Ana içeriğe atla

Kayıtlar

İoanna Kuçuradi, “Ciddiye almamak gerekir” derken kimi kastetti?

Gazetecilik mesleğinde pek çok insanla karşılaştım, cumhurbaşkanları, başbakanlar… Kimileriyle çok yakın dost bile olduk ama onları saymıyorum, çünkü bizim mesleğin “ olağan tanışıklığıdır” o isimler, büyüklerimizin deyimiyle onlar “ yolcudur biz hancı. ” Doğrusu, insanları “makamları ” ile değil de kişilikleri ve “ yansıttıkları değerlerle ” dikkate almayı hep daha doğru saydım.  Felsefe profesörü Ioanna Kuçuradi, yansıttığı ve kendisine atfedilen değerler açısından bence öylesine “ tepelerde ” yer alan bir isim ki… Onun yansıttığı ışığın sonsuza dek Türk toplumunu aydınlatmasını diliyorum.  Gazeteciler Cemiyetinde dün “hocaların hocası ” Ioanna Kuçuradi’yi bir dönem öğrencisi olan, şimdinin felsefe profesörü Harun Tepe’yle birlikte  ağırladık… Kuçuradi’nin ekrandan katıldığı söyleşimizin başlığı “İnsan Hakları ve Gazetecilik Etiği” idi ama sorudan soruya geçerken güncel konular üzerinde durmamak olmazdı, daldan dala bir  “çay sohbeti” yürüttük. —-Türk de...

Yakup Odabaşı

Yakıp Odabaşı’na “bol şans” diliyoruz CHP’nin Gölbaşı İlçe Başkanlığına aday gösterdiği Yakup Odabaşı bizim sitemizi de ziyaret ederek, yapacaklarını anlattı ve oy istedi.  Bizler de yeni belediye başkanından beklentilerimizi dile getirdik.  Bunların başında sitemizi TED Kolejine bağlayan yolun tamirat ve bakımı geliyordu, söz aldık, bakalım gerçekleşecek mi? Bunun dışında; -Gölbaşı adı üstünde göl kıyısına kurulmuş bir ilçe iken, rant amacıyla verilen çok katlı bina izinleri nedeniyle Mogan Gölünün adeta görünmez hale gelişi -İlçenin çeperindeki güzelim buğday tarlalarının rant amaçlı imar izinleri nedeniyle birer birer yok edilişi ve yerlerine dikilen 40-50 katlı gökdelenler  -Çok sık mağduru olduğumuz elektrik kesintileri -Sitemizin tam önünden geçen fiber optik kabloya karşın, internet sistemine düzgün bağlanamayışımız,  -Toplu ulaşımın yetersizliği  -Mogan ve Eymir gibi Ankaralılara  doğanın armağanı olan iki güzel gölün spor, turizm ve rekreasyon açıs...

İçim dışım Mustafa Kemal

Yaşam pek çok sorumluluk yüklüyor, “ kendine zaman ayırmak ” çok büyük bir lüks, bunu en iyi bilenlerdenim, dolayısıyla bir takım işlerin “ mecburiyetten ” değil de “ isteyerek yapılması” kadar güzel bir şey, örneğin “ istediğin kitabı okumak”   kadar şahane bir hobi var mı?   Bu durumun  ayırdına vardığım anlardan birini Moskova’da yaşamıştım. Bir Tolstoy hayranı olarak kentte  O’nun izlerini arayıp durdum, “ müzeler, kitaplıklar, el yazmaları, içinden geçtiği sokaklar hatta sevdiği tablolar ” peşinde koşmak beni hayranlıktan öte bir ruh haline sürüklemişti. Moskova’da geçirdiğim günlerde bana özveriyle rehberlik eden Rus arkadaşım Elena ile benim bu Tolstoy başta olmak üzere delice tutkunu olduğum Rus yazarlarına olan saplantıma şaşırmış gibiydi bir gün şöyle dedi: -Eğer sen de küçük yaşlardan itibaren bütün okul yılların boyunca bu yazarları ve kitaplarını zorunlu ders olarak okusaydın, bırak sevmeyi, bu zorunlu vazife nedeniyle onlardan soğurdun Hatta bununl...

