Geçenlerde değerli politikacı, iş insanı ve gazetecilik deneyimimin başlarında tanıdığım Mehmet Yazar’la sohbet ettik. Türkiye’yi konuştuk ama ülkenin durumu yorumlanırken Ortadoğu’da içine sürüklendiğimiz sarmal ele alınmaz mı?
Yazar, son günlerde elinden düşürmediğini söylediği kitabı gösterdi:
-Nur Batur’un kitabını okuduğun anda şifreler çözülüyor… Mutlaka okumalısın, ne olmuş? Nasıl olmuş? Bütün bu sorulara cevap bulacaksın.
Nur’un “Ortadoğu’nun Şahları Vezirleri Piyonları” Kitabını hemen edindim, bugünlerde okumaya başladım…
Kitap daha ilk bölümüyle, Nur’un İtalya eski cumhurbaşkanı Francesco Cossiga ile yaptığı röportajdaki olağanüstü ilginç unsurlarla, üstelik pek çok gizli kalmış olaya yer vererek, kimi tarihi olayların perde arkasını aydınlığa çıkararak insanı çarpıyor. Hani bizlerin el yordamıyla anlamaya çalıştığımız, söylentileri, varsayımları bir araya getirerek çözmeye çalıştığımız Özel Harp Dairesi var ya, işte Cossiga pek çok bilinmeyeni ve Avrupa’da halklardan gizli oluşturulan Gladio ile birlikte bu dairenin varlığını da inanılmaz bir netlikle ve tabii ki büyük cesaretle anlatıyor Nur’a… İtalyan siyasetçi Aldo Moro’nun Roma’nın göbeğinde, güpegündüz kaçırılıp öldürülmesi de anımsanacak olursa, hele Moro’nun Cossiga’nın yakın arkadaşı olduğu dikkate alınırsa, cesaret değil mi anlattıkları?
Nur’un yıllar önce yapığı röportajla Cossiga’nın bu müthiş anlatımlarına (ve pek çok önemli portreyede…) yer verdiği kitabındaki şu dehşet senaryosuna ne dersiniz?
“…Türkiye’de ılımlı müslüman bir parti iktidarda. Bildiğim kadarıyla Avrupalı liderler yarın türk cumhurbaşkanı ve başbakanının Türk ordusu tarafından devrildiğini ve öldürüldüğünü duysalar şaşırmazlar. Ben de üzülürüm ama şaşırmam, çünkü Türkiye’deki en güçlü islam olmayan güç, Türk ordusudur. Eğer Türk ordusu ılımlı müslüman olan cumhurbaşkanınızın Türkiye için tehlike oluşturduğuna karar verirse muhtemelen onu devirir ve öldürür. (*)
Türkiye’de sonunda ne olacak biliyor musunuz? Türk Silahlı Kuvvetleri, Cumhurbaşkanını, Başbakanı, Bakanları, siyasetçileri ve savcıları tutuklayacak. ABD devreye girecek ve AKP’lileri korumak için alıp ABD’ye götürecek…”
Okuru daha ilk sayfalarında çarpan, içine alıp sürükleyen kitabı ben de Mehmet Yazar gibi başucu kitabı yaptım. Böyle bir röportajı gerçekleştirebilmek için, bir gazetecinin nasıl bir birikimi olması gerektiğini ve her aşamada nasıl eziyete varan bir çalışma yapmak zorunda kaldığını bilenlerdenim. Kitabın daha ilk sayfalarında aklımdan geçenler şunlar oldu;
-Gazetecilik gerçekten bir tutku işi değil midir? Bu meslek, ayakta kalabilmek her gün kendini yenilemeyi, belki hiçbir meslekte olmadığı kadar zorlu çalışmayı, olayları çok yakından takip ederek sürekli kendini yenilemeyi, hiçbir tehdit karşısında boyun eğmeden o uzun ince yolda eziyetle yürümeyi gerektiren meslek değil midir?
Evet, tam olarak böyle.
-Peki, aileni, eşini dostunu ihmal etme pahasına yürütülen gazetecilik mesleğinin getirisi nedir?
Diye soruyorsanız, getiri sadece o yazının, o kitabın yayınlanmasının verdiği mutluluk duygusudur, bir manevi tatminden ibarettir desem inanır mısınız? Üstelik mesleğin en kritik yanı da Çetin Altan’ın deyimiyle “Suya Yazmak”tır… Çetin Altan bu tanımlamayı internet çağından çok önce dile getirmişti. Şimdiyi düşünürsek, sanal dünyada yapılan tüm işler ve ardındaki olanca emek, bir gün bile gündemde kalmadan silinip gitmiyor mu sizce de?
Kısaca bu meslek, azim gerektiriyor azim…
İşte Nur’u, son derece ilginç kitabı dolayısıyla bu düşüncelerle mesaj göndererek kutladım.
Onun bana cevabı ise “Tarihi Yaşarken Yazmak” kitabından bir alıntıyla oldu.
Dünyanın, Finlandiya’nın ilk Savunma Bakanı Elisabeth Rehn, “imkansız diye bir şey yoktur” sloganı ile yola çıkarak erkek egemen siyaset dünyasına girmiş, Fin generallerin, “ülkede erkek mi kalmadı?” itirazları, haykırışları arasında, kabinedeki en zorlu göreve talip olup Savunma Bakanlığı koltuğuna oturmuş ve başarılı olmuş. Benim en çok merak ettiğim konulardan biridir zaten:
-Dama oynar gibi sıkıldıkları an savaş çıkaran, ülkeleri birbirlerinin dama taşlarını yutar gibi karıştıran, dünyanın kuruluşundan beri bu savaşlarla, ölümlere, acılara gözyaşlarına yol açan erkeklerin dünyasında acaba kadınlar biraz daha etkin olabilse yaşam daha dayanılır olmaz mıydı?
Diye düşünürüm hep…
Yıllarca kah birlikte, kah ayrı kulvarlarda gazetecilik yaptığım meslektaşım Nur’un mesajı işte bu yüzden beni çok duygulandırdı:
-Dünyanın ilk kadın savunma bakanını bulup randevu alıp konuştum, sarışın mavi gözlü bir kadın, üstelik dört çocuklu… Ona Marilyn Monroe deyip dalga geçmişler, o da, “ben size gösteririm” deyip kavgaya girmiş, başarmış, sen de şimdi meydan okuyorsun… Sana da bravo…
(*) Nur Batur bu röportajı Cossiga ile 5-6 Şubat 2009 günlerinde görüşerek gerçekleştirdi. O sırada Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder