Ana içeriğe atla

Gökte ararken yerde buldum




Hem de bir arkadaş ziyaretinde karşıma çıkmasın mı?


Daha önce de söz etmiştim, “Min el Sima”dan, hani şu “gökten gelen” anlamı taşıyan tatlıdan… (*)


Bağdat’a, Süleymaniye’ye, Erbil’e defalarca gidiş gelişlerim olmuştu. Savaş öncesi gerginlik sürerken oralarda haftalarca kalmış, Kuzey Irak’ta petrol kuyularının açılışına gitmiş, Saddam Hüseyin’in “oyların tamamını aldığı!” referandumu Süleymaniye’de izlemiştim, BM Genel Sekreterinin “arabuluculuk girişimi”  ziyaretinde de Bağdat’taydım, işte o sırada  keşfetmiştim bu lokuma benzeyen tatlıyı…


Uzun süredir o taraflara yolum düşmedi, gidenlere söyledim ama onlar da tedarik edemediler… 


Aa, bu sabah bir arkadaş ziyaretinde masanın üzerindeki kutuyu farketmez miyim? Gözlerime inanamadım, arkadaşımdan izin isteyip bir kaç tanesini çantama koydum, o da demez mi?


-Birisi getirdi ama  kimdi? Tatlı da pek benlik bir şey değil…



Oysa benim için bir nostaljik bir mutluluktu “gökten gelen tatlıyı” ağzıma atmak, damağımdaki lezzetin beni anılara sürükleyişi…  


İşte bir kaçı…


-Amerikan yönetimi Saddam’ı devirmeye kararlıydı, “kimyasal silah” iddiasını  ortaya sürdü, temcit pilavı gibi bu yalanı sürekli masaya koyup işledi… Gerginlik sırasında Bağdat’a gidip, gelişmeleri yerinde izledim. Kimyasal silah iddiasının “yalan” olduğu yıllar sonra ortaya çıktı ama iş işten geçti, Irak yerle bir edildi, Saddam idam edildi… O günlerde Bağdat’a gelen BM Genel Sekreteri Kofi Annan da arabuluculuk faaliyetinden eli boş dönmüş ama bunu basın toplantısında tam olarak dile getirmek yerine, “uzlaşma sağlandı” gibi bir ifade kullanmış, Iraklılar sevinç gösterileriyle “barışı”  kutlamıştı. 



Saddam dünyaya bir manifesto sunmak, “Irak halkının arkasında olduğu kozunu oynamak” için, 2002 yılında referanduma gitti. Dünya basını ile birlikte ben de Saddam’ın “bir numaralı yardımcısı” Kimyasal Ali’nin sonuçları açıkladığı basın toplantısını izliyordum, Süleymaniye’de oylamayı izleyip Bağdat’a dönmüştüm… Kimyasal Ali oy sayım sonucunu açıkladı, küsurat yanlış olabilir ama aynen şunu dedi:


-11 milyon 562 bin 465 oyun tamamı Saddam Hüseyin’e verilmiştir…


Salonda gülüşmeler oldu, “hiç karşı oy yok muydu?” Diye soruldu ama Kimyasal Ali sözünden dönmedi…


O günlerde kapı girişinde ABD Başkanı Bush’un mozaikten dev bir resiminin bulunduğu El Reşid Otelinde kalıyorduk, otele giren çıkan herkes Bush’un yüzüne basıp öyle geçiyordu. Irak’a uygulanan uluslararası ambargo ülkenin ekonomik koşullarını epey geriletmiş olsa da yaşam “bal gibi” devam ediyordu. 

Bağdat’ta haftalarca süren zorunlu! ilk kalışım ve sonraki sayısız  gidişlerdeki izlenimlerimi “Hamamböceği Sendromu”  kitabımda toplamıştım… Örneğin yeni evlenen gençlere Saddam yönetimi “1 gecelik lüks otel” armağanı sunuyordu. Fakir oldukları giyim kuşamlarından anlaşılan yeni evli bir çiftle görüntülü konuşmuştuk, ellerinde kırık dökük bavulla 1 gecelik balayı için çıktıkları odadaki mutlulukları hala gözümün önünde…


İşte Min el Sima damağımda erirken bütün bunlar aklımdan geçti, şunu düşündüm: 


-Bizim için “kader” niteliğindeki coğrafi konumumuz komşularımızı darmadağın etmekle kalmadı, bize de çok bedel ödetti, öyle değil mi? Peki niçin? 


Haydi Amerikan halkı, “Bizim askerimizin dünyanın adını bile duymadığımız yörelerinde ne işi var?” Sorusunu kendi yönetimlerine sormayı hiç akıl edemiyor belki, belki de ABD’nin emperyalist amaçlarından asla vazgeçmeyeceği onlara belletilmiş, Amerikan ekonomisinin ancak savaşlar çıkarıp, dünyaya silah ihraç ederek ayakta kalabileceği de…


Peki bize ne oluyor? 


