Daron Acemoğlu’na göre önümüzdeki 20 yıl son şans… Neler yapılmalı:
-Kurumsallaşma en önemli koşul.Yolsuzluk ancak denetim kurumlarının güçlendirilmesi ile önlenebilir. Fakirliğin gündemden çıkması, verimliliğin artırılması, yeni işler yaratılabilmesi için, eğitim sistemi radikal biçimde değiştirilmeli, demokratik-özerk üniversite sistemi getirilmeli. Türkiye dünyayla rekabet edebilecek teknolojileri geliştirmeye odaklanmalı, sivil toplumun önündeki engelleri kaldırmalı…
Bu hedefe ulaşmanın tek anahtarı; Yargının bağımsızlığı…
————————————————————————
Irma Hanım, 1967 yılının Eylül ayının üçüncü günü Kadıköy’de dünyaya getirdiği esmer, kıvır kıvır saçlı bebeğinin yüzüne bakarak şu mısrayı yazmış olabilir mi?
“Sen… Doğmuş olana…
Bin masal söylüyorsun sen bana, bin perinin çocukluğundan…”
Gürbüz erkek bebeğe “kıymetli-değerli” anlamında Daron ismi verildi, aynı zamanda Hayastan’da (Ermenistan) bir bölgenin de adıydı, nüfus kağıdına bir de Kamer eklendi. Küçük Daron, şair, yazar ve öğretmen anne Irma Tokat Acemoğlu’nun şefkatli kollarında, masallarla öykülerle büyüdü. Avukat baba Kevork, Hukuk Fakültesinde ticaret hukuku üzerine dersler verirdi, kitap ve makaleleri vardı. Acemoğulları’nın Kadıköy ve Moda’da oturdukları apartman dairelerinde duvarı kaplayan kitaplıkta her çeşit kitap bulunurdu. Daron’un okuma yazmayı öğrendiği andan itibaren en büyük tutkusu kitaplar oldu.
İki semtte de dörtyol ağzında oturdular, trafik yoğundu, Daron bu yüzden sokağa pek çıkarılmadı, “apartman çocuğu” olarak büyütüldü. Annesi Irma’nın da öğretmeni olduğu Aramyan Uncuyan İlkokuluna başladığında sınıf arkadaşlarının ilerisindeydi ama “sokakta oynayamamak” içinde yer etmişti:
-Kadıköy’de de Moda’da da oturduğumuz evler kavşaklara yakındı, trafikten dolayı beni bırakmazlardı dışarıya, sokaklarda koşturamadım. Yaz gelince sevinirdim, tatillerde Kınalıada’ya, Büyükada’ya giderdik, işte o zaman özgür kalırdım, -nereye gidersen git- derlerdi. Çünkü o zamanlar, 1982-83 yıllarında adalar henüz keşfedilmemişti, boştu. Özlediğim tablodur o yıllardaki adalar…
İlkokul bitti, baba Kevork, Hukuk Fakültesinden emekli oldu, Şişli’de avukatlık yazıhanesi açtı, anne İrma da emekliydi. “karşı”ya taşındılar, önce Kurtuluş’ta sonra Şişli’de, Zincirlikuyu’da oturdular. Aile meclisi toplandı, “Daron hangi okula gidecekti?”
-Annem Robert Koleji istiyordu, sınava girdim ama vaktim yetmedi, testi tamamlayamadım. Önce bana sordular, -devlet okullarından hangisine gitmek istersin?- Sonra dediler ki, -Galatasaray çok iyi okuldur- tamam dedim, başladık, ama okulun en kötü zamanlarıydı. Darbe sonrası (12 Eylül 1980) çok baskıcı bir eğitim sistemi vardı. Biyoloji, fizik derslerini hiç almadık, bilgisayar hiç görmedik. Bir tek Türkçe ve Matematik derslerinin iyi olduğunu hatırlıyorum. Matematik hocamız çok sinirliydi, herkesle kavga ederdi ama bana büyük katkısı oldu.
