Yaşanan son uçak kazalarını, Potomac nehrine yanarak düşen helikopterle uçağı, yaşamdan kayıp giden bahar dalı gibi zarif buz patencilerini (*) aklımdan silemiyorum, bir de Kartalkaya’daki faciada kaybettiklerimizi… Sabah bembeyaz karda keyifle kayıp, gece derin uykularında alevlerin yuttuğu otuz altı masum çocuğumuzu unutabilir miyiz? (**)
-Zavallı çocukların son anlarını düşündükçe kahrolmamak mümkün mü?
-Son nefeslerini verinceye kadar, “anne babamız bizi mutlaka kurtarır” diye acıyla beklemediler mi?
-“Son dakikalarında” insan ne düşünür? Bunu bilebilir miyiz? O “son”dan geri dönüş yoktur ki anlatsınlar…
Ben sanırım, şanslılardan biriydim, ellerim şimdi klavyede, sizinle bir “son dakika” olayını yıllar sonra, tam da şu anda paylaşmak istiyorum:
Lider Muammer Kaddafi ile görüşmek için Trablus’a gideceğiz, ancak, uçak şurda dursun, kuş bile uçamıyor Libya semalarında, çünkü ülke ambargo kıskacında, hava sahası kapalı, o yüzden önce Tunus’un Cerbe Adası’na uçuyoruz, bizi Kaddafi’nin enformasyon görevlileri havaalanında karşılıyor, karayoluyla Trablus’a götürüyorlar.
ABD’nin “yok edilecekler listesi”nin başında yer alan Kaddafi için olağanüstü koruma tedbirleri alınmış durumda, liderin hangi kentte ne zaman bulunduğu çok gizli tutuluyor, görüşmelerini yürüttüğü meşhur çadırının nerede kurulu olduğu da asla önceden belli edilmiyor.
————Hamamböceği Sendromu——
Kaddafi röportajı uğruna, görüşme öncesinde tam bir hafta süren yol maceramızı Hamamböceği Sendromu (***) kitabımda anlatmıştım, “atlattığımız uçak tehlikesi” bölümünü burada paylaşıyorum:
“…Ve Trablus'a gelindi... Hemen otele yerleşildi, herkes çok yorgundu, odalara çıkar çıkmaz herkes uyudu... Ertesi gün yine yola koyuldular, bu kez istikamet havaalanıydı... Trablus’tan Sirte' ye uçakla gidilecek, Sirte Çölü'nde hangi gün hangi saatte olacağı güvenlik gerekçesiyle önceden açıklanmayan Kaddafi randevusuna yetişilecekti.
Havaalanına ulaştıklarında inanılmaz bir ortamla karşılaştılar.
——İn cin top oynuyor——
Koskoca havaalanında inlerle cinler top oynuyordu. Yıllardır süren ambargo nedeniyle Libya'da hiçbir yabancı havayolu şirketi faaliyetine devam etmediği için kontuarlar, terk edilmiş bir dünyayı gözler önüne seriyordu. Tabelalar eskimiş, koltuklar, çerçeveler her şey neredeyse bir parmak kalınlığında tozla kaplanmıştı. Bu inanılmaz ortam, pek çok film sahnesini hatırlatıyordu; hani nükleer savaşlar sonrasında dünya yok olur, her şey donar kalır, yıllar sonra dünyaya başka gezegenlerden gelenler bu inanılmaz manzaralarla karşılaşırlar...
İşte Trablus havaalanı da aynen böyle görünüyor, yürek burkuyordu...
Koşar adım aprona çıktılar... O anda da kızgın bir tavaya atılmış gibi hissettiler kendilerini... Tam tepedeki güneş, havaalanının beton zeminini kızdırdıkça kızdırmış, ortamı nefes alınamaz hale getirmişti... Havaalanının bir köşesinde duran Rus yapımı pervaneli uçağa ulaştıklarında, rahat bir nefes aldılar... Önceden motorları çalıştırılan uçağın içi, en azından dayanabilecek ısıdaydı...
——Uçağın motoru duruyor——-
Ali'yle (Berber) uçağın en ön sırasındaki iki koltuğa yan yana geçtiler. Kamera, Ali'nin âdeta 'bebeği' gibidir, onu özenle koltuğun altına bir yere yerleştirdi. Pervaneler dönüyordu, uçak pistte ilerledi, ilerledi ve havalandı. Yarım saat kadar yol alındıktan sonra uçağın sag tarafındaki pervane aniden durunca, Nursun paniğe kapıldı:
-Ne oluyor?
Tam yanlarındaki koltukta oturan Protokol Müdürü renk vermemeye çalıştı:
-Olur bazen. Diğer pervane çalışıyor, görüyorsunuz...
Ama nedense herkes susmuştu. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu... Sonunda uçak inişe geçti. Kalktıkları havaalanına tekrar inmek zorunda kaldılar:
-Ne oldu, söyler misiniz?
