Biri bir imamla camide “imamın karısı” tarafından basıldı, diğeri “bebeklik çağında” kendi ana babası tarafından evlendirildi , cinsel istismara uğratıldı. Lise birincisi! kızımız “okul müdürleri” tarafından kandırılarak evli bir adama peşkeş çekildi. (*)
Utanmaz müftü kalktı, “Durun bakalım, belki de imam o kızı nikahlamıştır” diyerek evli imama arka çıktı.
Utanmaz ana-baba, “kızımız yalancı, psikolojisi bozuk” diyerek yargının elinden kurtuldu.
Utanmaz müdürler, evli adama peşkeş çektikleri kız öğrenci için, “kendi isteğiyle oldu” dediler, serbest geziyorlar.
Sizce bütün bunlar neden yaşanıyor?
-Ülkenin eğitim sistemi, aile düzeni ve sosyal yaşamı sözde “İslamı yayma” kisvesine büründürülmüş, karanlık tarikatlara, vakıflara teslim edildiği için olabilir mi?
-Koskoca bir rektör utanmadan “eğitimsiz insan bize daha makbul” demedi mi?
-Elifi görse mertek sanan, okulun kapısından adım bile atmamış, şalvarının içindekini zaptedemeyen karanlık niyetli “sözde hocalar” heryerimizi sarmadı mı?
-Kadını koruyan İstanbul Sözleşmesi bir gecede kaldırılmadı mı?
-Size devletin tepesindekiler, “kadının kutsal görevi evde oturup çocuk yapmaktır” diye rol biçmedi mi?
-Toplumu aydınlatma çabasındaki aydınlar hain ilan edilip, ülke dışına sürülmedi mi? Faili meçhul cinayetlerde hep bu aydınlar hedef seçilmedi mi?
Peki, bu felaketi izleyen sizlerde acıma duygusu, vicdan, akıl, mantık yok mu?
Siz bütün bu yaşananlardan şikayetçi değil misiniz sevgili dostlar?
O halde anlamadığınız dilden size dayatılan hadisleri ayetleri dinleyip, dualarınızı ederken, -dileklerinizi kabul olsun olmasına da- arada bir elinize aydınlatıcı bir kitap alıp okumaz mısınız?
Tamam sizler belki okuyamadınız, çünkü okutmadılar!
Peki kızlarınız da bu kaderi mi yaşasın? Birer doktor, hemşire, öğretmen, avukat olup, kendi ayakları üstünde durmak, ailenizi onurlandırmak hayalleri varken, çaresiz kalıp, karanlık niyetli adamların cariyesi mi olsunlar?
Size dayatılan yalanları bırakın bir kenara, okuyun…
—-şeriat bataklığı—
İşte size dünyanın önde gelen Anayasa Hukukçuları arasında yer alan, ülkemize büyük hizmetler vermiş bir aydından, Prof. Dr. İlhan Arsel’den bir alıntı:
“Atatürk'ün, mucize olarak şeriat bataklığından kurtarıp akılcılığa, müspet ahlaka, vicdan ve benlik duygusuna ve çağdaş uygarlığa ulaştırdığı Türk toplumu bugün, müptezel çıkarlar uğruna her şeyi din açısından ölçüye vuran şer temsilcilerinin pençesindedir.
Şeriatçılar, görülmedik bir pespayelikle, sinsi ve hileli usullerle devlet yönetiminin kilit noktalarını ve bu arada laikliğin silahlı teminatı olan orduyu ele geçirme hevesindedirler.
İnsanlarımız, tıpkı Cumhuriyet döneminden önce olduğu gibi, şeriatın insan beynini kemirici, aklı ve mantığı kemirici, düşünme gücünü yitirici, özgürlük duygusunu yok edici, yaratıcı zekâyı körletici, insan varlığını -kul- kertesine indirici, kadınları küçültücü ve daha doğrusu insan varlığını her türlü gelişmeden uzak kılıcı verileriyle eğitilmekte, aklen ve ruhen şekillendirilmektedirler.
Bu felaketli gidişi önlemenin tek yolu, akılcılığın seslenişine kulak verip, laikliğe ve Atatürk devrimlerine sarılarak şeriatçının yalan kökenli sahte saltanatına ve aydınlığa başkaldıran başıboş saldırılarına karşı savaşım vermektir. Bu savaşımı verebilmek için, her şeyden önce İslam şeriatının içyüzünü, daha doğrusu özünü öğrenmemiz ve öğretmemiz, şeriat verilerini akıl süzgecinden geçirecek cesareti göstermemiz gerekir.
