Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Yıldızın parladığı anlar

Amerikan eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in ölümü, Türkiye’de yaşanan pek çok olayı çağrıştırdığı gibi benim için de özel önem taşıyor…  Hani Kıbrıs Harekatı sırasında kendi gemimizi kendi uçaklarımız “ yanlışlıkla” bombalayıp batırıyor, oysa öncesinde ABD Dışişleri Bakanı Kissinger, Başbakan Ecevit’i arayarak, “ hata yaparsınız” diye uyarıyor… ( https://bennursunerel.blogspot.com/2023/12/kissingeri-olumu-uzerine-1.html  Bu konudaki yazım) Şimdi ise bu olayın yansımasıyla, aklıma gelen, tam deyimiyle “ yıldızın parladığı anlardan birini” paylaşayım sizlerle…  Önce şunu söyleyeyim, 43 yılı bulan gazetecilik kariyerimde Tercüman ve Cumhuriyet gazetelerinde farklı zamanlarda çalışmış olmak bir onur vesilesidir benim için… -Neden? Diye soracak olursanız, bir dönem Güneri Civaoğlu’nun genel yayın müdürlüğü sırasında ülkede en çok okunan siyasi gazetelerden biriydi Tercüman, ama zaman zaman “ bağnazlık ” düzeyinde “sağ” ideolojinin sesi haline dönüşürdü… Ben...

Kissinger’in ölümü üzerine (1)

Amerikan eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in 100 yaşında ölümü,  bizleri çok yakından ilgilendiren bir konuyu çağrıştırdı. .  1974 Kıbrıs Harekatında “ kendi uçaklarımız tarafından 5 saat süreyle yanlışlıkla! bombalanan ”  TCG Kocatepe muhribi ve 54 askerimizin şehit olduğu olaydan söz ediyorum.  Kimi gerçekler yıllar sonra ortaya çıkar ya…Ne yazık ki bu olay da böyle yaşanmış ve tarihimizin en karanlık sayfalarında yer almıştır.   Çalıştığım gazetelerde, Tercüman ve Cumhuriyet’te “ belgelere dayanarak ” bu konuyu detaylı biçimde işlemiştim, “Yunan Konvoyu ” sanılarak bombalanan gemilerin aslında Türk Deniz Kuvvetlerine ait olduğu ancak “ seyir durumundaki ” konumlarının tam olarak bilinmemesi, ya da aldatıcı istihbarat alınmış olması nedeniyle bu olayın yaşandığı epeyce sonra ortaya çıktı.  Genelkurmay Başkanlığı, yaşanan faciadan 2 yıl sonra kurduğu inceleme komisyonu ile olayın nasıl yaşandığına açıklık getirdi ama “ kuvvetler arasında ayrıma...

Fatih Terim’den geceyarısı telefonları

Yeni bir oyuncak bulduk çok şükür, derdi tasayı, yaşadığımız zorlukları filan toptan unuttuk…  -Sahi, ne oldu senin kira artışı? Uzlaştınız mı ev sahibiyle? -Yok ya, adam Nuh diyor peygamber demiyor, tutturmuş - kiramı yüzde 80 artıracaksın - diye… Ben de -o zaman mahkemeye ver- deyip, kestirip attım, bakalım ne olacak… Bırak şimdi kirayı mirayı… Sen izliyor musun Fatih Terim Fonu (*) hikayesini? -İzlemez miyim ayol? Her gece o kanal senin bu kanal benim, saatlerce zaplayıp duruyoruz valla… -Biz de aynen… Bir eğleniyoruz ki… Kah mısır patlatıyoruz, kah kestane atıyoruz mangala… Hatta geçen gün bizde, Fatih Terim Fonu yayınları eşliğinde! Komşularla cips-bira buluşması bile yaptık, 10 kişiydik… İşte böyle, bilmem sizin evde durumlar nasıl? Filistin’de yaşanan vahşet, çarşı pazarda arş-ı alaya tırmanan fiyatlar, Meral Hanımın partisinde yaşananlar (**), Kılıçdaroğlu-Özdağ gizli Protokolünün (***)  şoku  filan, bunları hep unuttuk, Fatih Terim Fonuyla yatıp Fatih Terim Fonu...

