Ana içeriğe atla

 





Eskiden okullarda hepimize öğretilen bir marş vardı hatırlar mısınız? 


“Ankara, Ankara, güzel Ankara. 

Seni görmek ister her bahtı kara. 

Senden yardım umar her düşen dara. 

Yetersin onlara, güzel Ankara” (*)



Ankara’da doğmuş, okumuş, meslek yaşamını Ankara’da sürdürmüş, çoluk çocuğunu bu şehirde yetiştirmiş biri olarak burada yaşamaktan asla pişman olmadım. Tam tersine, dünyanın hiçbir metropolü beni bu kadar mutlu etmedi. 


-Ha, kıskandıklarım olmadı mı? Oldu tabii, New-York’un göbeğindeki Central Park’tan tutalım da, Tokyo’nun metro ağına, Rio’nun Ipanema-Copacabana’sında kilometrelerce uzanan plajlarına, Paris’in müzelerine, Londra’nın konser salonlarına, Atina’nın gözü gibi koruduğu Akropol’üne, Bağdat’ın Dicle kıyısındaki salaş balık lokantalarına, Singapur’un huzur adası Sentosa’ya, Yeni Delhi’nin Kızıl Kale’sine, Moskova’nın metro istasyonlarına, Berlin’in doğu yakası galerilerine, Sydney’in o güzelim Camdan Operasına, Floransa’nın artizanı koruyan dükkancıklarına… Ooo say say bitmez, Evliya Çelebi’ye inat, -seyyah oldum şu alemi gezdim- desem yeridir…

  

Evet kentleri kıskandım ama o gezip gördüklerimin kimilerini hep Ankara’da istedim.


-Mümkün mü peki?


-Tabii ki değil ama bir şehir turu yaptığınızda, eski ile karşılaştırdığınızda  Ankara’nın neler neler yitirdiğini, hele Atatürk’ten kalan o güzelim mirası nasıl çar-çur ettiğini görünce yürek sızlıyor. Kentin o tarihi dokusunun üstünden silindirle geçildi, Atatürk’ün kendi parasıyla satın alıp bizlere miras olarak bıraktığı Atatürk Orman Çiftliği arazileri bile yıllar içinde talan edildi ve halen de bu talan sürmekte… Gazi Orduevi, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ve pek çok kamu kuruluşu eliyle  milyonlarca ağaç kesilerek betonlaştırılan o güzelim arazi şu anda bile kilometrelerce uzanan çevre yolları aracılığı ile yeni işgalcilere göz kırpıyor.


Kentte dün bir gezi yapayım dedim de inanın gördüklerim içimi kararttı. Örneğin Ankara’nın göbeğindeki “Eski Hipodrom” arazileri üzerindeki korkunç yapılaşma… O ne gökdelenler, o ne AVM’ler yahu? Millet Bahçesi denen, aslında yeşillikleri betonlaştıran uygulama kimi teselli edebilir? İnsanın içinden haykırmak geliyor:


-İmdaaat, bu binalar sayesinde kente karabasan gibi çökecek trafik keşmekeşini hiç düşündünüz mü?  Bir zamanların “büyük köyü!”  Ankara’da  o yıllarda bile nefes almayı zorlaştıran, hava kirliliği kabusuna şimdi bizi geri mi döndüreceksiniz?


Cumhurbaşkanlığı bünyesindeki  Devlet Denetleme Kurulunun Raporlarına  dün bir bakayım dedim de, ona buna peşkeş çekilip yitirilen milyonlarca metrekarelik Atatürk Orman Çiftliği arazisi tek tek detaylarıyla kayda geçirildikten sonra yer alan şu ibare çok dikkatimi çekti:


“Ancak, özellikle hipodrom yöresindeki gelişmeler, daha büyük boyutlu girişimlerin önlenmesinin zor olacağının işaretlerini vermektedir. Atatürk Orman Çiftliği alanının plânlanması çalışmalarına bir an önce girişilmezse, Atatürk’ün öteki çiftliklerinin uğradıkları sonuçla karşılaşılması kaçınılmaz olacaktır.”


İşte şimdi Ankara o “kaçınılmaz sonu” yaşıyor. 


Yıllardır metropoller üzerine çalışan mimar  ve ulaşım planlamacısı Erhan Öncü’ye bu konuları danıştım, şunları söyledi:


-Ne yazık ki kentler planlı gelişmiyor, kentleri planlayanlar müteahhit ve rantçılar, belediye meclislerinde alınan kararlara bakarsanız yüzde 85 düzeyinde imar planı değişikliklerinden ibaret olduklarını görürsünüz ve ne yazık ki bu plan değişiklikleri sırasında ulaşım etüdü yapılmıyor, yani şehir planları boşuna yapılmış oluyor. Ankara’da da betonlaşma böyle başladı, önce hobi bahçeleri dediler, sonra o bahçeler 1-2 katli villalara dönüştü, o villaların yerini de 30 katlı gökdelenler aldı. Bu durumla mücadele sonradan yargı eliyle yapılmaya çalışılsa da yargının gücü yok. İşte Ata’nın mirası Atatürk Orman Çiftliği… Külliye dokunulmaz… Orduevi dokunulmaz… Yapılaşma o arazide inşa edilen yollar aracılığı ile de halen devam ediyor,  ODTÜ ormanında, İncek yönünde binlerce araç kesilerek yollar yapılırken kim engel olabildi? Bizler sadece bu durumu izliyoruz… 

Ya, işte Ankara’da da durum ne yazık ki bu… (**)


A, o size hatırlattığım o marş nasıl devam ediyordu?


