Ana içeriğe atla

PORTRELER Rauf Denktaş




-Devlet Adamı diyebilmek için  bir siyasetçinin kaç fırın ekmek yemesi gerekir sizce?

Bu sorunun yanıtını ben de bilmiyorum ama Rauf Denktaş (*) o adamlardandı, hem de onların en önde gidenlerinden biriydi…

Ne demek istediğimi  sıcak bir olayla kıyaslayarak anlatayım… 

Aslında devlet adamlığından  çok “showman”liğe yakışan  ABD başkanına yönelik suikast girişimini hepimiz saniye saniye izledik. Kulağını sıyıran kurşun sonrası, Gizli Servis elemanlarının koruması altında kürsüden indirilirken Donald Trump’ın söylediklerini duydunuz değil mi:

-Fight fight fight… (Kavga-dövüş-savaş) 

Sıkılı dudaklarının arasından tıslar gibi  çıkıyordu sözler, kanlı yüzünde nasıl bir nefret ifadesi vardı…

——Referandum gecesi——

Belleğim yıllar öncesine gitti. BM Genel Sekreteri Kofi Annan dahil, Avrupa’sıyla ABD’siyle 7 düvel bir araya gelmiş, Türkiye’deki AKP iktidarını da kafaya almış, KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş’ı devirme çabasına girişmişti;

-Kullandıkları silah neydi? 

-KKTC sayfasını kapatıp, Türk kesimini Rum Cumhuriyetine iliştirmeye çalışan bir planın  (**) referandumla kabul ettirilmesi idi… O tarihte henüz bizim basın bu kadar siyah-beyazlara ayrışmış değildi, bu yüzden hepimizin adeta nutku tutulmuştu:

-Ada’yı Rum egemenliğine sokacak bir plan TC’nin desteğini nasıl alabilmişti? Kıbrıs Adasının tarihi geçmişi, TC’nin garantörlük hakkı, oldu bittilere, Enosis’e karşı 20 Temmuz 1974’de verilen mücadele, Barış Harekatında verilen onca kayıp,  Bülent Ecevit’in yıllarca sürdürdüğü siyasi-diplomatik çabalar, bunların hepsi yok mu sayılacaktı?

İşte o referandum gecesi sandıklardan ezici çoğunlukla çıkan “evet” oyları Lefkoşa sokaklarında sevinç naralarıyla çılgınca kutlanırken ben Rauf Denktaş’ı merak ettim, dikenli teller, beton bloklarla geçici olarak korumaya alınmış konutunda gece yarısı ziyaretine gittim… Aslında sonucu tahmin ediyordu, şaşırmamıştı ama buna rağmen kırgınlık okunuyordu yüz ifadesinde… Sordum:

-Bu dikenli teller, barikatlar… Neden son anda korumaya aldılar sizi? Ahaliden mi koruyorlar?

Gülümsedi, “farketmedim” demekle yetindi… Hangi lider vakarını koruyup, suskun kalabilirdi böyle bir durumda?

——korumasız gezen lider——

BM Genel Sekreteri  Kofi Annan ise, adanın iki inatçı liderini Glafkos Klerides ile Rauf Denktaş’ı bir araya getirme çabasındaydı, olmadı, ikisi de yanaşmadı çünkü. Ben bu işe kendime özgü bakışla, o sırada çalıştığım televizyon kanalında  soyundum, iki lidere aynı soruları yöneltecek, iki röportajı, montajsız,  olduğu gibi verecektim. İlk randevum Denktaş ile oldu. Bize sabah 10.00 için randevu vermişti Lefkoşa’daki “Başkanlık Sarayında…” Saray dediğime bakmayın, orta halli bir villadan söz ediyorum…

Neyse işte, kameramanımla birlikte verilen saatte Saray’a gittik, ortama sessizlik hakim, görünürde koruma filan bulunmadığı gibi, sarayın kapısı bile aralıktı… Bizim meslek bir bakıma “zamanla yarışma” işidir, bir an önce Denktaş’la olan röportajı tamamlayıp, Ankara’ya dönecek, haber merkezine görüntüleri teslim edecek, ardından ertesi gün Klerides ile olan randevumuza yetişmek için Ankara-Atina-Larnaka maratonu yapacağız. Bu yüzden acele ediyoruz. Kapıyı bir kaç kez çaldık, kimseden ses çıkmadı, aralık kapıyı itip girdik, sessizlik içindeki koridorda ilerleyip, Denktaş’ın konuklarını kabul ettiği küçük salona ulaştık, aaaa bir de ne görelim, Rauf Bey kanepeye uzanmış uyuyor, sırtı bize dönük…Şaşırdık, kameraman Mustafa Güvenç’le fısıldaşıyoruz:

-Ne yapalım Mustafa?