——Böyle Türk ismi olmaz——-
Daron’un yaşadığı bir tatsızlığı sınıf arkadaşı Saruhan Doğan anlatıyor:
-Tarih hocamız derste arkadaşımızı kaldırarak ismini sordu, halbuki ismini gayet iyi biliyordu. ‘Daron’ dedi arkadaşımız. Hocamız da ‘Böyle Türk ismi olmaz, bundan sonra senin adın Süleyman’ diyerek yerine oturttu Daron'u. Biz sessiz kaldık, yıllar sonra karşılaştığımızda Daron bize, -O gün birinizin kalkıp bir şey söylemesini beklerdim, hiçbiriniz kalkmadınız- diye sitem etti. 12 Eylül’ün faşist rejiminin en baskıcı yıllarında Galatasaray Lisesi’ndeydik.
Dünyanın en iyi üniversitelerinden biri kabul edilen MİT’de (University of Massachusett Institute of Technology) yıllardır profesör olarak en parlak doktora öğrencilerini eğiten Daron Acemoğlu, acaba şimdi Türkiye’deki eğitim sistemini nasıl değerlendiriyor?
-Türkiye’de okul hayatının yüzde 90’ı hatta yüzde 95’i endoktrinasyondur (zorlamacı, baskıcı, beyin yıkayan) BenTürkiye’de okuyan biri olarak söylüyorum bunu. Sabah marşla başlayarak, tarih, coğrafya, edebiyat dersine kadar… Bir tek matematik ve fen dersleri bunun dışında kalıyordu, üstelik benim lisem iyi liselerden biriydi, Galatasaray Lisesi’nde okudum, artık Anadolu’daki okulları düşünemiyorum…
——Başını belaya sokarsın—-
Galatasaray’da okuduğu dönemde 12 Eylül Darbesinin faşizan yansımaları Daron’u bir “asi genç” ruh haline sürüklüyor, kendi deyimiyle “karakolluk olmasa da” yaşananlara isyan halinde. Baba Kevork bir gün oğlunu karşısına alıyor, “Senin Türkiye’de üniversite okuman zor, başını belaya sokarsın. En iyisi yurtdışına gitmen” diyor. O yıllarda sağ-sol çatışmaları sokaklara taşmış, gençler öldürülüyor, Daron İngiltere’ye gidişini şöyle anlatıyor:
-İlk gençlik yıllarımda politikaya ilgi duymaya başlamıştım, evde dolu kitap vardı, ne bulsam okuyordum, demokrasi, az gelişmişlik, kalkınma üzerine. Hatta 12 Mart döneminde evde kitap yakıldığını da hatırlıyorum. Bu konulara ilgi duyunca iktisat okumaya karar verdim. Babam ve annem yurtdışına gitmemi istiyor ama kendi deneyimleri yok. Babamın arkadaşlarından biri İngiltere’de “York Üniversitesi iyidir” deyince ona karar verildi. Tabii Cambridge ve Oxford da var ama benim İngilizcem yok, çünkü salaklık etmişim, ek ders Almanca almışım Galatasaray’da. Amerika çok uzak, sonuçta başvuru yaptık, kabul edildi, York’a gittim.
—-Geceyarısı telefonu——-
York Üniversitesinde önce İngilizcesi zayıf olduğu için zorluk çekse de Daron zamanla üniversite ortamında sosyal yaşamını da geliştirerek mutlu oluyor, evden uzak olmanın eksikliğini her hafta “bir poundluk jetonla, telefonla beş dakika evle konuşarak” gideriyor. Bir gece yurttaki odasında uyurken, sabaha karşı kapısı vuruluyor, “baban kalp krizi geçirmiş” haberini alıyor. Aceleyle toparlanıp İstanbul’a gidiyor, Kevork Bey hastanede, bitkisel hayatta, kurtarılamıyor:
-Kalp krizi dediler, oysa beyin kanamasıymış, doktor -bitkisel hayatta- deyince, başımdan aşağı kaynar sular döküldü, beş gün sonra kaybettik babamı. Annem de hastaydı, tekerlekli sandalyedeydi, ona bakabilecek hiçbir yakınımız yoktu, bu yüzden ben Türkiye’de kalmak istedim ama annem İngiltere’ye dönüp, eğitimime devam etmemde diretti, bir ay sonra İngiltere’ye gittim, bakıcıyla yaşayan annemi de iki yıl sonra kaybettim.”
