Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yeniden Ulysses

James Joyce ’un Ulysses ’i yeniden elimde… Bu kez Füsun Arda Özşahin ’in   yazısından  (*) heveslenip, sürekli ikmale kaldığım! sekiz yüz küsur sayfalık “ imtihan ”a giriyorum.   -Neden?  Derseniz; Yazarın kendisi Ulysses için bir keresinde  bıyık altından hınzır hınzır gülümseyerek  “y üz yıl boyunca eleştirmenlerin ve akademisyenlerin başına bela kesilmek ”ten  söz ettiyse  endişelenmekte haksız mıyım? Ulysses aç-kapa, aç-kapa yaparak çooook uzunca bir süredir aynı rafa yerleştirdiğim kitaplığımdaydı ve şimdi kimbilir kaçıncı kez elimde… Neye üzülüyorum biliyor musunuz?  Bir tarihte (hem de Haziran’da!) Dublin ’e gittiğimde Kule ’yi ( **)  ve “ Forty Foot ” plajını Joyce’un gözünden seyretme hayaliyle, oralarda saatlerce çakılıp kalmış, gözüme takılan her şeyi  belleğime kazımıştım. O zaman da sınıfta kalmıştım Ulysses imtihanından… Joyce Usta’yı “ Dublinliler ” öykülerinden tanımış, sevmiştim ama tanışıklığımız o kadar...

Bataklık mı sır mı? Kolhis neyi anlatıyor?

  “Hikayeniz; hikaye değil de bataklıksa eğer, hikayeniz; kimsenin bilmediği bir sırrı taşıyorsa ve canınızı yakıyorsa eğer, onu toprağa gömer, unutmaya, unutturmaya çalışırsınız. Unuttuğunuzu sanırsınız ama unutamazsınız.” Bu cümleler, değerli dostum-meslektaşım Emine Çal ’ın kitabından… Kolhis başlıklı kitabını keyifle okudum, ustalıkla kaleme alınmış, akıp giden 213 sayfa bir solukta tükendi. Kolhis,  iki genç adamın karşılaşmalarını, dostluklarını, Giresun’da geçen zorlu iş yaşamlarını, aile ilişkilerini, aşklarını ve sakladıkları iki büyük sırrı anlatıyor.  Metin ,  Emir ’le  bir gece buluştukları meyhanede dertleşirken, kızkardeşiyle birlikte yetim ve öksüz kaldıkları “ karanlık ” geceyi anlatıyor. Metin’in yaşadıkları,  aslında “ kadın cinayetleri ” klişesiyle artık toplumda neredeyse “ kanıksanan” ama aslında mağdurlar açısından son derece yakıcı olayların bir örneği.  -O korkunç olayın sonrasında geride kalanlar neler yaşıyor?  -...

Bir Kadının Portresi

  Henry James ’in, “Bir Kadının Portresi” (*)  romanı uzunca bir süredir elimde, araya başka kitaplar girse de, “yüzelli yıl” önce kaleme alınan kitabı adeta içinde yaşarcasına okuyarak, notlar alıyor, o yıllardaki yaşam ve genel kabuller üzerinde düşünüyorum. Kitap, ele alındığında hissedilen fiziksel ağırlığı ve altıyüz küsur sayfalık kapsamı ile ilk bakışta insanı ürkütse de, aslında keyifle okunuyor.  Sayfaları çevirdikçe, o yıllardaki Avrupa’nın, Paris, Roma, Floransa, Londra’sı, hatta İsviçre’sinin güzelliklerine tanık oluyor, oralarda onca yıl önce yaşam sürdüren seçkinlerin yaşama bakış açısını, meraklarını, alışkanlıklarını gözlemliyorsunuz. Henry James yıllar içinde derinliğine incelediği müzeleri, ressamları, heykeltraşları dabizimle paylaşmaktan da geri durmuyor.  Varlıklı bir aileden gelen Henry James, babasının yönlendirmesi ile gençliğinde Avrupa’yı baştan başa gezmiş, ABD’ye dönüşte Harvard’a kaydolmuş ama bir yıl sonra bırakmış, aklı fikri sadec...

Kadir Şengün’ün ardından: Bir çeyrek sucuk hikayesi! (1)

Acı haberi  meslektaşım  Yusuf Yalkın verdi,  (Kadir Şengün ölmüş, üstelik öldüğü günler sonra farkedilmiş!)  donup kaldım.   Oysa Sıhhiye ’de birbirine yakın sokaklarda oturmuştuk, ağabeyim Mehmet Alev ’in Atatürk Lisesi nden arkadaşıydı, yıllarca pek çok gazetede birlikte çalışmıştık ama ben ailesinden hiçkimseyi tanımıyordum, tek bildiğim ayrıldığı eşinden olan kızı ve oğlunun Belçika’da yaşadıkları ve babalarına “ bizi öyle sık sık arama, biz iyiyiz ” deyip, irtibatı kestikleriydi. . -E, peki,  evinde günler önce yaşama veda eden, kimselerin artık yokluğundan haberdar olmadığı  ( hoş, varlığını da bilmezdi pek çokları ) Kadir’in ölümü ailesine nasıl haber verilecekti? Neyse ki “kaçınılmaz son” karşısında hemen harekete geçiliyor, yapılacaklar yapıldı, meslektaşımız bu sabah erken bir saatte, pek az kişinin katıldığı törenle toprağa verildi. Kadir artık yok! Oğlum Ali’nin düğünündeyiz Oysa yıllar içinde acı-tatlı neler neler yaşadık, ne sırla...