-Abla uyandıralım, öksürelim filan… Yoksa dönüş uçağına yetişemeyiz…

Aynen öyle yaptık, Rauf Bey uyandı:

-Ooo, hoşgeldiniz… Uzanmıştım biraz…

Ardından, kalktı, yandaki koltuktan kravatını aldı, bana döndü:

-Nursun Hanım, şu gömlek yakamı sen ilikler misin?

Uğraştım epeyce çünkü gömlek yakası dar, Denktaş kilolu, sonunda güçlükle ilikledim ama ter içinde kaldım, o da kahkahayı patlattı:

-Yahu Nursun, hiç erkek giydirmemişsin anlaşılan, bir düğmeyi iliklemek bu kadar mı sürer? 

-Başkası olsa çok soydum hiç giydirmedim- deyiverirdi belki, bu espriyle karşılık vermek geçti aklımdan, tabii sustum, kendimi tuttum…

Bu kadar şakacı, mütevazı, insan ilişkilerinde sıcak bir Cumhurbaşkanı var mıydı acaba dünyada? Korumasız, konvoysuz, hiç kasılmadan hareket eden? Eğitimiyle, zekasıyla, diplomatik birikimiyle aslında kimselerle kıyas kabul etmeyen bir lider var mıydı?

——sorudan korkmayan devlet adamı——


Denktaş’la hem Cumhurbaşkanı olduğu, hem sade vatandaş olarak yaşadığı yıllarda öyle çok görüştük, konuştuk ki, tavrına tarzına hayran olmamak mümkün değildi. Kıbrıs’ta çözüm için sürdürdüğü çabaları, diplomatik girişimleri, siyasi arayışlarını kimbilir kaç kez kaleme aldık ama  onun “esprili-kompleksten uzak” kişiliğine, meraklarına, hobilerine yeterince değinebildik mi? 

-Adaya özgü, kuzu gömleğine sarılı şeftali kebabını ne çok sevdiğini, Ankara’da Camlı Köşkteki bir sohbetimizde “şu sizin şeker fasulyesini niye bu kadar geç keşfettim?” Diye çocuksu yakınmasını, üşenmeyip dostlarına mevsiminde  kargoyla sepet sepet “taze hurma” gönderişini anlatmış mıydık? Ya Denktaş’ın gazetecilerle olan komplekssiz, üstencilikten uzak diyalogu hangi liderde vardı? 

Bir yaz sıcağında elimdeki mikrofon güneşten kızmış, elimi yakıyordu, “gölgeye geçelim mi biraz?” Demiştim de, “O, ne çabuk pes ettin, ya biz ne yapalım? Şapka bile takmıyorum bak” diye saçsız başını işaret edip gülmüştü. Ya Beş Parmak Dağlarına çizili KKTC Bayrağından yakınan Klerides’e, “Sıkıysa gel indir” diye meydan okuyuşu? 

—-Sor bakalım, İngilizce olsun——-

The New Anatolian gazetesinde, siyasi ağırlıklı haftalık röportajlar yapıyordum. Hazırlık safhası ve sonrasıyla (bandın deşifresi, İngilizceye çevrilmesi, son düzeltmeleri) derken  kapsamlı ve yorucu bir iş yükü altındaydım. Bir keresinde söyleşi yapacağım konuk randevuyu son anda iptal edince öyle güç duruma düştüm ki, çareyi Denktaş’ı telefona aramakta buldum:

-Efendim sizden bir ricam var?

-Nedir?

-Röportaj… Enine boyuna Kıbrıs konuşalım…

-Tamam, iyi sor bakalım?

-Yalnız bir ricam daha olacak?

-Söyle?

-Benim bu röportajı deşifre edip, İngilizceye çevirip, bizim Amerikalı editör Marc’a düzelttirip en geç 24 saat içinde gazeteye teslim etmem gerekecek, o yüzden röportajı İngilizce yapsak nasıl olur?

-Oh Nursun Hanım, hem şip-şak hem hazır lop röportaj, gel keyfim gel desene… Haydi sor sorularını da  yetiştirelim şu işi…

Ya işte böyle… Böylesine donanımlı, entellektüel, mükemmel eğitimli, deneyimli üstüne üstlük komplekssiz, esprili, kendine güvenen, adam gibi adamlar geldi geçti siyaset sahnesinden… 

Onları siz de özlediniz mi?

