Ana içeriğe atla

Cehalet ve kıskançlık




-Yaşamda en sevdiğin şey nedir?


Diye soranlara diyorum ki, “Kitaplar ve seyahat…” 

İşte yine kusursuz, gezmeli tozmalı, bol bol okumalı günler yaşadım, geçen haftayı kitapçılarında, müzelerinde, operasında, saraylarında geçirdiğim Paris rengarenk bir rüyaydı, o muhteşem sahneden ben de “bir tutam” (*)  da olsa “rol çalmış” oldum. Hele Parizyen dostlarla buluşmalar, oraları ve Türkiye’yi onların gözüyle değerlendirmek tam bir fikir zenginliği oldu benim için. Damağımda iz bırakan lezzetlere gelince, Paris dekorunun önemli bir parçasıydı, keşke size de tattırabilseydim. 


———-Arafta Düet——-


Neyse işte, Avrupa’nın kadim kültür-sanat  kentine doğru yol alırken,  elimde  Selahattin Demirtaş ve Yiğit Bener'in ortak kaleme aldıkları "Arafta Düet" romanı vardı. Tam da Kürt sorununun tartışıldığı, silahlara veda umudunun yeşerdiği şu günlerde okuduğum romanın kurgusu ve sade dili beni çarptı. Kitapta bir emekli generalin, sakin bir köşeye çekilip yaşamını gözden geçirmek, kendisiyle hesaplaşmak arzusuyla heryerden uzakta, deniz kenarında basit bir kulübede geçirdiği günlerde yaşadıkları anlatılıyor. Bir kaza nedeniyle, “tanrının unuttuğu!” o ücra yerde karşılaştığı insanlar, bir zamanların “işkenceci” generalinin yüzüne adeta “sen yanlış yaptın”diye haykırarak, onu kendi hesaplaşmasıyla baş başa bırakıyor. Kitabın diğer ilginç bir özelliği ise hapisteki Selahattin Demirtaş ile diğer yazar Yiğit Bener’in hiç karşılaşmadan ama ortaklaşa kaleme almış oluşu. 

Yıllardır içinde yaşadığımız, bir türlü iki tarafın, “hah şimdi oldu” diyeceği bir çözümü geliştiremediğimiz Kürt sorununu arka planda işleyen kitap, aslında hem anlattığı olay zinciri ile kolay okunan, insanı merakta bırakan bir özellik taşıyor, hem de bugünlerde açıklanan “ateş-kes” olayına, çok önceden ışık tutmuş oluyor.(**)


——elite saygı duymak——


İkinci kitap ise Paris’te metrolarda otobüslerde, hatta sevgili arkadaşım Ayşegül’ün evinde dinlenirken gece gündüz elimden düşmedi. 

Dünyaca ünlü jeolog Celal Şengör, “Senin cahilliğin benim yaşamımı etkiliyor” başlıklı kitabıyla sanki hepimize serzenişte bulunuyor. Elimde 130. (yüzotuzuncu) baskısını tuttuğum kitapta (***) öyle bölümler var ki insana dünyayı, olayları, yaşamı hatta  kendini sorgulatıyor. Damla Karakuş’un nehir söyleşisinde Şengör’ü, biraz fazla “elitist” bulmak mümkün, örneğin İTÜ’deki ilk dersinde öğrencilere hep şöyle seslenirmiş:


-Robert Kolejli, St. Joseph’li, Alman Liseli, St. Benoit’li ve St. Georg’lu olanlar ön tarafa buyurun. Ondan sonra da sınıfın diğer öğrencilerine hitap ederek diyorum ki, -Bakın ben dersi, saydığım okullardan gelen öğrencilere göre anlatacağım, yetiştiniz yetiştiniz, yetişemediniz işte kapı…


Bu cümle bana şu sözü anımsattı, keşke açılışta arka sıradakiler Şengör’e sorsaydı:


-Hocam yaa, Oxford vardı da biz mi gitmedik?” 


Sonra benim mezun olduğum Ankara Kız Lisesi aklıma geldi. Cumhuriyetten önce bizzat Atatürk tarafından Ankara’da kurulan okulumuzun tam 27 yıl süreyle müdireliğini sürdüren, aynı zamanda organik kimya derslerimizin hocası Nilüfer Gün, ilk dersimizde şöyle demişti:


-Bakın kızlar, beni iyi dinleyin, derse sarılıp, çalışacaksanız ne ala, yoksa beni de kendinizi de boşuna yormayın, işte kapı orada. Bakın tam arkamızda Kız Enstitüsü var, gidin orada dikiş nakış öğrenin, boşuna bu sıraları işgal etmeyin. 