Anne Irma, Ermenice edebiyatta isim yapmış bir şair, parlak bir editör ve yazar olmasına karşın, özel yaşamlarında “Koko”diye seslendiği eşinin hep gerisinde duruyor, hatta ölümünden sonra onun Hukuk Fakültesindeki çalışmalarını, sunduğu tebliğleri, yazdığı makaleleri ve gazetelerdeki söyleşilerini topladığı bir kitap kaleme alarak, “Kevork Acemoğlu ve ben İrma” başlığıyla yayınlıyor… Kevork Acemoğlu demokrasi, kültür seferberliği, işsizlik, gelir dağılımı adaletine odaklı Yön Bildirisini 1961 yılında imzalayan 561 aydından biri, 1915 olaylarından 55 yıl sonra kaleme alıp Milliyet gazetesinde yayınladığı bir yazısı da Irma’nın kitabında yer alıyor:
“Niçin hâlâ bu kin? Niçin hâlâ, bu bin yıldan beri Ermenilere ait bulunmamış topraklar hakkında gülünç talepler? Bütün bunların nedeni, uzun yıllardan beri, bazı örgüt ve kişilerin, Türk Ermeni ilişkilerinin bu talihsiz safhasını geçim yolu haline getirmiş olmasıdır. Söylediklerine belki kendileri de inanmıyorlardır. Ama varlık sebepleri budur…”
—-Daron ABD’ye gidiyor——
Daron Acemoğlu York Üniversitesinden sonra master doktora arayışına girer ve bu kez London School of Economics’de karar kılar. Üç yıllık doktora sürecinin sonunda ise ver elini ABD ve MIT. Tam 31 yıldır devam eden Hocalık, profesörlük süreci başlar, eşi Asuman Özdağlar ile de aynı üniversitede tanışır, evlenirler, iki oğulları olur…
Daron Acemoğlu’na çok sorulan bir soru var, acaba Türkiye’de olsa Nobel alabilir miydi? Yanıtı:
“Alamazdım, çünkü Türk Üniversiteleri özgür değil. Bir bilim insanına ne yapması gerektiğini söylerseniz o bilim insanı Nobel falan alamaz.”
——Savunduğu görüşler, teoriler——
Daron Acemoğlu “dünyada en çok alıntılanan makaleleri” ve meslektaşlarıyla ortaklaşa kaleme aldığı, kendisine NOBEL ödülü getiren kitaplarında “kurumsallaşma” en başta olmak üzere diğer hangi görüşleri savunuyor?
Örneğin Türkiye ekonomisi neden bir türlü düze çıkamıyor?
-Türkiye’de insanlar devlet ekonomisine, devletin her şeyi kontrol etmesine öyle alışmışlar ki… Neredeyse herkes devletin ekonomiyi tamamen kontrol etmesini bekliyor. İş adamları en önemli unsurun devletle anlaşmak olduğunu, devletten sübvansiyon ve destek almak olduğunu düşünüyorlar. Tabii ki bu yolsuzluğa yol açıyor ve hatta daha da önemlisi hantallığa sebep oluyor. Piyasa ekonomisinin en dinamik, en güzel tarafı insanların fikirleriyle ve yeni yaptıkları ürünlerle ya da teknolojilerle birbirleriyle rekabet edebilmesidir. Ama devletin çok fazla rol oynadığı yerde bu olmuyor. Bu durum piyasaya yeni girecek insanları teşvik etmiyor. Türkiye’de devlet tüm yapmaması gerekenleri yapıyor, yapması gerekenleri yapmıyor.
