Bugünün dünyasında, yani Tolstoy ’un ölümünden bir asır sonra Anna Karenin ’i (*) okumak hem keyif verir insana, hem de pek çok şeyi sorgulamasına yol açar... Bir kere Anna Karenin , insanın iliklerine kadar hissedeceği bir aşkın hikayesidir. Yani “ başından aşk geçmiş! ” insanların çok iyi bildiği duygulardır o kült romanda anlatılanlar. O kadar ki, romanın üstüne kurulu olduğu kadın Anna, Kont Vronski ’ye olan aşkı uğruna her şeyden hatta yaşamaktan bile vazgeçmiştir... Küçücük oğlu Serjoya ’yı, herkesin saygı duyduğu kocası Aleksey Androviç ’le gah Moskova’da gah Petersburg’da sürdürdüğü, hiçbir olanaktan yoksun kalmadığı o renkli yaşamı, herkesin hayranlıkla izlediği güzelliğine çok yakışan, en iyi terziler elinde, gerçek dantellerle dikilen tuvaletleriyle boy gösterdiği suareleri, kuş sütünün eksik olduğu evinde kitap okuyarak geçirdiği huzurlu saatleri ve büyük aşkı Vronsk i’yi, hatta küçücük kızını bile geride bırakıp gitmiştir... Çünkü, görünürde pek çok kadın ...
Mürekkep kokan sayfalarda şimdilerde bize yer yokmuş, eh, ne yapalım? Açılsın bari hayali sayfalar... Oysa onlara yazmak tıpkı suya yazmak gibidir. Kayboluverir gider.