(*) https://www.kitapyurdu.com/kitap/rauf-denktas-yeniden-yasasaydim/92157.html

(**) https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1957010


Yorumlar

  1. Eline sağlık süper👏👏👏

    YanıtlaSil
  2. ALİ ÜÇTEPE14 Ocak 2025 07:21

    BU GÜZEL GAZETECİLİK ÖRNEĞİNİ VERDİĞİNİZDEN DOLAYI SİZİ KUTLUYORUM.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haddime düşmez, teşekkürler

      Sil
  3. Allah'tan Rahmet dileyerek andığımız merhum Rauf Denktaş, Kıbrıs'ta Türk'ün en büyük sesi, hafızası, bilgi birikimi ve siyasetçi olarak ayaklı kütüphanesi idi. Yazı zaten her zamanki gibi haber heyecanı ile dolu, okurken bizleri de aynı mekanda gibi hissettiren bir yazı olmuş Nursun,eline sağlık. Bence İletişim Fakültelerinde örnek gösterilecek güzel bir çalışmayı kaleme almışsın. Eline sağlık, basın müzesi olsa da bu tür yazıları sergilesek... Gazetecilik budur..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sağol sevgili Fikret Dadaş, teşekkür ederim güzel sözlerin için.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Külliye’ye içerden bakış: Erdoğan’a: “Sistem yürümedi, Türkiye’yi seçime götürmeli”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın  “Başdanışmanı” olarak Beştepe’de    7 yıl süreyle  görev yapan İlnur Çevik’le konuştuk. “ Bu sistem yürümedi ” diyen Çevik durumu, “Erdoğan’ın en kısa zamanda Türkiye’yi seçime götürüp sistemi rayına oturtması şart, eğer torunlarını şu kadarcık! bile seviyorsa bunu yapmalı, aksi halde eyvah! ” diye özetliyor.  DEM Parti ile yürütülen “çözüm süreci” için, ortada bir plan taslağı bulunmadığını savunan Çevik’e göre, her zamanki “Kervan Yolda Düzülür” mantığı yine ağır basıyor. …Acaba Külliye’de çalışma sistemi nasıl? Cumhurbaşkanı gündemini nasıl belirliyor? Yüksek İstişare Kurulu diye bir kurul var, orada ve  pek çok kişinin üye olarak yer aldığı diğer kurullarda neler görüşülüyor? Erdoğan, Atatürk ismini neden diline almak istemiyor?Beştepe’nin bodrumunda gerçekten tam teşekküllü bir hastane var mı?…  Gibi pek çok soru aklımı kurcalıyordu, “ İlnur Çevik nasılsa görevi bıraktı, artık belki konuşur ” diye düşün...

Yekta Güngör Özden’e geçmiş olsun

Geçen hafta Anayasa Mahkemesinin eski başkanlarından Yekta Beyi ziyaret etmiştik. Bugün öğrendik, küçük bir ev kazası yaşamış, ameliyat olmuş, iyiymiş. Kendisine acil şifa diliyoruz.  Aslında Ankara’da gündem o kadar yoğun ki, Yekta Beyle yaptığımız söyleşiyi bu sabah kayda geçiriyordum tam, o anda başka konular araya girince yarım bıraktım…  O halde şimdi tamamlayayım: “Güngörmüş” dostlarla bir araya gelebilmek, yakın tarihin sayfalarını gözden geçirebilmek ne kadar büyük bir şans. Geçenlerde Ali Bilge  ve Feyzan Erel ile birlikte Anayasa Mahkemesinin eski başkanı Yekta Güngör Özden’i ziyaret etmiştik, sohbetimiz sırasında notlar aldık, “ yazabilir miyiz anlattıklarınızı ?” Diye sorduğumuzda, “istediğinizi yazın” yanıtı vermişti. İşte o gün bugünmüş…  Yekta Güngör Özden ’in o gün söylediklerine şimdi biraz kulak verelim mi? SORU: Ülkede büyük bir gerilim yaşanıyor şu anda. Aydınlar, gazeteciler politikacılar tutuklanıyor, herkese gözdağı veriliyor, nas...

KONGRE TUFANI (1) Nazmi Bilgin: “32 yıl yetmedi”

Gazeteciler Cemiyetinde bir kongre geride bırakıldı, “ 32 yıl yetmedi, devam” diyen Başkan Nazmi Bilgi n yeniden seçildi.  Ancak başta OY’unu Beyaz Sayfa Kadro Hareketi için kullanan 295 değerli meslektaşımız olmak üzere aslında Cemiyetin yeni yönetim kuruluna ve  tüm üyelerine  olan sorumluluğumuz gereği, söylenecek çok şey var.  Bugünden itibaren bunları bir bir paylaşacağım:  1-32 (OTUZ İKİ) yıllık Başkan Nazmi Bilgin, benim bulunduğum her toplantıda “ Bu benim son dönemim, bir daha aday olmayacağım ” diyordu, Vakıf Senedi’nin mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine haykırarak, “ Ben bu Vakıf Kuruluncaya kadar başkanlığa aday olacağım ” demedi mi?  Gazeteciler Cemiyetinin her türlü menkul ve gayrimenkul varlığının, üyelikleri ölünceye kadar sürecek 16 kişilik mütevelli heyete geçmesinden muradı neydi acaba da başkanlık koltuğunu terk etmemekte bu kadar ısrarcı oldu? Bu durumu sizlerin yorumuna bırakıyorum.  2- Yüzlerce üyesi olan bir Gazet...