Şeriatçının azgınlıklarına ve kandırmalarına engel olmanın tek yolu budur.” (**)
—Türklerde kadına saygı—
Dostlar, bizi “millet değil, ümmet gibi görenlerin” sürüklemek istediği felaketi hala görmüyor musunuz? O halde “Türklerde kadına nasıl saygı gösterilirmiş?” Prof. Arsel’e yine kulak verelim mi?
“İslama girinceye dek kadını özgür ve eşit haklara sahip bir varlık bilen ve devlet başkanı ya da yöneticisi kılacak kadar yücelten Türkler, şeriat bataklığına saplandıktan sonra onu giderek küçük görmeyi, erkeğin hizmetine terk etmeyi ve şehvet aracı haline getirmeyi gelenek edinmiştir.
Orhun Kitabeleri'nin kanıtladığı uygarlığın yaratıcısı bir millet iken, şeriata kandıkça ve Muhammed örneğine sarıldıkça, bir yandan "akılcılığını” ve diğer yandan da kadını "değer" bilme meziyetlerini terk etmiş ve ilkelleşmiştir. Hiç kuşku edilemez ki bu sonuç, sosyal kanunların ortaya koyduğu doğal bir olaydır. Çünkü tarih şunu kanıtlamaktadır ki her toplum, kadına verdiği değere oranla gelişir ya da ilkelleşir.” (***)
—medeni yasa—
O utanmaz müftü, karısı tarafından camide basılan imam için, “Bakalım bir soralım belki de imam kızı nikahlamıştır” derken kadına saygı şurada dursun, Cumhuriyet yasaları yerine şeriat yasalarını benimsediğini itiraf etmiş olmadı mı?
Türk kadınına Atatürk’ün armağanı olan “resmi nikah” hakkını ortadan kaldırmak Medeni Kanun varken, bu şeriatçı müftülere mi kaldı? Prof Dr. İlhan Arsel’e yine kulak verelim mi?
“Türkiye devleti 1926 yılında İsviçre Medeni Kanunu'nu almak suretiyle bu sistemi resmen ilga etmiş, böylece bin yıl boyunca Türk aile anlayışını gerileten, Türk kadınını haysiyet duygusundan eden ve Türk erkeğini de kadına saygı geleneğinden yoksun kılan bir zihniyete en büyük darbeyi indirmiştir. Çünkü Türklerin İslamı kabul etmeden önceki dönemlerde sahip oldukları aile anlayışı ve kadın saygısı ibret vericidir. O dönemlerde evlilik kurumu, karı ve kocanın karşılıklı saygı ve eşitlik duygusuna bağlı oldukları bir temele dayanmıştır. Kadın, kocası için olduğu kadar koca da karısı için en candan, en güvenilir bir danışman, bir sırdaştır. Fakat İslamiyeti kabul ettikten sonra Türkler, tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi, bu alanda da güzel ve asil geleneklerini yitirmişlerdir. Gaznevîler döneminden itibaren harem yaşamına gömülmüşlerdir. Bu nedenle kadın, kocası için fikri alınacak, görüşleri paylaşılacak bir can yoldaşı olmaktan çıkmış; her şeye boyun eğen, “efendisinin” hizmetlerini gören, şehvetini gideren ve bu işleri diğer eşlerle birlikte yerine getiren bir yaratık haline girmiştir. Kocaya gelince, o da kendisini, kadına hükmeden, tüm bencilliği ile karısını sömüren bir durumda bulmuş ve evlilik kuruluşunu, esas itibariyle cinsel ihtiyacını "çeşitli" kadınlarla karşılayabileceği bir araç saymıştır. Gerek Gaznevi devletini ve gerek daha sonra Selçuk ve Osmanlı İmparatorluklarını yıkan, ilkel bırakan ve despotik yönetime doğrultan nedenler arasında harem yaşamlarının rol oynadığını söylemek hiç de yanlış olmaz.” (***)
-“Bu İlhan Arsel de kimmiş?” Diye soruyorsanız, “Türkiye’de şeriatçıların baskısıyla can güvenliğini yitirmiş, yurtdışında adeta sürgün gibi yaşamak zorunda kalmış saygı değer bir Anayasa Profesörüdür” tanımı yetmez, kim olduğuna bakmakla yetinmeyin, verdiği eserleri bir gözden geçirin derim.(****)
https://www.habererk.com/okul-mudurlerinden-lise-ogrencisine-korkunc-tuzak
(**) İlhan Arsel, Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı
(***) İlhan Arsel, Şeriat ve Kadın
(****) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/%C4%B0lhan_Arsel
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder