Ana içeriğe atla

Ah Sıdıka! Neden uzaklardasın sanki?





İzmir’in ünlü Reyhan Pastanesinde bir köşede oturuyorum, birazdan Sıdıka gelecek, onu bekliyorum.


-Acaba birbirimizi tanıyabilecek miyiz? Neredeyse yarım asır geçmiş aradan. Aklımdaki değişmeyen resim; Ankara’da şubat ayazı yaşanıyor

Milli Kütüphane’nin en üst katındaki özel bölümde çalışıyoruz. Kalın paltolar, yün atkılar, eldivenler para etmiyor,  öyle soğuk bir gün ki, ağzımızdan buhar çıkıyor, siyah deri kaplı, 60’lı yılları anlatan kocaman gazete ciltlerini bir bir inceliyor, notlar alıyoruz. 


Oysa bugün İzmir’de serin ama pırıl pırıl bir hava var. 


-A, işte Sıdıka geldi… O kadar uzun boylu muydu?  Beni görmek için bakınıyor sağa sola, el sallıyorum…



Sarılıp öpüşüyoruz. Birbirimize bakıyoruz, o kadar çok şey geçiyor ki aklımdan; 


Okul yılları, (SBF BYYO)  -o çok erken evlenmişti- Ankara’da kalmadı, İzmir’e yerleşti, bu yüzden görüşemedik, ama iyi ki sosyal medya var, hep izledik birbirimizi… Onun yazdıklarından aklımda yer eden,  hiç gitmediğim, merak ettiğim Akhisar

-Acaba orada Dişçi Sadi Bey ve Makbule Teyze’yi tanıyan kalmış mıdır? 

Sıdıka’nın terzisi, düğmeler, tren yolu… Çocuklarımız, torunlar, Marcel Proust takıntımız…

Konuşacak ne çok şey var…

Sıdıka bana armağanlar getirmiş, kitaplarını ve bir kutu kurabiye… Kendi yapmış, benim hep merak ettiğim mercimekli kurabiyeler…


-Utanıyorum, ben ona hiçbir şey götürmedim.


Birer çay söylüyoruz, garson masamıza nazikçe bırakıyor kulplu cam kupaları,  bergamutun  enfes kokusu ortalığı sarıyor..


-Sıdıka ben bu çayın rayihasına hayran oldum

-Evet çok güzel değil mi?


Sıcak çaylarımızı yudumlarken sohbete dalıyoruz, bir o anlatıyor bir ben, Akhisar’ı, tren yoluna bakan evi, ablasının  öğretmeni Süheyla Çanga’yı, İzmir’deki gazetecilik deneyimini, sonra üniversitedeki yıllarını… Akademinin yüz akı Sıdıka, bilgisiyle görgüsüyle, öğrencileriyle olan sıcak iletişimiyle… Ama her şey çok değişti yıllar içinde. Geriye gittiğimiz çok açık. Üzülerek konuşuyoruz hem akademiyi hem basın sektörünü…

Sıdıka’nın, “Bir Metamorfoz Öyküsü, 1980’ler ve Basın” kitabının son sayfalarında yer alan şu değerlendirme ne kadar gerçekçi:


-Gündelik hayatın içinde, sabah uyanır uyanmaz bakmak, okumak isteyebileceğimiz gazeteler var mı artık?Ya da gazete alma heyecanımız,-ben artık gazete almıyorum- diyen kaç yakınınız var?

-Ah Sıdıka’cığım söylenecek o kadar çok şey var ki… Basın örgütlerinin sessiz kalışına ne demeli?

-Haklısın Nursun, senin kongre sürecini yakından, heyecanla izledim, üzüldüm sonuca ama bilinmeyenleri ortaya koydunuz. Kaybetmiş sayılmazsınız.


Sıdıka kongre deyince yıllar önce yaşadığımız o Milli Kütüphane günlerimize ve sonrasına değinmeliyim; 


-Sıdıka, biliyor musun? Bize üniversitedeyken,  1960’lar basınını inceleme görevi veren Serpil Akıllıoğlu ile yıllar sonra bizim kongrede (*)  rastlaştık. Bizim notlarımız onun TRT’de yaptığı programlara ciddi katkı sağlamış, öyle söyledi ve kongrede bizim Beyaz Sayfa’yı desteklediğini anlattı…


İşte böyle, keşke zamanı durdurabilseydik, Sıdıka ile adeta nefes  bile almadan konuştuk konuştuk… 


Akhisar’a dair çocukluk anılarını, annesini, ablasını anlattı, ablasının öğretmeni Süheyla Çanga’nın kitaplaştırdığı yaşamını dinlerken aklımdan annemin yakın arkadaşı Makbule Teyze geçti aklımdan…Çocukluk ve gençlik yıllarımın güzelim anıları canlandı belleğimde… -O soruları  neden zamanında sormamıştım? Annemle Makbule Teyze nasıl olmuştu da tanışmışlardı? Annem hiç Akhisar’da bulunmamıştı oysa…


Belki de üzülmemeliydim buna, Sıdıka’nın “Gidenler ve Kalanlar Arasında” kitabında Stefan Zweig’ın dediği gibi, “bana o güzel iki kadından kalanlar bir kıymıkçık dahi olsa çok değerli,” öyle değil mi? 


Reyhan Pastanesinde geçirdiğimiz saatler ikimize yetmedi, Marcel Proust üzerine konuşmalarımızı nasıl unutabilirim. “Swann’ların Tarafı”ndan Benim hatırlamadığım bir bölümü onun anlatışı, benim “Sen de merak ettin mi Proust’un kitapta bahsettiği Türk Sefirenin kim olduğunu?” diye soruşum…


İzmir’den dönünce Sıdıka’nın kitaplarını elime aldım ve o mercimekli kurabiyelerini… 


-Eğer dedim kendi kendime, Sıdıka Ankara’ya gelirse ben de ona Proust’un sevdiği Madlen Kurabiyelerini yapar, ikram ederim…Keyifli keyifli sohbet ederiz.


(*) https://bennursunerel.blogspot.com/2024/10/kongre-tufan-3.html

(**) https://www.korkusuz.com.tr/beyaz-sayfa-hareketi-p22117


Yorumlar

  1. Nursun hanım, dostluğu, vefayı, arkadaşlığı, özlemi,sevgiyi yaşanmışlikları, yaşamı,anı öyle güzel akışı bir dille "suya yazmışsıniz ki" sıcacık geldi bana yüreğinize,kaleminize sağlık.Sıdıka hanıma da selamlar sevgiler, sağlıkla kalın...

    YanıtlaSil
  2. Kalemine sağlık her zamanki gibi çok güzel👏👏👏

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

KONGRE TUFANI (1) Nazmi Bilgin: “32 yıl yetmedi”

Gazeteciler Cemiyetinde bir kongre geride bırakıldı, “ 32 yıl yetmedi, devam” diyen Başkan Nazmi Bilgi n yeniden seçildi.  Ancak başta OY’unu Beyaz Sayfa Kadro Hareketi için kullanan 295 değerli meslektaşımız olmak üzere aslında Cemiyetin yeni yönetim kuruluna ve  tüm üyelerine  olan sorumluluğumuz gereği, söylenecek çok şey var.  Bugünden itibaren bunları bir bir paylaşacağım:  1-32 (OTUZ İKİ) yıllık Başkan Nazmi Bilgin, benim bulunduğum her toplantıda “ Bu benim son dönemim, bir daha aday olmayacağım ” diyordu, Vakıf Senedi’nin mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine haykırarak, “ Ben bu Vakıf Kuruluncaya kadar başkanlığa aday olacağım ” demedi mi?  Gazeteciler Cemiyetinin her türlü menkul ve gayrimenkul varlığının, üyelikleri ölünceye kadar sürecek 16 kişilik mütevelli heyete geçmesinden muradı neydi acaba da başkanlık koltuğunu terk etmemekte bu kadar ısrarcı oldu? Bu durumu sizlerin yorumuna bırakıyorum.  2- Yüzlerce üyesi olan bir Gazet...

Basın Meslek Örgütü Sansür Uygular mı?

Basın meslek örgütü sansür uygular mı? Gazetecilik camiasında son günlerde bir tartışma sürüyor, ortadaki soru şu: -Sansürle mücadele etmek için kurulmuş bir basın meslek örgütü, kendi üyelerinin paylaşımına sansür uygular mı? Sözü hiç dolandırmadan, geçen hafta yaşanan bu olayı direkt anlatalım: Gazeteciler Cemiyetinden bir grup üye, 33 yıldır başkanlık görevini sürdüren yönetime eleştirilerini bir yazılı bildiriyle ortaya koydu:   -E, sonra? Sonra kıyamet koptu… Gazeteciler Cemiyeti adına “ görevlendirilen” bazı isimler, pek çok web sitesinde yer alan bu bildirideki iddiaları yanıtlamak yerine, tek tek web sitelerinin yöneticilerini arayarak sansür ettirme çabasına giriştiler. Bazılarında başarılı oldular, bazıları ise bu “ basın özgürlüğüne ihanet ” sayılan girişimi reddetti.  -Nasıl yapabilmişler bunu? -Kimilerine bazı vaadlerde bulunmuşlar, kimilerine - tüzüğün falanca maddesini işletir, sizi üyelikten atarız - demişler. -Ne vaadiymiş o? -O bildiriyi ...

KONGRE TUFANI (2) Alo 198’e sormuş!

  Gazeteciler Cemiyetinde yaklaşan kongre için, adaylığım üzerinde ısrarlar yoğunlaşınca epey düşündüm: -Kırk yıl emek verdiğim gazetecilik mesleği bana artık bir örgüt sorumluluğu yüklemiyor muydu?  -Gazeteciler Cemiyetinde yürüttüğüm çalışma sırasında gözlemlediğim ciddi yanlışlar için çaba göstermek gerekmez miydi? -Biz başımızdakileri, “ koltuğa yirmi üç yıldır yapıştınız, denetimden kaçtınız, adaletsiz davrandınız ” diye eleştirirken, “ tam otuz iki yıldır başımızda durmakta ısrar eden, denetime, adalete, eşitliğe kapalı yol yürüyen ” yöneticilere ne diyecektik? Uzun uzun düşündükten sonra kararımı verdim ve adaylığımı açıkladım. İstifa ettiğim gün başkan beni telefonla arayıp, dedi ki: - Nursun ben zaten senin ayrılacağını tahmin ediyordum. Belki de adaylık düşünüyorsun, e tabii, demokratik hakkındır. Bu sözler kulağımda çınlarken, elimde “ Cemiyetin aday listesini talep eden dilekçemle ” yola çıktım, Üsküp Caddesi 35 numaradaki cemiyetin bahçesinden içeri ...