Verdiğimiz şehitlerin sayısını bilen var mı? 


Yazık değil mi gencecik çocuklara? Hangi siyasi hedef onların yaşamından daha değerli?

Yorumlar

  1. Merhabalar.
    "...Peki bize ne oluyor?
    Verdiğimiz şehitlerin sayısını bilen var mı?
    Yazık değil mi gencecik çocuklara? Hangi siyasi hedef onların yaşamından daha değerli? ..."

    Hangi siyasi hedef onların yaşamından daha değerli?
    Selam ve saygılarımla.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Külliye’ye içerden bakış: Erdoğan’a: “Sistem yürümedi, Türkiye’yi seçime götürmeli”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın  “Başdanışmanı” olarak Beştepe’de    7 yıl süreyle  görev yapan İlnur Çevik’le konuştuk. “ Bu sistem yürümedi ” diyen Çevik durumu, “Erdoğan’ın en kısa zamanda Türkiye’yi seçime götürüp sistemi rayına oturtması şart, eğer torunlarını şu kadarcık! bile seviyorsa bunu yapmalı, aksi halde eyvah! ” diye özetliyor.  DEM Parti ile yürütülen “çözüm süreci” için, ortada bir plan taslağı bulunmadığını savunan Çevik’e göre, her zamanki “Kervan Yolda Düzülür” mantığı yine ağır basıyor. …Acaba Külliye’de çalışma sistemi nasıl? Cumhurbaşkanı gündemini nasıl belirliyor? Yüksek İstişare Kurulu diye bir kurul var, orada ve  pek çok kişinin üye olarak yer aldığı diğer kurullarda neler görüşülüyor? Erdoğan, Atatürk ismini neden diline almak istemiyor?Beştepe’nin bodrumunda gerçekten tam teşekküllü bir hastane var mı?…  Gibi pek çok soru aklımı kurcalıyordu, “ İlnur Çevik nasılsa görevi bıraktı, artık belki konuşur ” diye düşün...

Yekta Güngör Özden’e geçmiş olsun

Geçen hafta Anayasa Mahkemesinin eski başkanlarından Yekta Beyi ziyaret etmiştik. Bugün öğrendik, küçük bir ev kazası yaşamış, ameliyat olmuş, iyiymiş. Kendisine acil şifa diliyoruz.  Aslında Ankara’da gündem o kadar yoğun ki, Yekta Beyle yaptığımız söyleşiyi bu sabah kayda geçiriyordum tam, o anda başka konular araya girince yarım bıraktım…  O halde şimdi tamamlayayım: “Güngörmüş” dostlarla bir araya gelebilmek, yakın tarihin sayfalarını gözden geçirebilmek ne kadar büyük bir şans. Geçenlerde Ali Bilge  ve Feyzan Erel ile birlikte Anayasa Mahkemesinin eski başkanı Yekta Güngör Özden’i ziyaret etmiştik, sohbetimiz sırasında notlar aldık, “ yazabilir miyiz anlattıklarınızı ?” Diye sorduğumuzda, “istediğinizi yazın” yanıtı vermişti. İşte o gün bugünmüş…  Yekta Güngör Özden ’in o gün söylediklerine şimdi biraz kulak verelim mi? SORU: Ülkede büyük bir gerilim yaşanıyor şu anda. Aydınlar, gazeteciler politikacılar tutuklanıyor, herkese gözdağı veriliyor, nas...

KONGRE TUFANI (1) Nazmi Bilgin: “32 yıl yetmedi”

Gazeteciler Cemiyetinde bir kongre geride bırakıldı, “ 32 yıl yetmedi, devam” diyen Başkan Nazmi Bilgi n yeniden seçildi.  Ancak başta OY’unu Beyaz Sayfa Kadro Hareketi için kullanan 295 değerli meslektaşımız olmak üzere aslında Cemiyetin yeni yönetim kuruluna ve  tüm üyelerine  olan sorumluluğumuz gereği, söylenecek çok şey var.  Bugünden itibaren bunları bir bir paylaşacağım:  1-32 (OTUZ İKİ) yıllık Başkan Nazmi Bilgin, benim bulunduğum her toplantıda “ Bu benim son dönemim, bir daha aday olmayacağım ” diyordu, Vakıf Senedi’nin mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine haykırarak, “ Ben bu Vakıf Kuruluncaya kadar başkanlığa aday olacağım ” demedi mi?  Gazeteciler Cemiyetinin her türlü menkul ve gayrimenkul varlığının, üyelikleri ölünceye kadar sürecek 16 kişilik mütevelli heyete geçmesinden muradı neydi acaba da başkanlık koltuğunu terk etmemekte bu kadar ısrarcı oldu? Bu durumu sizlerin yorumuna bırakıyorum.  2- Yüzlerce üyesi olan bir Gazet...