“Burcuna göz diken dik başlar insin. 

Türk gücü orada her zoru yensin. 

Yoktan var edilmiş ilk şehir sensin. 

Var olsun toprağın, taşın Ankara.”


(*) https://youtu.be/azRpn0tKbrQ 

(**)http://www.aocmucadelesi.org


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KONGRE TUFANI (1) Nazmi Bilgin: “32 yıl yetmedi”

Gazeteciler Cemiyetinde bir kongre geride bırakıldı, “ 32 yıl yetmedi, devam” diyen Başkan Nazmi Bilgi n yeniden seçildi.  Ancak başta OY’unu Beyaz Sayfa Kadro Hareketi için kullanan 295 değerli meslektaşımız olmak üzere aslında Cemiyetin yeni yönetim kuruluna ve  tüm üyelerine  olan sorumluluğumuz gereği, söylenecek çok şey var.  Bugünden itibaren bunları bir bir paylaşacağım:  1-32 (OTUZ İKİ) yıllık Başkan Nazmi Bilgin, benim bulunduğum her toplantıda “ Bu benim son dönemim, bir daha aday olmayacağım ” diyordu, Vakıf Senedi’nin mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine haykırarak, “ Ben bu Vakıf Kuruluncaya kadar başkanlığa aday olacağım ” demedi mi?  Gazeteciler Cemiyetinin her türlü menkul ve gayrimenkul varlığının, üyelikleri ölünceye kadar sürecek 16 kişilik mütevelli heyete geçmesinden muradı neydi acaba da başkanlık koltuğunu terk etmemekte bu kadar ısrarcı oldu? Bu durumu sizlerin yorumuna bırakıyorum.  2- Yüzlerce üyesi olan bir Gazet...

Basın Meslek Örgütü Sansür Uygular mı?

Basın meslek örgütü sansür uygular mı? Gazetecilik camiasında son günlerde bir tartışma sürüyor, ortadaki soru şu: -Sansürle mücadele etmek için kurulmuş bir basın meslek örgütü, kendi üyelerinin paylaşımına sansür uygular mı? Sözü hiç dolandırmadan, geçen hafta yaşanan bu olayı direkt anlatalım: Gazeteciler Cemiyetinden bir grup üye, 33 yıldır başkanlık görevini sürdüren yönetime eleştirilerini bir yazılı bildiriyle ortaya koydu:   -E, sonra? Sonra kıyamet koptu… Gazeteciler Cemiyeti adına “ görevlendirilen” bazı isimler, pek çok web sitesinde yer alan bu bildirideki iddiaları yanıtlamak yerine, tek tek web sitelerinin yöneticilerini arayarak sansür ettirme çabasına giriştiler. Bazılarında başarılı oldular, bazıları ise bu “ basın özgürlüğüne ihanet ” sayılan girişimi reddetti.  -Nasıl yapabilmişler bunu? -Kimilerine bazı vaadlerde bulunmuşlar, kimilerine - tüzüğün falanca maddesini işletir, sizi üyelikten atarız - demişler. -Ne vaadiymiş o? -O bildiriyi ...

KONGRE TUFANI (2) Alo 198’e sormuş!

  Gazeteciler Cemiyetinde yaklaşan kongre için, adaylığım üzerinde ısrarlar yoğunlaşınca epey düşündüm: -Kırk yıl emek verdiğim gazetecilik mesleği bana artık bir örgüt sorumluluğu yüklemiyor muydu?  -Gazeteciler Cemiyetinde yürüttüğüm çalışma sırasında gözlemlediğim ciddi yanlışlar için çaba göstermek gerekmez miydi? -Biz başımızdakileri, “ koltuğa yirmi üç yıldır yapıştınız, denetimden kaçtınız, adaletsiz davrandınız ” diye eleştirirken, “ tam otuz iki yıldır başımızda durmakta ısrar eden, denetime, adalete, eşitliğe kapalı yol yürüyen ” yöneticilere ne diyecektik? Uzun uzun düşündükten sonra kararımı verdim ve adaylığımı açıkladım. İstifa ettiğim gün başkan beni telefonla arayıp, dedi ki: - Nursun ben zaten senin ayrılacağını tahmin ediyordum. Belki de adaylık düşünüyorsun, e tabii, demokratik hakkındır. Bu sözler kulağımda çınlarken, elimde “ Cemiyetin aday listesini talep eden dilekçemle ” yola çıktım, Üsküp Caddesi 35 numaradaki cemiyetin bahçesinden içeri ...