Bu Blogda Ara

Cumartesi, Aralık 11, 2021

DAKTİLO

 


Bu sabah televizyonda bir film seyrettim, bir aşk hikayesi, 50'lerde geçiyor...

Filmin nostaljik ortamı harika, herkesin elinde birer sigara, saçlarda bigudiler, kıyafetler konfeksiyon değil, evde ya da terzide özenle dikilmiş, herkesinki biricik... Daracık, sımsıkı tayyörler, japone kollu ipek bluzlar. Erkeklerin saçları briyantinli. Kadınlar ev hanımı, çocuklar bahçelerde sallanırken mutlu. Haberler radyodan dinleniyor...

-"Eee ne var bunda? Alelade bir sabun köpüğü, nostalji sömürüsü” diyeceksiniz biliyorum...

-HAYIIIIIIIIIIR, değildi, çünkü filmin ana teması, “daktilo” evet yanlış duymadınız DAKTİLO üzerinde şekilleniyordu. Çok hızlı daktilo yazan bir genç kız ile onun çevresindeki kıskançlıklar, arka planda dönen dolaplar ve aşk... Dünya şampiyonası bile yapıldı New York'ta ve bizim kız kazandı... Hem de dakikada 515 vuruşla!

Biliyorum şu ana kadar sizde hiç bir etki uyandırmadı bu hikaye... Bir de bana sorun.

Ah o mesleğe başladığım yıl, ah o Anadolu Ajansı, ah o hayran olduğum gazeteciler, Barış Kaşıkçılar, Muazzez Emel Akantlar, Ceyhan Altınyeleklioğlular... Nasıl coşkuyla dolu yıllardı... Koşarak büyük bir sevinçle gelirdim ajansa, verilen işleri hevesle hatta aşkla yapmaya çalışırdım... O koskoca salonda daktilo tıkırtıları arasında çalışmak o kadar büyük bir keyifti ki...

Biz okulda F klavye ile yazmayı öğrenmiştik, sevgili daktilo hocamız Melahat  Oral (SBF-BYYO öğretim üyesi) kağıdı makinaya taktırır, haydi yazın bakalım derdi:

-Kara kara kartallar kararan kırlarda kanat kırdılar...Doktor çocuklara süt verdi...

Bu ilk yazılar klavyede üst-alt satırlara alışmak ve farklı parmakları kullanmayı öğrenmek içinmiş!

Önceleri tık tık tık deyip aralara reklam alırken, sonra hızlanır oldum, AA’ya adım attığımda artık bayağı hızlı yazıyordum, ajansta benden kıdemli meslektaşlar ise Q klavyeli daktilo kullanırdı...

Müdürümüz İbrahim Çıngay ne çalışkan, ne yaratıcı ve ne kadar adil bir yöneticiydi... Ümit Zileli ve Oktay Onuk'la aynı günlerde başlamıştık mesleğe... Haftada birkaç gün Esenboğa'ya gidiş işi çıkardı... Elimizde telsiz, bir önemli konuğun basın toplantısını izlemeye, kaydetmeye giderdik... Ne günlerdi.

Bir gün ajansta istihbarat şefinin odasına doğru hızla seyirtirken ceketim, masalardan birinin üstünde duran dev bi daktilonun şaryo koluna takıldı, hoooop yere düştüm, daha doğrusu yere yuvarlanan daktilo beni de aşağı çekti... Üstümdeki kadifeden ceket ve pantolon sayesinde bu küçük kazadan zararsız kurtulmuştum ama daktilonun yere düşüşüyle salonda yankılanan ses adeta bomba etkisi yaratmıştı.

Ne kadar utandığımı, günlerce ajansa nasıl mahçup mahçup gelip gittiğimi anlatamam... Meslek hayatımın çok güzel bir sayfasıydı...

Bir film ve filmin “baş objesi daktilo” bana bunları anımsattı ve sizlerle paylaşmak istedim... Bilmem daktiloyla aşinalığınız olmuş muydu? Keşke paylaşsanız... Bakın, Behçet Necatigil ne güzel yazmış:

DAKTİLO

Bana pek sert vurmuşlar bir yerlerim ağrıyor Ya günboyu bastıran bir uyku

Sevincin sesi çıkmıyor.

Evlerinin önü çeşme, sularım alınıyor

Bu çok tuzlu çöreği hangi kalpsiz yedirdi Bağrım fena yanıyor.

Kimlerin elinde, herkes benden biliyor Ne hoyrat kullanmışlar

Sevincin sesi çıkmıyor 

Behçet NECATİGİL


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

PORTRELER Ferhan Şaylıman

Yaşamın, ölümün, varoluşun gizemini çözebilmek mümkün mü?  Hani bir an, belki bir an bile değil, hafifçe, belli belirsiz esip geçen ama b...