Şu “yakılarak ölmek” mevzuu!

Bilmem kaç kelimelik X kısıtlaması bir yana, herkesi uyuşturup, saatlerce esir eden, “ görüntü izleme tutkusu ” yüzünden millet okuma yazmayı unuttu… Resimde görüldüğü gibi, meğer Metin Uca “yakılarak ölmek” istiyormuş…  -Ayol yaşama hep gülümseyerek bakan bir adam niye yakılmak istesin?  -Acaba “ öldükten sonra beni yakın ” demiştir de siz kasten veya “ az Türkçeniz ” yüzünden böyle kaleme almış olabilir misiniz? Hayret, onca paralar harcanıyor YouTube kanalları filan açılıyor ama…  Neyse işte, umarım okullardaki Türkçe veya Edebiyat derslerinde öğretmenler saçlarını başlarını yolmuyorlardır. Gelelim yakılma olayına… Yıldız Kenter de bunu istemişti. Yıllar önce Bodrum Turgutreis’teki evinde sorularımı yanıtlarken kendisinden önce yaşama veda eden Şükran Güngör’e olan aşkını dile getirerek demişti ki: -Böyle muhteşem bir adamla aşk yaşadığım için kendimi dünyanın en şanslı kadını kabul ediyorum. Öldü ama onu hala yanımda hissediyorum, dün gidip mezarını ziy...

Metin Uca ve “otomatik pisuvar kafalı” yöneticiler

  Metin Uca artık aramızda yok… -Peki, O’nun bu dünyada bizlere vicdan yükü olarak miras bıraktığı, “ ödenmemiş haklarını ”  kimler savunacak? -Bilemiyorum doğrusu, neden mi?  O’nu tanıyan, tanımayan pek çok kişinin fotoğraflı paylaşımları, gülerek ya da bir kaç damla gözyaşı dökerek dile getirdikleri anılar filan yavaş yavaş seyrekleşecek, gün gelecek o paylaşımlar artık solacak,  gündemden de belleklerden de silinip yok olacak… Gerçekçi olursak, sizce de öyle değil mi? Neyse ki “ söz uçar gider yazı kalır!” Hem de çivi yazılarından, mağara resimlerinden bu yana bu böyledir. O’nu çalışma arkadaşlarından dinlediniz,  okudunuz… Ben de bir kaç anektod anlatmıştım. (*) O Metin Uca ki, keskin zekası, siyasi hiciv yeteneği, okyanusları yutarcasına okuma merakı, yazıyı ve görüntüyü kullanmadaki  mahareti ile bilinirmiş, dostlarını el üstünde tutar, onlarla sofrasındaki, bilgi dağarcığındaki her şeyi paylaşmaktan çekinmezmiş… Üstelik yaşadığı tüm zorluklara karşı...

Metin Uca… Elveda canım komşummm

Sevgili dostum, meslektaşım, komşum! Metin Uca’nın en zor anlarda bile gülümseyerek içinden geçtiği yaşama böyle erken, hem de doğum gününde!  veda edeceği aklıma gelir miydi?  Asla…  Neleri neleri dert edip, kızarak ama sonunda hep gülerek paylaştık yıllar içinde,  İstanbul, Bodrum, Ankara  buluşmalarında… İlk fırsatta arardı: -Komşuuuum evde misiniz? Geliyoruuuum… -Ne hazırlayalım sana? -Bi menemen yap yeter… Bi de enişteye sor, o şaraptan kaldı mı?  “O şaraptan” demesi,  şaraba düşkünlüğünden değil, bizdeki şarabın tuhaflıkları çağrıştıran adındandı… Cumhuriyet’te çalıştığım yıllardı, o Kanal D’deydi, Kızılay’daki binanın üst katındaydı bürolarımız… İkimiz de sigara içmezdik ama her fırsatta buluşup, aşağıdaki trafik keşmekeşini, yukardan, yangın merdiveninden izlerken, günün haber “ kıraatını” yapardık: - Sen ne üstüne çalışıyorsun? -Şu yeni kültür bakanından randevu aldım, ona gideceğim … Gitmişti de Kültür Bakanına…  TBMM Bahçesinde nerede...