Halide Hanımın kalemi |
Oldum olası etkisinde kaldığım bir isim Halide Edib Adıvar. O’nun yazdıklarını, hakkında yazılanların çoğunu okumaya çalıştım, “keşke bugün hala yaşasaydı, yazsaydı, konuşsaydı” diye düşündüğüm de çok oldu.
-Ne kadar yürekli bir kalemdi. Keşke O’nun mürekkepli kalem tutan o güzelim ellerine dokunabilseydim
Diye özlerim onu, aslında olmayacak bir hayal benimkisi, öyle ya, Halide Hanım 1884 yılında doğmamış mıydı? Yani neredeyse bir buçuk asır önce, aramızda hala kalabilir miydi?
-Ama yazdıklarıyla, yaptığı konuşmalarla şimdi, hatta bugün bile bizimle değil mi?
-Evet, neyse ki öyle…
Hani kimi zaman şansınız yaver gider, hayalleriniz gerçek olur ya… İşte ben de “olmayacak hayalimin” peşinde koştum. Kaleminden, mürekkep hokkasına, çocukluğunda tuttuğu hatıra defterinden, yıllarca sakladığı onca evrakına dokunarak, el yazısıyla yazdıklarını okumaya çalışarak, bastonunu elimde tutarak, eşi Adnan Adıvar’dan kalan tüfeğini inceleyerek Halide Hanımla saatler geçirdim.
Adnan Adıvar ve Halide Hanımın koltuklarında yan yana oturarak torunu Ömer Sayar’dan babaannesini dinledim ve konuştuklarımızı “unutulmazlar”a kaydettim. Bu röportajı önümüzdeki günlerde paylaşacağım.
Büyük davaların mücadelelerin içindeki Halide, annesini çok küçükken yitirmiş, o hayal belleğinde yıllar içinde giderek solmuş ama Fatma Bedirfem Hanımın O’nu küçücükken kucağına oturtup okşadığı, tırnaklarını kestiği günlerde minik elini avucuna alıp kendisine söylediği şu tekerlemeyi hiç unutmamış:
-Buraya bir kuş konmuş, bu tutmuş, bu kesmiş, bu pişirmiş, bu yemiş, bu da mektepten gelmiş, hani bana hani bana demiş…
İşin ilginç yanı, çocukluğumuzda bizim annelerimiz de, ellerimizi okşayarak öperek, aynı tekerlemeyi söylemez miydi? Tek farkla, benim avucumun içine kuş değil tavşan konmuş olurdu.
Halide Hanım, herkesin hayranlık duyduğu güzel ellerinin bakımına çok özen gösterir, şeffaf cila kullanırmış. Hatta parmakları dumandan sararmasın diye bir türlü vazgeçemediği sigarasını bu yüzden uzun bir ağızlıkla içermiş, göze batan frapan renkte oje süren “süslü püslü” kadınlardan pek hazmetmezmiş.
Güzel ellerin diğer bir sahibi aklıma geldi:
-Londra’da yaşadığı yıllarda Halide Hanım acaba İngiliz yazar Virginia Wool ile hiç tanıştı mı?
Diye merak ettim, sordum, Ömer Sayar, “Halide Hanım notlarında Bertrand Russel’ı anlatır ama Woolf’tan söz ettiğine hiç rastlamadım” dedi, genelde, “Atatürk’le ters düştüğü için Türkiye’ye ancak o öldükten sonra döndü” diye halk arasında yanlış bilinen bir durumu da belgeler göstererek düzeltti:
-Bakın gazetelerin birinci sayfalarında İstanbul’a dönüşü var Halide Edib’in… “Küçük Ömer için döndü” yazıyor… Resimde gördüğünüz Küçük Ömer de ben oluyorum…
Ömer Sayar’la sohbetimiz sürerken zarif eşi de bize katıldı, çay ikramı sırasında sordum:
-Halide Hanımın mutfağında neler pişerdi?
Ömer Bey:
-Mide rahatsızlığı nedeniyle kendisi pek yemezdi ama mesela sık sık uğrayan Yahya Kemal için mutlaka fırında rosto pişirilirdi. Siyahi kalfanın mutfak mahareti meşhurdu. Aksaray yokuşundaki eve her perşembe günü mutlaka Rauf Orbay uğrardı. Ben içeride ders çalışır çoğu kez konuşmalara kulak misafiri olurdum. Onlardan Atatürk’le ilgili bir tek olumsuz söz duymadım…
Halide Hanımın evrakı arasında yer alan bir hat dikkatimi çekti, Ömer Bey okudu:
“Ey binamaz diye beni haktan uzak gören
Sığmaz senin hayaline mihrab-ı minberim
Sen sade beş vakitte ararsın ilahını,
Ben her zaman onunla emin ol beraberim.”
Keşke, bizim yarı cahil ama sözde dindarlar duysa dedim. Halide Edib’i yaşadığım unutulmaz misafirliğim işte böyle son buldu…
Söyleşiyi merakla bekliyor olacağım. Çok heyacanlı bir buluşma olmuş... Vaktiyle torunla yapılmış bir söyleşi var mı bilmiyorum doğrusu. Kıymetli bir buluşma Nursuncuğum...
YanıtlaSil