Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Şu “yakılarak ölmek” mevzuu!

Bilmem kaç kelimelik X kısıtlaması bir yana, herkesi uyuşturup, saatlerce esir eden, “ görüntü izleme tutkusu ” yüzünden millet okuma yazmayı unuttu… Resimde görüldüğü gibi, meğer Metin Uca “yakılarak ölmek” istiyormuş…  -Ayol yaşama hep gülümseyerek bakan bir adam niye yakılmak istesin?  -Acaba “ öldükten sonra beni yakın ” demiştir de siz kasten veya “ az Türkçeniz ” yüzünden böyle kaleme almış olabilir misiniz? Hayret, onca paralar harcanıyor YouTube kanalları filan açılıyor ama…  Neyse işte, umarım okullardaki Türkçe veya Edebiyat derslerinde öğretmenler saçlarını başlarını yolmuyorlardır. Gelelim yakılma olayına… Yıldız Kenter de bunu istemişti. Yıllar önce Bodrum Turgutreis’teki evinde sorularımı yanıtlarken kendisinden önce yaşama veda eden Şükran Güngör’e olan aşkını dile getirerek demişti ki: -Böyle muhteşem bir adamla aşk yaşadığım için kendimi dünyanın en şanslı kadını kabul ediyorum. Öldü ama onu hala yanımda hissediyorum, dün gidip mezarını ziy...

Metin Uca ve “otomatik pisuvar kafalı” yöneticiler

  Metin Uca artık aramızda yok… -Peki, O’nun bu dünyada bizlere vicdan yükü olarak miras bıraktığı, “ ödenmemiş haklarını ”  kimler savunacak? -Bilemiyorum doğrusu, neden mi?  O’nu tanıyan, tanımayan pek çok kişinin fotoğraflı paylaşımları, gülerek ya da bir kaç damla gözyaşı dökerek dile getirdikleri anılar filan yavaş yavaş seyrekleşecek, gün gelecek o paylaşımlar artık solacak,  gündemden de belleklerden de silinip yok olacak… Gerçekçi olursak, sizce de öyle değil mi? Neyse ki “ söz uçar gider yazı kalır!” Hem de çivi yazılarından, mağara resimlerinden bu yana bu böyledir. O’nu çalışma arkadaşlarından dinlediniz,  okudunuz… Ben de bir kaç anektod anlatmıştım. (*) O Metin Uca ki, keskin zekası, siyasi hiciv yeteneği, okyanusları yutarcasına okuma merakı, yazıyı ve görüntüyü kullanmadaki  mahareti ile bilinirmiş, dostlarını el üstünde tutar, onlarla sofrasındaki, bilgi dağarcığındaki her şeyi paylaşmaktan çekinmezmiş… Üstelik yaşadığı tüm zorluklara karşı...

Metin Uca… Elveda canım komşummm

Sevgili dostum, meslektaşım, komşum! Metin Uca’nın en zor anlarda bile gülümseyerek içinden geçtiği yaşama böyle erken, hem de doğum gününde!  veda edeceği aklıma gelir miydi?  Asla…  Neleri neleri dert edip, kızarak ama sonunda hep gülerek paylaştık yıllar içinde,  İstanbul, Bodrum, Ankara  buluşmalarında… İlk fırsatta arardı: -Komşuuuum evde misiniz? Geliyoruuuum… -Ne hazırlayalım sana? -Bi menemen yap yeter… Bi de enişteye sor, o şaraptan kaldı mı?  “O şaraptan” demesi,  şaraba düşkünlüğünden değil, bizdeki şarabın tuhaflıkları çağrıştıran adındandı… Cumhuriyet’te çalıştığım yıllardı, o Kanal D’deydi, Kızılay’daki binanın üst katındaydı bürolarımız… İkimiz de sigara içmezdik ama her fırsatta buluşup, aşağıdaki trafik keşmekeşini, yukardan, yangın merdiveninden izlerken, günün haber “ kıraatını” yapardık: - Sen ne üstüne çalışıyorsun? -Şu yeni kültür bakanından randevu aldım, ona gideceğim … Gitmişti de Kültür Bakanına…  TBMM Bahçesinde nerede...

Yalçın Küçük’le karşılaşma

    Sonbaharın hüznü çöktü içime…  At kestanelerinden, akasyalardan şimdilerde dökülüp, rüzgarla Ankara sokaklarına savrulan kuru yapraklar aslında yitirdiğimiz ve söylemesi çok zor ama “ yitirmek üzere olduğumuz ” güzel insanları anımsatıyor…  Geçenlerde Soner Yalçın’ın “ Kayıp Aranıyor” yazısı (*)  üzerine Yalçın Küçük aklıma düştü. Kitaplıkta epeyce aradıktan sonra arka sıraya düşmüş önemli eseri,  “Türkiye Üzerine Tezle r”i buldum, yeniden bir gözden geçireyim dedim. Üç ciltlik kitabının ilk baskılarında kaleme aldığı “işaretler ” başlıklı yazısını sonraki baskılarda da tekrarlamış,  demiş ki: “… Bir daha bu kadar dürüst ve bu kadar yeni düşüncelerle yüklü bir ansiklopediyi yazamayacağım kabul ediyorum. Dağda, zindanda, konaklarda, soran evlerde, en çok okunan, ansiklopedidir, zor yerlerde, koyu kapaklarının elden ele geçişle, yıpranmış, kırlaşmış, formunu yitirmiş eski hırkalara döndüğüne pek çok kez tanık oldum… Okunmaktan eskimiş ve yıpranmı...