Ama aslında Şengör, kendisini de işin içine katarak elite neden saygı duyulması gerektiğini şu sözlerle anlatıyor:


-Celal Şengör’e özense(ler) yeter. Elit, saygı duymayı öğretmekle yetiştirilir. Yani elit olmanın önemli ve gerekli bir şey olduğunu, toplumda elitlere saygı duyulması gerektiğini öğretirsin. Ondan sonra o çocuk elit olmak için çalışır… En önemli şey, toplumdaki bütün bireylerin eşit olmadığı ve olamayacağı fikrini anlatmaktır… Toplum yönetimi tahsili kıt bir grup insana teslim edilemez. Bence toplumda herkesin eşit olması mümkün değildir. Bir toplumun yücelebilmesi için elitler sınıfı olmalıdır. Toplum onlara özenmelidir…(Bu yaklaşımım nedeniyle) suçlandığımı biliyorum, ama bunu bir şekilde ortadan kaldırmak lazım. Cahilse kendini öteki olarak görüyor olabilir ama kabahat benim mi? Cahil benim yanıma çıkmak için çabalamıyor, beni kendi yanına çekmek istiyor. Sonra da beni kendini beğenmiş olmakla suçluyor.


——Asperger sendromlu Şengör—-


Kitapta ekranlarda görmeye alıştığımız Celal Şengör’ün aslında pek çok farklı yüzüne rastlıyorsunuz. Asperger sendromlu (****) olduğunu, psikoloji ve sosyolojiyi pek önemsemediğini, hatta bilimden saymadığını, karısı Oya’nın ısrarıyla gittiği psikiyatrın ona -hemen lityum almaya başlayın- tavsiyesinde bulunduğunu, havacılığa ve uçaklara olan sevdasını, opera seyredebilmek uğruna ABD’de dört saatlik yola bile üşenmeden çıktığını…


Peki Şengör’e göre “ayak takımı millete nasıl egemen oluyor?”


-Bizim toplumumuzda herkese -okuyun-diyor, -devlete memur ol, bir baltaya sap ol- demek istiyorlar. Kimse -okuyun, bir işte siz tek olun, çevremizi anlayın, tabiatı tanıyın- demiyor. İşte bu çok feci bir durumdur. Tabii bu süre zarfında Anadolu halkı da aptallaşmış oluyor. Çünkü ayak takımı millete egemen oluyor…Türkiye’nin bütün dünyanın bildiği ve takdir ettiği tek bir kişisi vardır, Atatürk. Onun yönetimindeki onbeş sene, ülkemiz tarihinin altın çağıdır. Ondan öncesi ve sonrası bir felakettir.


—-Feminizm aptallığın daniskası—-


Aslında Celal Şengör kendisi için de “o kadar cahilim ki, bilmediğim bir sürü şey var” demeyi ihmal etmese de, kitabındaki bazı ifadeler insanı zorluyor, örneğin, “Feminizm hakkında ne düşünüyorsunuz?” Sorusuna, “Aptallığın daniskası olduğunu düşünüyorum” demesi…

Din için, “yaşamda artık tamamen lüzumsuz hale gelmiş bir düşünce sistemidir” diyen, kendi serüvenini, “aklın kılavuzluğunda mutlu bir yaşamım oldu” diye değerlendiren, karısı Oya için, “en büyük aşktır” tanımını yapan Celal Şengör’ün yakında Türkiye’yi terk etme düşüncesinde olduğunu bilmekse hüzün veriyor, kendisi bu kararının  ciddi deprem beklentisinden kaynaklı olduğunu söylerken şunu da ekliyor:


-Açık söyleyeyim bu konuda önümü göremiyorum Türkiye’de bir çok kriz yaşandı ama bence bugün en büyük aksaklık halkın reaksiyonudur. Yani halkın iktidara gösterdiği iltifat, beni ilk kez ciddi bir ümitsizliğe sevk etti…

… iktidarı kötü yapan Siyasal İslam‘dır ve bu aslında cehalete dayanan bir olgudur dolayısıyla iktidarı kötü yapan cehalettir...


Tüm dünyanın tanıdığı büyük bilim adamının söyledikleri o kadar ilginç ki, kitap önerilerinden, filmlere,  yaşam döngüsüne dair pek çok konuda insanı düşünmeye yöneltiyor.