-Büyük tehlike atlattık——
Nursun'un sorusu üzerine alnındaki terleri silen protokol müdürü:
-Büyük bir tehlike atlattık, dedi. Görüyorsunuz, bunlar ambargonun etkileri. Uçakların bakımı doğru dürüst yapılamıyor, neyse ki kazasız belasız indik. Anlaşıldı ki pervane, uçak motorlarından birinin arızalanması sonucu durmuş ve havada önemli bir tehlike atlatılmıştı...
Heyet, havalanının klimalı bir odasına alındı. Uzun bir süre de orada beklediler. Evinden 48 saattir uzakta olan Nursun:
-Ankara'yı arayabilir miyim? diye sordu
Bir telefon gösterildi, ancak dakikalarca uğraştığı halde hiçbir sonuç alamadı. Telefonu kıracak kadar sinirlenmişti:
-Ne biçim telefon bu böyle! Bu devirde dünyayla kopukluk...
-Bayan, o bizim suçumuz değil dedi Protokol Müdürü. Dünya, bizden kopmak istedi. Daha dogrusu Amerika böyle emretti.
——-Uçak kalkamıyor——
Sıkıntıyla geçirilen saatlerin ardından, bu kez başka bir uçağa çağrıldılar. Sinirler o kadar gergindi ki, tek kelime konuşmadan, robot gibi ilerleyip uçağa binerek, kemerlerini bağladılar:
-Ali, inşallah bu sefer...
-İnşallah abla.
Birkaç dakika sonra da uçağın motorları çalıştı ve piste ilerlemeye başladı gitti gitti ama
havalanamadı:
-Yahu ne oluyor?
Bu kez de olmamıştı, uçak pist başına kadar ilerlemiş, ancak bir türlü kalkamamıştı. Teknik bir sorun vardi, geri döndüler. Herkes asık suratla uçağı terk etti. Tekrar salondaydılar:
— Peki, simdi ne yapacağız?
Protokol Müdürü, 'yapılacak bir şey yok' gibilerinden bir el işaretiyle konuştu:
-En iyisi yeniden otele yerleştirelim sizi, sonrasına Allah kerim. Yarın belki uçarız.
Kaddafi'nin tercümanı çevresindekilere çaktırmadan eliyle işaret edince Nursun mesajı alıp salonun dışına çıktı, inlerle cinlerin top oynadığı kontuvarlara doğru ilerledi, tercüman:
-Bakın, eğer bugün Sirte'ye doğru yola çıkmazsak, bu randevu suya düser.
-Eee, nasıl olacak? Protokol Müdürü, -Şimdi otele yerleşelim, yarın yola çıkarız- dedi.
-Hayır, hayır, siz bunu kabul etmeyin, gitmekte ısrar edin. Çünkü biliyorum ben, Albayın başka programları var, eğer bugün yarın Sirte’ye gidemezseniz randevu iptal olur.
Nursun bu kritik bilgiyi alır almaz salona döndü, Protokol Müdürü'nün karşısına geçti:
-Bakın, biz buraya bu röportaj için geldik, turistik seyahate degil... Sizi bilmem ama dinlenmek filan bizim için arka planda kalıyor... Bir an önce lütfen yola çıkalım...
- Bayan, saat çok geç oldu, gece gitmenin faydası yok, yarını bekleyelim.
Nursun, Protokol Müdürü'nün tereddütlü ifadesini görünce başka bir öneri getirdi:
-İsterseniz oylama yapalım.
Protokol Müdürü dışında gruptaki herkes 'gidilmesi' yönünde oy kullanınca, valizler hemen arabalara yüklendi ve Sirte' ye doğru son hızla yola çıkıldı... Arabalar yine sol şeritten, 160 kilometrenin altına düşmeyen bir süratle gidiyor, kendilerini giderek kızıllaşan ufuk çizgisini bir an önce yakalayacakmış gibi hissediyorlardı...
(*) https://www.cbsnews.com/amp/news/dc-plane-crash-victims-stories/
(**) https://www.bbc.com/turkce/articles/c6269p3lkqxo.amp
(***) https://www.hepsiburada.com/hamambocegi-sendromu-pm-kremzi45933
Size bir şey diyeyim dostum “ayaklar baş olmuş” neylesin asıl kıymetli başlar. Sen de onlardan birisin!
YanıtlaSilÇok çılgın bir macera gerçek gazetecilik işte budur masada oturup ahkam kesmeye hiç benzemez
YanıtlaSilİşte benim ödülüm bu yorumlar… Sevgili Serpil, sevgili ismini bilmediğim dostlarım hepinize çok teşekkür ederim ♥️
YanıtlaSilNursun ablacığım kalemine sağlık 💐
YanıtlaSil♥️
YanıtlaSil