Yaşamımız küçüklüklüğümüzden bu yana Ayşegül’le birlikte geçti, hani “kardeşten ileri” derler ya bazı dostluklara, bizimkisi ondan da öte… Bir ara, (ortaokulda mıydım?) pul koleksiyonu yapıyordum. (Ne yazık ki, artık kimsenin yaşamında değil pul, mektup, zarf hatta el yazısı filan kalmadı.) İşte o yıllarda bir gün Ayşegül çıkageldi: - Nursun bak, sana ne getirdim -Aaaa, muhteşem pullar, nereden buldun? -Babam verdi, al, hemen pul defterine yerleştir Resimde gördüğünüz gibi, pullar hem farklı hem o kadar güzeldi ki, pul defterimi ikide birde açar, onları hayranlıkla izlerdim, üstelik ikisi de damgasızdı yani kullanılmamıştı ve arkalarındaki zamk bile hala duruyordu. Ayşegül’le sık sık konuşurduk: -Düşünebiliyor musun? Belki de bu pullar çok değerlidir, zamanla değerleri daha da artar, yıllar sonra satar, milyoner oluruz. Evet, o yıllar çabucak geçiverdi, pul defterimi çoktan unutmuştum, geçen gün Gaudi’nin Sagrada Familia’sı (*) gibi, bir türlü tamamlayamadığı...
Mürekkep kokan sayfalarda şimdilerde bize yer yokmuş, eh, ne yapalım? Açılsın bari hayali sayfalar... Oysa onlara yazmak tıpkı suya yazmak gibidir. Kayboluverir gider.