İhsan Raif Hanımın kurabiye tarifinin izinde…

İnsanın yaşam boyu peşinde koştuğu, özlem duyduğu “ zaman kesitleri” yok mudur? Hani mecburiyetlerden arınmış, tek başına oturup, düşünmeden bile! aylak aylak, karşıdaki saate gözünü dikersin…  Tik tak, tik tak…  Başını çevirmeye bile üşendiğin pencereye bir ara dönüp baktığında görürsün, belli belirsiz kar taneleri dökülüyor, çamlara değer değmez eriyor hepsi… - Uyuşukluğundan sıyrıl, defteri bul, tarifleri gözden geçir, çay hazırla, kurabiye filan yap… O tarif, şair İhsan Raif Hanımın (*)  notlarından derlenip, yıllar önce bir gazetede yer almıştır… Tarife baka baka yumurtaları kırdığın sırada aklından geçer; -İyi ki şu naylon kullan-at eldivenler var, hamur nasıl da yapışkan… İhsan Raif Hanım o zarif ellerini hamur kalıntısından nasıl kurtarıyordu? Ben hamura biraz zencefil tozu, tarçın, kuru üzüm eklesem sanki daha iyi olacak… İşte Ayşe Özgen Topuzlu’nun  takıldığı o “40 paralık karbonat”  ölçüsü ta İhsan Raif Hanımın kurabiye yaptığı zamanlardan kalma… De...

Kentlerin Kalbi’nde sayfa sayfa gezelim

Bir kaç gündür elimde Yaşar Seyman ’ın kitabı, bardağımda demli çayım, kulağımda kah Aşık Veysel’den, kah Mercedes Sosa’dan nağmeler, keyifli bir yolculuğa çıktım. Kimini gördüğüm, kimini görmediğim kentleri, ülkeleri enine boyuna geziyorum, aşıkların, şairlerin, yazarların diliyle uzakları yakın edip, oraların ahalisiyle söyleşip kucaklaşıyor, sokaklarında caddelerinde dolaşıyorum. Hani yaşamını “odasından çıkmadan geçiren” Amerikalı ozan Emily Dickinson diyordu ya: -Hiçbir gemi bizi bir kitap kadar uzaklara götüremez… Yaşar Seyman, “Kentlerin Kalbi” kitabıyla beni öyle bir gezdiriyor ki, adeta bulutların üstündeyim, her sayfada bir başka ufuk açılıyor önümde.  Kendimi “doğma büyüme Ankaralı” bilirdim, meğer nasıl da eksik bilirmişim! Orhan Veli ’nin Altındağ ’ını okuyunca anladım: “ Biri bir koca görür rüyasında yüz lira maaşlı kibar bir adam evlenir, şehre taşınırlar mektuplar gelir adreslerine şen yuva apartmanı, bodrum katı kutu gibi bir dairede otururlar ...

İnsan hakları savunucusu bir doktor; Veli Lök ile sohbet

Geçenlerde İzmir’deydim, Asansör’ü hep duyar, merak ederdim, bir sabah erken yürüyüşe çıktım. İzmir Kız Lisesinin önünden geçerken Ankara’daki lise yıllarım aklıma geldi, her şeye gülerdik, müdire hanımın sert söylemlerine bile! Yine gülerek yürüdüm, Dario Moreno’nun evinin önünden şarkısını mırıldanarak geçtim, deniz görünmese de martı çığlıklarını duyuyordum, sonunda “ yüzyıllık ” A sansör’e (*) ulaşıp yukarıya çıktım. .  Kapılar açıldığında karşımda bulduğum manzara çarptı beni Hafif hafif serpiştiren yağmurda, aşağıdaki apartmanlar dizisinin ardında uzanan maviliği dakikalarca nefesimi tutarak izledim.  Günün erken saatleriydi, “bir kahve olsa”  dedim,  arkadaki manzaralı restorana girdim, boştu, “ cam kenarı buldum” diye sevindim, hemen oturdum: Garson benim kahvemi getirirken,  bir beyefendi içeri girdi, uçtaki masayı seçti, yavaş hareketlerle şapkasını, paltosunu çıkardı, atkısını katlayıp bir kenara koydu, gri takım elbisesi, bordo yeleği ve hafta...