-İş dünyasında hangi politikacının desteğine sahip olduğunuz hâlâ çok önemli. Eğer devletin ya da bazı politikacıların dediklerini yapmazsanız büyük vergi cezalarıyla karşı karşıya kalabiliyorsunuz. Bunun yolu da siyasi süreçlerin değişmesi. Yani devletin Türkiye’de bu kadar kontrol edici bir rol oynaması aslında şaşırtıcı değil. Çünkü politik olarak devleti kontrol edenler çok kuvvetli ve kurumsal yapıdan gelen hiçbir birikime sahip değiller. Böyle olunca, tabii ki, siyasi güçlerini ekonomik güce çeviriyorlar. Yolsuzluk konusunda olsun, istediklerini yaptırma konusunda olsun birçok yolla devletin gücünü kendilerine mal ediyorlar. Çünkü onları durduran bir kurumsal yapı yok ve böyle olunca, açıkça söyleyeyim, devletin kötü rolü oynadığı hantal ve işlemeyen bir ekonomik sistem yaratılıyor. Şeffaflık ortadan kalkıyor.
—-2007’den sonra——
Acemoğlu’na göre Türkiye 2007 yılına değin AB’nin de desteği ile özellikle kurumların yeniden şekillendirilmesi ile çok olumlu yönde ilerledi ama sonra?
-İhale Kanunu’nu ele alalım. Türkiye birçok reform yaptı 2002’den itibaren, İhale Kanunu Dünya Bankası ve IMF’nin baskısıyla Türkiye’ye getirilmiş çok önemli bir kurumdu. Çünkü Türkiye’de en büyük yolsuzluğun yapıldığı yerler ihalelerdir. 2007 sonrası birçok ihale, kanun dışına çıkarıldı başbakan ya da bakan kararıyla. Böyle olunca oradan kaynaklanan yolsuzluk artmaya başladı. Sadece İhale Kanunu değil birçok alanda bu şekilde geri adımlar atıldı. Bu bence kurumsal geri adımdır Türkiye için.
——Güney Kore ne yaptı?—-
-Güney Kore bu süreç içinde aynı problemleri yaşarken önce demokratikleşerek, sonra ekonomik reformları gerçekleştirerek ekonomisinin değişme hızını çok açık bir şekilde geliştirdi. Askeri ve büyük tekelleri kontrol altına alarak bu kurumsal gelişmeyi yaşadı. Yani 2002’den başlayan süreçteki amaç, aynen Güney Kore’de olduğu gibi, kurumsal bir değişimin yaşandığı sürece girmekti. Ama tam tersi oldu. Oysa, AB’nin getirdiği çekme gücü bunu çok daha pozitif bir hale sokmuştu. Bu sayede AKP sadece kendi önem verdiği konuları değil, yani başörtüsü serbestisini ya da kendi tabanına hitap eden özgürlükleri değil, insan haklarını, anayasanın değişmesini, hukuki konuları ve yabancı sermayenin daha pozitif bir şekilde hukuken ele alınmasını da iyi bir yönde reforme etti. Büyük ölçüde pozitif bir şekilde ilerlemeye başladık. Ama ne yazık ki iki tarafın da hatalarıyla AB süreci sona erdi. Türkiye’ye demokrasi geldi ama liberalizm gelmedi.
——Gezi Parkı——
Acemoğlu’nun çok önem verdiği bir konu ise sivil toplum, özellikle Gezi Parkında ortaya çıkan halk hareketi:
-Sivil toplumun güçlenmesi ve medyanın açık olması gerekirdi. Bunların ikisinde de biraz açılma oldu Türkiye’de. Ama ne yazık ki Gezi Parkı zamanında sivil toplumun güçlenmesi olayı, çok büyük bir devlet baskısıyla ortadan kaldırıldı. Medya zaten her zaman Türkiye’de alınıp satılan bir şey. Nasıl olur ki medyanın yarısı hükümetin, yarısı başka bir holdingin elinde ve o holding sürekli kendi çıkarlarını gözetiyor? Böyle bir sistemde bağımsız medya, bağımsız fikir alışverişi diye bir şey olmaz. Bu yüzden gelişme Türkiye’de çok yavaş oluyor. Bu bence çok önemli bir şey. Eğer ben padişahsam niye padişahlığı değiştirmek isteyeyim? Ben devletin gücünden yararlanan bir insansam o gücü neden azaltmak isteyeyim?
