Seçim atmosferine girdik bir kere…
Vaadlerin bini bir para, hem muhalefetten hem Beştepeden! Emekli maaş zamları bir gün açıklanıyor, ertesi gün, Beştepeden “olmaaaz yüzde 5 de benden” haykırışı geliyor. Hani Anadolu’daki kimi düğün törenlerinde “takı merasimi” sırasında çığırtkanın çığırdığı gibi:
-Gelineee halasındaaaaan bir çelik tencereeeee
Bu arada, seçimlerde iktidara talip olan “altılı masa” liderleri, bol bol “demokrasi, ifade özgürlüğü vs.” vaatlerinde bulunsalar da nedense HDP için çalan tehlike çanlarına (*) hiiiç değinmeyip, milyonlarca seçmeni “görmezden gelmeyi” demokratlıkla bağdaştırabiliyorlar. Doğrusu, “DEVA Partisi lideri Ali Babacan altılı masanın dokuz saat süren son toplantısında bu konuda bir kelime olsun konuştu mu acaba? Konuştuysa neden bu yaklaşımı sonuç bildirgesine yansımadı?” Sorusu kafamda dönüp duruyor. (**)
Yolda giderken radyoda duydum geçen gün, Pakistan senato başkanı Muhammed Sadık Sanjrani, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı, “Rusya-Ukrayna Savaş sürecindeki çabaları nedeniyle” Nobel Barış ödülüne aday göstermiş. Aklıma, bizim TBMM Başkanı Mustafa Şentop geldi;
“Benim başvurum var. Farklı ülkelerden meclis başkanları ve milletvekillerinin başvuruları da olacak” demişti ya Nobel Barış Ödülü için… Eh artık, Pakistan’dan sonra pek çok Afrika ülkesinin Erdoğan jestini de doğrusu ben bekliyorum…Nijerya, Kongo, Somali, Cibuti, Moritanya liderleri, haydi sıra sizde…
Ukrayna-Rusya savaşı hala devam ederken onlarca insan halen ölüyor olsa da barış ödülüne aday gösterilen Erdoğan, umarım Nobel’i alır. Sonra da sıra, burnumuzun dibinde binlerce insanın öldüğü, şehirlerin, köylerin, kasabaların, binaların, köprülerin, yolların tahrip edildiği Suriye Savaşına gelir inşallah…
Bu arada Fatih Altaylı’nın Nobel ödülünün Türkiye’ye verilmesine dönük ezeli çabasını da takdir etmek gerekir, ta ne zaman aday göstermemiş miydi Erdoğan’ı barış ödülüne:
“Yıllarca küçümsediğimiz -Kasımpaşalı- Dışişlerine güvenerek, kendi sıcak tavrını kullanarak ve hepsinden önemlisi -cesaret ederek- bence büyük iş başardı. Bence bu yılın Nobel Barış Ödülü, Recep Tayyip Erdoğan’ın hakkıdır.” (***)
Aaa pardon, eğer barış ödülü Erdoğan’a verilirse ödül törenine gidiş konvoyunu düşünebiliyor musunuz? Bilmem İsveçliler sükunetin hakim olduğu karanlık Stockholm sokaklarından caddelerinden birbiri ardına geçen, dakikalarca bitmek tükenmek bilmeyen resmi araba konvoyunu görünce ne düşünürler?
