Ana içeriğe atla

Narin ile Ali’nin Öyküsü

 






Eylül ortasındayız ama hala süren boğucu sıcak ve ülke genelinde hepimizin tepesinde hüküm süren “yüksek basınç” sizi de zaman zaman yaşamınızdan bezdirmiyor mu?


-Evet ya, biraz havamız değişsin, festivaller olsun, konserlere gidelim müzik filan dinleyelim derken onlar da art arda iptal ediliyor, sanatçılara gözdağı veriliyor. Durum bu…


İyisi mi kitaplara sığınmalı.


İşte tam da bunları düşünerek bir türlü düzene koyamadığım kitaplığımızda çabalarken, “yeni çıkanlar”dan, Alim Gürerk’in kaleme aldığı roman geçti elime; 


 ”Narin ile Ali’nin Öyküsü” (*) 


İstanbul’da Ermeni-Türk aileler arasında derin dostlukların, samimi muhabbetlerin yaşandığı yıllarda, o sıcak komşulukların arka planını kaplayan bir aşk öyküsü… Kimi zaman çıkmaza giren bu vazgeçilmez aşkın öyküsü, bir ara 6-7 Eylül olayları (**) ile gölgelenen İstanbul’u, siyasi gelişmeleri, insan ilişkileri ve  sosyal atmosferi ile o kadar güzel canlandırmış ki, hele bir de “nostaljiye tutkunuz varsa” -okuyun- derim, pişman olmaz, hoşça vakit geçirir, üzerinde epey de düşünürsünüz. 


Roman o yılların siyasi atmosferine, aile ilişkilerine gerçekçi bir bakışla yer verirken zaman zaman mutfaklara girmeyi de ihmal etmemiş, ünlü Ermeni mezesi “Topik,” okurun ağzını sulandıracak biçimde sayfalarda yerini almış. Ben de bugüne değin hep duyduğum ama denemeye bir türlü cesaret edemediğim  mezenin tarifini, romana biraz ara verip inceledim. (***)


Roman pek çok özelliğiyle benim de yakından izlediğim Türk-Ermeni sorununa “sokaktaki adamın gözü” ile yaşanmış olaylar, ayrıntılar yoluyla farklı bir bakış getiriyor. 


Hepimiz yaşıyor ve gözlemliyoruz, kimi konular artık Türk toplumu için birer birer  “tabu”ya dönüştürülüyor. Bence Ermeni sorunu baş sırada.


-Eh Recep Tayyip Erdoğan bir zamanlar Türkiye Başbakanı sıfatıyla, -Affedersiniz bana bile Ermeni dediler- söylemini kullandıktan sonra daha neyi tartışalım? (****) Diyorsunuz değil mi?


—Alim Gürerk’in düşünceleri—





Şimdi, okumak isteyenlerin keyfini kaçırmamak adına, Narin ile Ali’nin Öyküsü romanının “askeri kimliği de bulunan” yazarı Alim Gürerk ile yaptığımız söyleşiye yer vereyim:


SORU: Bu tutkulu aşkın öyküsünü irdelemek nereden filizlendi? 

 

GÜRERK: Türk-Ermeni anlaşmazlığının, koskoca bir asır boyu sürüp giden bir kin ve nefrete dönüşmesi beni hep üzdü, çok da düşündürdü. Bu kangren olmuş yaraya ait iki soru hep yer etti kafamda. Birincisi: Bu karşılıklı öfke kin daha ne kadar sürecek?” İkincisi ise: Bu nefret niye sürekli ve kimler tarafından yeniden üretiliyor? Doğduğum, büyüdüğüm mahallede beraber top oynadığım arkadaşlarımla, onların anne ve babalarıyla, ne benim ne de ailemin olumsuz bir anısı olmadı. Sadece bizde değil, diğer ailelerde de durum farklı değildi.Delikanlılığa geçtiğim yıllarda, Kuleli Askeri Lisesi’nin Boğaza bakan terasında akordeonu ile günün melodilerini çalıp, biz öğrencilere ça-ça yapmayı öğreten, ergenlik sorunlarımızı çözmemizde yol gösteren sınıf subayımız yedek Teğmen Yetvart’ın yaklaşımını unutmam asla mümkün değil.  

SORU: Bu ortam sizce nasıl bozuldu?

GÜRERK: Ermenilerin, 26 Ağustos 1071’de, Malazgirt’te, Alparslan’ın Bizans’ı yenerek, Türklerin Anadoluya girmesinde önemli katkıları oldu. Osmanlı İmparatorluğunda ise artık onlar ‘Millet-i Sadıka’ diye adlandırılmaya başladılar. Darphane Müdürlüğünden kuyumculuğa, saray ressamlığından Dışişleri Bakanlığına, musikiden tiyatroya, mimariden tıbba, Dolmabahçe Sarayı’ndan Çırağan’a kadar birçok dalda unutulmaz ve değerli eserlere imza attılar.Ne olduysa, 1915’te oldu ve Ermenilerle Türkler arasındaki bu tarihi bağlar adeta silindi. Bin yıla yakın bir süre birlikte, iç içe yaşamış, kız alıp vermiş bu iki millet, birbirinden koptu ya da koparıldı. Bugüne kadar da bu kopukluk sürdü gitti.

SORU: Yalanlar ve gerçekler arasına sıkıştı iki toplum değil mi? Hatta giderek tabulaştı bu kadim sorun?

GÜRERK: İnsanların kendi aralarındaki ilişkilerde olduğu gibi milletler arasındaki  ilişkilerde de yalanlar zehirleyici sonuçlar yaratıyorlar. Bu kitabı yazmaya çaba gösterdiğim sekiz yılda, amatörce yaptığım araştırmalarda iki tarafın da birbirine yalan yanlış ve de kurgulanmış sayısız suçlamalarına, yalanlarına rastladım.

Uzun seneler dostça yaşanan bir dönemden sonra iki halkın üzerine çöken yüz yıllık zifiri karanlığı sonlandırma zamanı  artık gelmiştir. Bu yalanları çürütmek, gerçekleri ortaya çıkarmak gerekmektedir. Türk ve Ermeni halklarının aslında birbirine çok uzak olmadığını ve benzer yaşam tarzları olduğunu düşünüyorum. 

Dileğim, bu iki halkın eskisi gibi dostça, kardeşçe yaşam sürdürmesi.

Keşke öyle olsa” diyorum ve topik eşliğinde kadehlerimizi bu kadim dostlukların şerefine kaldıralım istiyorum ben de… 

 (*) https://www.kitapyurdu.com/kitap/narin-ile-alinin-oykusu/623078.html

(**) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/6-7_Eyl%C3%BCl_Olaylar%C4%B1

(***) https://yemek.com/tarif/topik/

(****) https://m.bianet.org/bianet/toplum/157616-erdogan-afedersin-ermeni-diyen-oldu


Alim Gürerk Kimdir?


http://alimgurerk.blogspot.com/p/biyografi.html


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KONGRE TUFANI (1) Nazmi Bilgin: “32 yıl yetmedi”

Gazeteciler Cemiyetinde bir kongre geride bırakıldı, “ 32 yıl yetmedi, devam” diyen Başkan Nazmi Bilgi n yeniden seçildi.  Ancak başta OY’unu Beyaz Sayfa Kadro Hareketi için kullanan 295 değerli meslektaşımız olmak üzere aslında Cemiyetin yeni yönetim kuruluna ve  tüm üyelerine  olan sorumluluğumuz gereği, söylenecek çok şey var.  Bugünden itibaren bunları bir bir paylaşacağım:  1-32 (OTUZ İKİ) yıllık Başkan Nazmi Bilgin, benim bulunduğum her toplantıda “ Bu benim son dönemim, bir daha aday olmayacağım ” diyordu, Vakıf Senedi’nin mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine haykırarak, “ Ben bu Vakıf Kuruluncaya kadar başkanlığa aday olacağım ” demedi mi?  Gazeteciler Cemiyetinin her türlü menkul ve gayrimenkul varlığının, üyelikleri ölünceye kadar sürecek 16 kişilik mütevelli heyete geçmesinden muradı neydi acaba da başkanlık koltuğunu terk etmemekte bu kadar ısrarcı oldu? Bu durumu sizlerin yorumuna bırakıyorum.  2- Yüzlerce üyesi olan bir Gazet...

Basın Meslek Örgütü Sansür Uygular mı?

Basın meslek örgütü sansür uygular mı? Gazetecilik camiasında son günlerde bir tartışma sürüyor, ortadaki soru şu: -Sansürle mücadele etmek için kurulmuş bir basın meslek örgütü, kendi üyelerinin paylaşımına sansür uygular mı? Sözü hiç dolandırmadan, geçen hafta yaşanan bu olayı direkt anlatalım: Gazeteciler Cemiyetinden bir grup üye, 33 yıldır başkanlık görevini sürdüren yönetime eleştirilerini bir yazılı bildiriyle ortaya koydu:   -E, sonra? Sonra kıyamet koptu… Gazeteciler Cemiyeti adına “ görevlendirilen” bazı isimler, pek çok web sitesinde yer alan bu bildirideki iddiaları yanıtlamak yerine, tek tek web sitelerinin yöneticilerini arayarak sansür ettirme çabasına giriştiler. Bazılarında başarılı oldular, bazıları ise bu “ basın özgürlüğüne ihanet ” sayılan girişimi reddetti.  -Nasıl yapabilmişler bunu? -Kimilerine bazı vaadlerde bulunmuşlar, kimilerine - tüzüğün falanca maddesini işletir, sizi üyelikten atarız - demişler. -Ne vaadiymiş o? -O bildiriyi ...

KONGRE TUFANI (2) Alo 198’e sormuş!

  Gazeteciler Cemiyetinde yaklaşan kongre için, adaylığım üzerinde ısrarlar yoğunlaşınca epey düşündüm: -Kırk yıl emek verdiğim gazetecilik mesleği bana artık bir örgüt sorumluluğu yüklemiyor muydu?  -Gazeteciler Cemiyetinde yürüttüğüm çalışma sırasında gözlemlediğim ciddi yanlışlar için çaba göstermek gerekmez miydi? -Biz başımızdakileri, “ koltuğa yirmi üç yıldır yapıştınız, denetimden kaçtınız, adaletsiz davrandınız ” diye eleştirirken, “ tam otuz iki yıldır başımızda durmakta ısrar eden, denetime, adalete, eşitliğe kapalı yol yürüyen ” yöneticilere ne diyecektik? Uzun uzun düşündükten sonra kararımı verdim ve adaylığımı açıkladım. İstifa ettiğim gün başkan beni telefonla arayıp, dedi ki: - Nursun ben zaten senin ayrılacağını tahmin ediyordum. Belki de adaylık düşünüyorsun, e tabii, demokratik hakkındır. Bu sözler kulağımda çınlarken, elimde “ Cemiyetin aday listesini talep eden dilekçemle ” yola çıktım, Üsküp Caddesi 35 numaradaki cemiyetin bahçesinden içeri ...