(*) https://www.facebook.com/nursun.erel/?locale=tr_TR

(**) https://www.dipnotkitap.com/kitap/arafta-duet/421

(***) https://www.masadukkan.com/a.-m.-celal-sengor-senin-cahilligin-benim-yasamimi-etkiliyor

(****) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Asperger_sendromu


Yorumlar

  1. Kaleminize sağlık yalnız Paris’e gitmişsiniz ya çok kıskançlık ve haset çeker milletten

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Külliye’ye içerden bakış: Erdoğan’a: “Sistem yürümedi, Türkiye’yi seçime götürmeli”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın  “Başdanışmanı” olarak Beştepe’de    7 yıl süreyle  görev yapan İlnur Çevik’le konuştuk. “ Bu sistem yürümedi ” diyen Çevik durumu, “Erdoğan’ın en kısa zamanda Türkiye’yi seçime götürüp sistemi rayına oturtması şart, eğer torunlarını şu kadarcık! bile seviyorsa bunu yapmalı, aksi halde eyvah! ” diye özetliyor.  DEM Parti ile yürütülen “çözüm süreci” için, ortada bir plan taslağı bulunmadığını savunan Çevik’e göre, her zamanki “Kervan Yolda Düzülür” mantığı yine ağır basıyor. …Acaba Külliye’de çalışma sistemi nasıl? Cumhurbaşkanı gündemini nasıl belirliyor? Yüksek İstişare Kurulu diye bir kurul var, orada ve  pek çok kişinin üye olarak yer aldığı diğer kurullarda neler görüşülüyor? Erdoğan, Atatürk ismini neden diline almak istemiyor?Beştepe’nin bodrumunda gerçekten tam teşekküllü bir hastane var mı?…  Gibi pek çok soru aklımı kurcalıyordu, “ İlnur Çevik nasılsa görevi bıraktı, artık belki konuşur ” diye düşün...

KONGRE TUFANI (1) Nazmi Bilgin: “32 yıl yetmedi”

Gazeteciler Cemiyetinde bir kongre geride bırakıldı, “ 32 yıl yetmedi, devam” diyen Başkan Nazmi Bilgi n yeniden seçildi.  Ancak başta OY’unu Beyaz Sayfa Kadro Hareketi için kullanan 295 değerli meslektaşımız olmak üzere aslında Cemiyetin yeni yönetim kuruluna ve  tüm üyelerine  olan sorumluluğumuz gereği, söylenecek çok şey var.  Bugünden itibaren bunları bir bir paylaşacağım:  1-32 (OTUZ İKİ) yıllık Başkan Nazmi Bilgin, benim bulunduğum her toplantıda “ Bu benim son dönemim, bir daha aday olmayacağım ” diyordu, Vakıf Senedi’nin mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine haykırarak, “ Ben bu Vakıf Kuruluncaya kadar başkanlığa aday olacağım ” demedi mi?  Gazeteciler Cemiyetinin her türlü menkul ve gayrimenkul varlığının, üyelikleri ölünceye kadar sürecek 16 kişilik mütevelli heyete geçmesinden muradı neydi acaba da başkanlık koltuğunu terk etmemekte bu kadar ısrarcı oldu? Bu durumu sizlerin yorumuna bırakıyorum.  2- Yüzlerce üyesi olan bir Gazet...

KONGRE TUFANI (2) Alo 198’e sormuş!

  Gazeteciler Cemiyetinde yaklaşan kongre için, adaylığım üzerinde ısrarlar yoğunlaşınca epey düşündüm: -Kırk yıl emek verdiğim gazetecilik mesleği bana artık bir örgüt sorumluluğu yüklemiyor muydu?  -Gazeteciler Cemiyetinde yürüttüğüm çalışma sırasında gözlemlediğim ciddi yanlışlar için çaba göstermek gerekmez miydi? -Biz başımızdakileri, “ koltuğa yirmi üç yıldır yapıştınız, denetimden kaçtınız, adaletsiz davrandınız ” diye eleştirirken, “ tam otuz iki yıldır başımızda durmakta ısrar eden, denetime, adalete, eşitliğe kapalı yol yürüyen ” yöneticilere ne diyecektik? Uzun uzun düşündükten sonra kararımı verdim ve adaylığımı açıkladım. İstifa ettiğim gün başkan beni telefonla arayıp, dedi ki: - Nursun ben zaten senin ayrılacağını tahmin ediyordum. Belki de adaylık düşünüyorsun, e tabii, demokratik hakkındır. Bu sözler kulağımda çınlarken, elimde “ Cemiyetin aday listesini talep eden dilekçemle ” yola çıktım, Üsküp Caddesi 35 numaradaki cemiyetin bahçesinden içeri ...