——Atatürk’ü de eleştiriyor——
Acemoğlu devlet ve toplum ilişkisini, özgürleşme idealini irdelediği “Dar Koridor” kitabında Cumhuriyeti kuran lider Atatürk’e de “despotik tutum” eleştirisi getiriyor:
-Mustafa Kemal liderliğindeki güçlerin zaferiyle 1923’de kurulan Türkiye Cumhuriyeti, pek çok yönden İttihat ve Terakki yöntemini sürdürdü. Ordu ve bürokrasi önderliğinde daha fazla reform ve devlet inşaası için yol açıktı ama sadece despotik tarzda bir devlet oluşumu için. Kadınların özgürleştirilmesi, bürokrasinin modernleştirilmesi ve sanayileşmenin desteklenmesi gibi reform uygulamaları devlet kapasitesi yaratmak ve toplumun pek çok kesimi için daha önce olmayan bir kısım özgürlükler getirmek bakımından önemli adımlar olsa da bunlar Türkiye’yi koridora sokmak amacı taşımıyordu. Latin alfabesine geçiş, kıyafet devrimi ve dini kurumların yeniden yapılandırılması gibi pek çok reform, topluma danışılmadan yapıldı ve zorla dayanıldı.Bu reforma direnenler, örneğin batı tarzı şapka yerine fes takmada ısrar edenler kovuşturmaya uğradı, bazı durumlarda infaz edildi.
———-Trump demokrasiye tehdittir——-
Yıllardır ABD’de yaşayan, aile kuran, çocuk yetiştiren Acemoğlu, Amerikan yönetimine yeniden aday olan Trump’a da şiddetle karşı.Yıllardır eleştirdiği Trump’un yeniden seçilmesini nasıl değerlendiriyor?
-Trump’ın Amerikan demokrasisine tehdit oluşturmasının bir nedeni, ülkedeki kurumların normları ve hatta yasaları yıkmaya hevesli otokrat bir popülistle mücadele etmeye uygun biçimde tasarlanmamış olması. Yeniden seçilmiş olması büyük bir tehlike, dünya ve Türkiye ekonomisi de dahil tüm ülkeleri etkileyecek bir belirsizlik yaratacak.Trump’ın tekrar seçilmesi nedeniyle endişeli ve üzgün hissediyorum. Maalesef yıllar sürecek çalkantılı ve belirsizliğin hakim olduğu bir dönem bizi bekliyor, ve üstelik daha da trajik olanı ise Trump ajandasının işçilerden ziyade plütokratlardan (servet sahipleri) yana olması.
——Türkiye’nin önündeki fırsat—-
Acemoğlu’na göre önündeki 20 yılda Türkiye’nin demokrasisini ve ekonomisini işler hale getirebilmesi için yapması gerekenler var. Kurumsallaşma, yani kurumların işler hale getirilmesi en önemli koşul.Yolsuzluğun yok edilmesi ancak denetim kurumlarının güçlendirilmesi ile olabilir. Fakirliğin artık gündemden çıkması, verimliliğin artırılması, yeni işler yaratılabilmesi için, eğitim sisteminin mutlaka radikal biçimde değiştirilmesi, demokratik-özerk üniversite sistemine geçilmesi gerekiyor. Türkiye bu yolda yürürken dünyayla rekabet edebilecek teknolojileri geliştirmeye ağırlık vermeli, sivil toplumun önündeki engelleri de kaldırmalı…
Bu hedefe ulaşmanın tek anahtarı ise yargının bağımsızlığı…
Yazıda yararlanılan kaynaklar:
https://youtu.be/6tpUTPyaCj8?si=6PjSmS81nfGQswkUhttps://bilgiyay.com/wp-content/uploads/2023/04/Cikmaz_Yol_onokuma.pdf
https://www.bbc.com/turkce/articles/clylemr57dpo.amp
http://fmwww.bc.edu/EC-C/U2014/388/TheFailedAutocrat.pdf
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1107171
Yorumlar
Yorum Gönder