Bu Blogda Ara

Perşembe, Mayıs 14, 2020

Evimizin Tek Patlıcanı



Selim İleri’nin  kulakları çınlıyor mu bilmem... Çınlamaz sanırım, yazarlar için okur görüşü pek önem taşımaz bizim memlekette.

Evimizin Tek Istakozu’nda (*) öylesine güzel mutfak ve sofra hikayelerine yer vermişti ki, okurken ağzımın suları akmıştı. Baba birgün, önemli bir misafir ağırlanacak diye, eve bir ıstakoz alıp getiriyor, ama önce konu komşudan, eve ilk kez alınan ıstakoz için tarifler alınacak, ertesi gün de pişirilecek... Geceyarısı koridorda bir ses duyuluyor... Tak tak tak... Bir bakıyorlar ki ıstakoz mutfaktan çıkmış koridorda yürüyor...

Karantina günleri hepimizi çökertti.

Her gün kalk, “Bugün ne yapsam?” Kendimi nasıl oyalasam? Nasıl ayakta kalsam?” sorularına cevap ara... Ha, en önemlisi de mutfak işleri... Aynı şeyleri döne döne pişirmekten gına geldi... Eskisi gibi kasap, manav, pazar keyfi yok artık, yasak! Marketten gelenle idare etmek zorundayız, o da hiç keyif vermiyor doğrusu... Hele şu ikide birde ilan edilen sokağa çıkma yasakları yok mu? Delirtiyor insanı.

İşte bu sabah da uyandım, günü düzenleme derdindeyim. Aslında bu musibet (**) dünyada  bütün hızıyla hüküm sürüp, yüzbinlerce can almışken, hala yaşıyor ve sağlıklı olmak bile yeter ama, kafada ne sorular duruyor, ne sorumluluklardan kaçılıyor...

-Saat sabahın sekizi, ev halkı birazdan kalkar, kahvaltı için ne yapsam? Sonra öğlene ne pişirsem? deyip


Buzdolabını bir açtım, rafta bir patlıcan duruyor, tek bir patlıcan...

- Tek bir patlıcan ne işe yarar? Patlıcanlı pilav desen, yetmez, herkesin dişinin kovuğunda kalır, imam bayıldı mı  yapsam? Nasıl da canım çekti... Eee,  bir tek ben mi yiyeceğim? Ev halkı seyredecek ha? 

-Ah, hiç olmazsa bir iki patlıcan daha olsaydı, neler neler yapılırdı, oturtma, karnıyarık, hünkar beğendi, ali nazik, patlıcan kebabı, dolma, baba gağnuş... Saymakla bitmez... Yeme de yanında yat! 


-Hmmmm bir düşüneyim, o patlıcanı ufak ufak doğrayıp, tuzlu suya koymalı, sonra tavada zeytinyağında  soğanla biraz çevirmeli, peynir, yumurta, baharat ilavesiyle güzel bir omlet yapmalı...

Eh bu buluşla öğünü atlattın... Peki sonrası? Günü nasıl tamamlayacaksın? Onca saat nasıl geçirilecek? Meğer “zaman öldürmek” ne kadar da anlamlı bir sözmüş, nasıl öldürülecek onca zaman?

Haftalardır evlere tıkılıp kalmaktan, ıvır zıvır ve de bıktıran işlerle oyalanmaktan tükendik bittik vallahi. Dolapları düzelt, çekmeceleri boşalt, fazlalıkları ayıkla...

-Offf ya, bu kitaplığa ne zaman gelip yardım edeceksiniz? Bütün iş benim sırtımda... Şu National Geografic’in yıllardır süren aboneliği raflara  bel verdirdi... Zaten kimse sonradan alıp okumuyor ki, geldiği gün okunup bir kenara atılıveriyor dergiler... Bir tek o olsa iyi... Her kitabevi ziyaretinde alınan seyahat, sofra, tarih dergileri... Dur bakayım, kanaviçe, dikiş-nakış, dantel yıllıkları,  ya şu kocaman kocaman kataloglar?


-Aaaa, bunlar ne yahu? Unutup gittin değil mi? Bu tozlanmış menü koleksiyonu neden duruyor allahaşkına? Ne yani, yıllar önce ziyaret edilmiş lokantalardan menüler... Birgün oturup, eline menüleri alıp, ‘aman da aman, neler yenilip içilmiş’ diye eski günleri mi anacaksın?

Haydi o açık raflar zaman zaman göze battığı için düzenlenip ayıklanıyor da, şu alttaki dolabın kapağını cesaret edip açsana bir bakalım...  Amanin,  depo gibi, kapak açılınca, dışarı fırlayıp düşen bir sürü şey... Oraya hapsedilip, unutulmuş, yok sayılmış hepsi...

-İçimden çığlık atmak geliyor,  şu kasetler, videolar, hatta CD’ler ne olacak? Heeey, beni duyuyor musunuz? Bakın ben kitapları düzenledim diğerleri sizin işiniz  tamam mı?

Sessizlik...

Kimseden  cevap gelmez...

Eh, çık sen de o zaman kütüphaneden...

-Hahhah, nereye gideceksin? İçindeki ses susmaz ki,

-Ütülenecek çamaşırlar dağı bekliyor seni orada... Unuttun mu yoksa? Onları yok mu farz ediyorsun?
-Amaaaan düşünmek istemiyorum... Nedir yani,  çarşaflar nevresimler ütülenmese ne olur?
-Yahu zaten moraller bozuk, Uykuya dalmak için bile mücadele gerekiyor, buruşuk kırışık çarşaf serili bir yatağa kim girmek ister?

Çaresiz, geçersin ütünün başına... Mayıs başında bile  havalar ısınmıştır, kan ter içinde çabalayıp çamaşır dağını eritirsin...

-Ohhh... Şimdi buz gibi bir bira olmalıydı... Ayağım serin sularda, bir sigara tellendirmeliydim şezlongda... Arada bir yudum içip, uzakta süzülen yelkenliyi seyretmeliydim... Hayal bu ya, Corona filan kalmamış ortalıkta...

-Delirdin galiba... O sigarayı bırakmak için az mı savaştın kendinle? Yazı bile yazmıştın, “Düşmanımdın sen sigara” diye... Biraymış... Haydi iç de göreyim... Midene kramplar girsin, yine acillerde kıvran dur, razı mısın?

İmdaaaaaat...  Durdurun Dünyayı İnecek var... Genco  Erkal’ın unutulmaz başrolü müydü o? Durdu işte dünya... 

(*) https://www.kitapyurdu.com/kitap/evimizin-tek-istakozu/49785.html
(**) https://www.hurriyet.com.tr/galeri-corona-virusu-son-durum-3-mayis-dunyada-ve-turkiyede-koronavirus-korona-virus-vaka-ve-olum-sayisi-tablosu-41505520
(***) https://ast.com.tr/Oyun.aspx?oid=143&D=t

1 yorum:

  1. gözümün önünde canlandırdım yaşadıklarını halacım. o patlıcanın resmini de çok sevdim :))

    YanıtlaSil

Ata’nın Kolibası

Geçenlerde yolum Söğütözü’ne düştü, pek çok bakanlığın, resmi kurumun, AKP ve CHP genel merkezinin hatta büyük alışveriş merkezlerinin bulun...