Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Anna Karenin

Bugünün dünyasında, yani Tolstoy ’un ölümünden bir asır sonra Anna Karenin ’i (*) okumak hem keyif verir insana, hem de pek çok şeyi sorgulamasına yol açar...  Bir kere Anna Karenin , insanın iliklerine kadar hissedeceği bir aşkın hikayesidir. Yani “ başından aşk geçmiş! ” insanların çok iyi bildiği duygulardır o kült romanda anlatılanlar. O kadar ki, romanın üstüne kurulu olduğu kadın Anna, Kont Vronski ’ye olan aşkı uğruna her şeyden hatta yaşamaktan bile  vazgeçmiştir... Küçücük oğlu Serjoya ’yı, herkesin saygı duyduğu kocası Aleksey Androviç ’le gah Moskova’da gah Petersburg’da sürdürdüğü, hiçbir olanaktan yoksun kalmadığı o renkli yaşamı, herkesin hayranlıkla izlediği güzelliğine çok yakışan, en iyi terziler elinde, gerçek dantellerle dikilen  tuvaletleriyle boy gösterdiği suareleri, kuş sütünün eksik olduğu evinde kitap okuyarak geçirdiği huzurlu saatleri ve büyük aşkı Vronsk i’yi, hatta küçücük kızını bile geride bırakıp gitmiştir... Çünkü, görünürde pek çok kadın ...

Sekiz silindirli 66 Buick ve yaşamımızdan yitip gidenler

Kimdi o komşular? Nereye gittiler? Oğullarının ismi Gürbüz, kızlarınınki  Gülten  miydi? Karşımızdaki  Saadet Apartmanı nın sokağa bakan birinci katında otururlardı, evlerinin balkonunu çepeçevre saran mor salkımlı evde. Nisanda mı Mayısta mı açardı mor salkımlar? Ortalık nasıl bir yağlıboya resim şölenine dönüşürdü?  İlk taşındıklarında onlara “ mahalleye hoşgeldiniz ” demeye gitmiştik annemle.  Evin hanımı Gönül Teyze biz pırıl pırıl temizlenmiş, limon kolonyası kokan salonda misafir etmişti. Ev iki oda bir salondu, pardon salon salomanje ... Duvarda, Saatli Maarif Takvimi nin hemen yanında duran saatin sarkacıyla, uzayıp giden kurma zincirinin ucundaki siyah abanoz kozalaklar nasıl da hoşuma gitmişti. Yakınına gidip, ayaklarımın ucunda yükselerek incelemiştim saati:  “ Tik tak, tik tak... ” sesleri arasında yelkovan ilerliyordu, birden üstteki minik pencere açılmış ve mavi minik kuş çıkıp “ guguk guguk ” diye dört kez öterek saati...

Kadınlar ne ister?

  Geçenlerde Ankara 'da pek parlak, süslü ve epey de pahalı etiketleriyle tanınan bir mağazada psikolog İlkim Öz bir söyleşiye katıldı. Mağaza butiğinden bol sıfırlı çeklerle bolca ürün satın alırken izdiham yaratan hanımlar, nedense söyleşiye tek tük katılım göstermişlerdi. Grupta bulunan bir hanım kendini tutamadı: -İlkim Hanım, zamanınızın çok değerli olduğunu biliyorum, kitaplarınızın çoğunu okudum. Ben söyleşinizin hınca hınç dolu olmasını beklerdim. Annemin bir sözünü hatırlatmadan geçemeyeceğim. 'Kafanın içini süsle, dışını değil!” derdi rahmetli... Acaba bu yüzden mi tenha bu salon? Salondaki süslü püslü hanımlar arasında birden buz gibi bir hava esti. Pek havalıydılar aslında, hep de pohpohlanmaya alışıktılar... Çoğu estetik burun ameliyatlı ve silikon dudaklıydı. Beceriksiz ve ilkesiz doktorlar elinde tuhaf, donuk ve tornadan çıkmış gibi duran, birbirinin tıpkısı suratlarıyla doğru dürüst gülümseyemiyor ya da kaş çatamıyorlardı. Nasıl oluyorsa aynaya baktıkl...