—Ölüm Taciri—
Tabii bu tartışma sırasında Nobel Ödülüne dönük eleştirileri de bir gözden geçirmek lazım, başta bu ödülü ortaya koyan Alfred Nobel’in geçmişi olmak üzere… (****)
Hani insan kendinde neyi eksik bulursa sürekli ondan söz edermiş ya, işte dinamiti icat edip sayısız ölüme sebep olan, hatta küçük kardeşinin bile kendi atölyesinde dinamit patlamasında, havaya uçarak öbür dünyaya göçmesine yol açan Alfred Nobel’den söz ediyoruz. Öldüğünde bir gazetenin “Ölüm taciri öldü” manşetini attığı Alfred Nobel…
Aman lafı uzatmayıp artık susayım, -bu ödül yerinde mi veriliyor? Yoksa başka etkilerle mi?- sorusunu artık size bırakayım, başka bir kulvara geçeyim;
Nobel’in beni en çok ilgilendiren “edebiyat” dalındaki seçimleri aslında bence özellikle son yıllarda pek yerini bulmamıştır. Öyle ya, sırf “İnce Memet”le bile bu ödülü binlerce kez alması gereken Yaşar Kemal dururken, Orhan Pamuk’a verilişi hepimizde buruk bir sevinç yaratmadı mı? Doğru dürüst sevinebildik mi o gece Orhan Pamuk’un konuşmasını canlı yayınlardan izlerken?
Şimdi de bu ödül Fransız yazar Annie Ernaux’a verildi.
Hatta geçen gün bilmem kaçıncı başa dönmelerimden birinde şu paragrafı okurken;
“Evlerde ne var ne yok, hepsi savaştan önce alınmıştı. Tencerelerin dibi kararmış, sapları düşmüş, kap kacakların emayesi dökülmüştü, delinen ibriklere suyu sızdırmasın diye bir tahta parçası sıkıştırılırdı. Ceketler paltolar onarılır, gömleklerin yakası tersyüz edilir, eskiyen bayramlıklarla gündelik kıyafet yapılırdı. Boylarımızın uzamaya devam etmesi, bir şerit kumaş ekleyerek etek boylarını uzatmak, her sene bir numara büyük yeni ayakkabı almak zorunda kalan annelerimizi yılgınlığa sürüklerdi. Yazı hokkası, Lefranc boya kutuları, pötibör bisküvi paketleri, her şey bir işe yaratılırdı. Hiçbir şey atılmazdı…”
—Ayfer Tunç—
İşte tam da bu satırları okurken, “Ayol dedim, bizim Avrupa nezdindeki itibarımız 20 yıldır gerileyip durmamış olsa, şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın barış ödülüne aday gösterilmesi ile mi sınırlı kalırdık? Yıllar önce bu ödül Nobel edebiyat dalında Ayfer Tunç’a verilmiş olmaz mıydı?”
Buyrun Ayfer Tunç’un “Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek” kitabından alıntı:
“Tutumluluk çağıydı. Yanan iki lambadan biri söndürülür, eller sabunlanırken musluk kapatılır, bayat ekmekler biriktirilip papara yapılır, günlük pantolonların dizlerine yama dikilir, kaçık çoraplardan paspas yapılır; ama gecede on portakal yiyen ailelerin çoğu bunu beşe düşürmezdi. Tutumluluk meziyetti, takdir edilirdi, ama marifet yiyecekten kısmak değil, israftan kaçınmaktı. Varlıklı olduğunu belli etmek, soylu ailelere yakışmazdı. Gösteriş ayıptı. Ama sıra misafir ikramına gelince sunulan yiyeceklerin bolluğu gösterişe, varlığını ortaya koymaya değil, misafirperverliğe yorulurdu.”
Bence boş verelim ödülü mödülü… Okumaya devam edelim, kitap bizler için en güzel sığınaktır, sizce de öyle değil mi?
(*)https://www.trthaber.com/haber/gundem/hdpnin-hazine-yardimi-hesabina-gecici-bloke-koyuldu-735940.html
(**)https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/ali-babacan-hdp-ile-bizim-bir-diyalogumuz-var-1959966
(***)https://www.hurriyet.com.tr/erdogan-nobel-baris-odulu-nu-hak-etti-214553
(****)https://onedio.com/haber/olum-taciri-olarak-anilan-alfred-nobel-ve-nobel-odulleri-nin-bir-hayli-sasirtici-hikayesi-1012821
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder