bahçesinden içeri ...