-Bütün resimlerde gülümsüyordun ama!
Diyeceksiniz şimdi…
Pek öyle değil işte… Tatsız bir gündü, yaşadığımız atmosfer malum, ama farklı nedenlerle de canım sıkkındı. Şu doğum günü klişesi “neşeliymişim gibi görünmemi” gerektirse de, belleğim yaşamımın ilk doğum günü kutlamasına götürdü beni…
Annemle babam devlet memuruydu, çok çalışırlardı, gençlik yıllarıydı, “kaçıncı derecenin kaçıncı kademesindeydiler acaba?” Tabii, amirleri ne derse oydu, “fazla mesai” sözünü hep duyardık evde. Belki bu yüzden bizim çocukluk hayallerimize ayıracak zamanları pek olmazdı.
“Çocuk Haftası aboneliği, Andersen’den Masallar, üç tekerlekli kırmızı bisiklet ve Kemal Eroğlu’ndan mandolin dersleri…”
Yaşamdaki lükslerimiz bunlardan ibaretti.
Sarar İlkokulunda, ikinci sınıftaydım. Sık sık arkadaşlarımın doğum günlerine davet edilirdim. Anneleri nasıl da süslü sofralar hazırlardı. Tabii onlar “ev hanımıydı” en ufak ayrıntıyla bile uğraşırlardı. Kolalı masa örtülerinin üstünde, rengarenk bardaklarda limonatalar, güllü porselen tabaklarda börekler çörekler, gümüş kutularda şekerlemeler, hatta evlerimize dağılırken hepimize verilecek küçük armağanlar bizlere göz kırpardı.
Hele o şeker hamurundan çiçeklerle süslü kremalı pasta masaya bütün azametiyle geldiğinde nasıl heyecanlanırdık.
Çocukluk işte, ben doğum günüm olduğunu bile fark etmezdim, günler gelir geçerdi.
Bir Cumartesi günü, babamın Ziraat Bankasındaki müdürü Vedat Beyle, hanımı ellerinde kocaman bir kutuyla bize misafirliğe geldi. Kutuyu “çayın yanına” diye uzatan “ağır misafirlerimizi” annem saygıyla salona buyur ederken “Niçin zahmet ettiniz diyerek” ellerindekini alıp mutfağa geçti, ben de arkasındayım tabii, kutuyu hemen açsın diye anneme yalvardım.
Kutudan kocaman bir çikolatalı pasta çıkınca, annem, “aaa bak, tam da senin doğum gününde” diyerek bana gülümsedi, bunu duyar duymaz ona sarıldım:
-Anne, arkadaşlarımı çağırsam, bana doğum günü yapsak? Bak işte pasta da var n’olur n’olur…
Annem bu ısrarlı yalvarıp yakarmam karşısında,
-Sus bak duyacak Vedat Beyler şimdi… Onlar bir kalksın düşünelim…
Dedi.
Misafirlerin kalkmasını sabırsızlıkla bekledim, neyse ki çok oturmayıp, çaylarını kahvelerini içtikten sonra kalktılar. Annem, “ikram etmezsek ayıp olur” diyerek pastadan kestiği birer dilimi Vedat Beyle hanımına, çayın yanında önceden hazırladığı bir iki çörek ve kurabiye ile ikram etmişti.
Bu işe biraz üzülmüştüm doğrusu, evet doğum günümde ilk kez arkadaşlarımı eve çağıracaktım, evet masada pastam da olacaktı ama bir köşesi kesikti işte…
-Kesik pastanın üstünde mum hiç öyle afilli afilli üflenir miydi?
O zamanlar okul sonrası önlüklerimizi çıkarıp, ödevlerimizi de yaptıysak hepimiz sokaklarda alırdık soluğu, işte şimdi de herkes yine sokaktaydı, koşup bütün arkadaşlarımı eve çağırdım…Öyle süslü püslü kıyafetlerle değil sokak elbiseleriyle geldiler, masanın etrafında toplandık, annem masaya önce çörekleri, kurabiyeleri getirdi, sonra da çikolatalı pastayı. Bir ucu kesikti, biraz üzülüyordum buna ama olsun, sonunda ben de arkadaşlarımı doğum günüme davet etmiştim ya…
Gözlerim doldu Nursuncum, çok dokunaklı bir yazı.
YanıtlaSilÇocuklukta dertlenirdik olur olmaz şeylere😪♥️🌷
SilC sınıfı No 550 Cem Kök'den sevgiler
YanıtlaSilHerşeye çok ince bir hiciv ekleme ustalığın var No 550, selamlar
SilNursun
Sevgili Nursun, suya değil, bildiğin duvara kazınmış yazılar♥️”Pedagog” nedir, ne menem bir şeydir bilmeyen ebeveynlerin, çocukların geçmişten gelen, biraz kırık, “bir kenarı kesik” ama mutlu, umutlu, sevgi dolu, derin, sıcacık anıları. Yıllar önce arkadaşlarla paylaşılan o kesik pastanın samimiyeti kurduğun şölen sofralarında devam ediyor; daha nice yıllar sağlıkla devam etsin.
YanıtlaSilYa öyle işte sevgili Ayşe Dilek Kangal’ım…Aslında gelişimimiz üzerinde çok ciddi katkıları oldu. Mahallemizin bütün çocukları bizim kitaplığı kaynak etmişti, babamın aşıladığı okuma keyfine minnet doluyum… Eh, arada dertlenmelerimiz de olurdu tabii.
SilÇok sevgiler
Nursun
Çok duygu dolu bir yazı kaleme almışsınız gözümde birkaç damla yasyaşla okudum...
YanıtlaSilCanımın sevgili dostum
Sil🌷♥️ nursun