Biraz Avrupa havası alıp döndük memlekete. Sen misin dönen? Döner dönmez kaosun içinde bulduk kendimizi… Siyasi olaylar bir yana, “aşk skandalları” gündemi kaplamamış mı biz yokken?
Sedat Peker’in paylaştığı, aslında basın camiasında bilinen! ama “kol kırılır yen içinde” örneğindeki gibi, pek üzerine gidilmeyen olaylar tartışılıyor. Bir spiker hanımefendi “özel yaşamı” nedeniyle şimşekleri üstüne çekmiş durumda. Tartışmalara baktığınızda hiç kendisi için, “iyi gazeteciydi, şu söyleşide öyle sorular sormuştu ki, adam yanıt vermek şurada dursun, köşeye sıkışıp kalmıştı, yıllarını verdiği muhabirlikte öyle bir altyapı edinmişti ki, -teslim et gitsin haber merkezini- o kadar parlak bir röportajcı-gazeteciydi yani” şeklinde bir söz duydunuz mu?
Keşke duysaydık, duysaydık da, şen kahkahalarından dolayı değil de, parlak gazeteciliği yüzünden gündem olsaydı hanımefendi. Bir meslektaşım dün şöyle dedi:
-Kadınların işi zaten zordu, şimdi iyice zorlaştı. Eskiden, -evlenir, doğum izni filan kullanırlar- diye kadın istihdamını düşük tutardı medya yöneticileri, şimdi -patronla ilişki kurarsa n’aparız?- diye bir soru da kurcalar artık kafaları…
Mesleğe emek veren kadın-erkek hepimize yazık değil mi? Ha, şimdi diyeceksiniz ki, “bizim memlekette gazeteciler “iyi gazetecilik yaptıkları için de az mı eziyet çekti?”
Rahmetli Bekir Coşkun’u analım mesela... Bu kadar mı sevilirdi bir yazar? Bu kadar mı okunurdu? Bu kadar mı kıvraktı kalemi? Ha, bütün bu özellikleri yanında bir yazar, halkının, ülkesinin çıkarlarını bu kadar mı savunur? İlericiliği, doğruculuğu, dürüstlüğü ile bilinirdi?
-Peki bu özellikleri ile ülkenin en önde gelen yazarı sıfatını taşıyan yazarımızın başı acaba göklere mi erdi? Bir eli yağda bir eli balda mı yaşadı?
-Yoooo... Nerdeeee!!!
Tam tersine, oradan oraya sürüldü, kimi zaman işsizliğe, kimi zaman kıt kanaat geçineceği maaşlara talim ettirildi, zaten kendisi bu durumu yazı başlığı ile iki kelimede özetleyivermişti, Onuncu Köy... Sıkıntılı süreç, sonunda kansere davetiye çıkardı ve kısa sürede yaşama elveda dedi Bekir Coşkun. Onu çok okunduğu gazeteden bir telefonla sürdürüveren “baştakilerin” hiç mi vicdanı sızlamadı? Ya o gazete yöneticisine ne demeli? Genel yayın müdürü mü ? Kapıkulu mu demek lazımdı ona?
Onu gazeteden kovan genel yayın müdürü günah çıkarırken ne diyordu?
-Yahu bizde işler böyle yürüyor, bunu herkes bilir. Patronun menfaati neyi gerektiriyorsa biz onu savunuruz. Aksi taktirde ne bu konaklarda oturabilir, ne bu pahalı şarapları içebiliriz... Ben ona kaç defa söyledim, Bekir yapma etme -zülf-ü yare dokunma- dedim. Şöyle havadan sudan yaz biraz, bak yazları patronun teknesinde tavla oynar, sonra Andree’yi koluna takıp Paris’lerde gezersin. Yani benim içim rahat kardeşim, ben ona -salla başını al maaşını- demişim, o tersini yapmış. Suç bende değil ki... Yine de rahmet diliyorum, bu akşam onun için de bir kadeh kırmızı şarap içeceğim, hem de en pahalısından...
Ha, bir de dertleşirken Bekir Coşkun’un bana anlattığı bir olay:
-Yahu işte biliyorsun 9. Köy’den kovulunca yaşadıklarımı... Şimdi de burada yazmamı istediler kabul ettim, haydi dedim, kalemi elden bırakmayalım, ülkenin durumu malum. Fakat verilen parayı söylesem inanmazsın, bu gidişle evi satmak durumunda kalabilirim düşünüyorum da, Adree’ye nasıl anlatırım acaba...
O gazete yöneticisi de şimdi şunu mu desin:
-Yıldız mıldız olmaz, bizi bozar... Gazete küçük olsun, bizim olsun...
Ah sevgili Bekir Coşkun ah, şimdi gittiğin yerde kıs kıs gülüyor musun bu arkandan söylenenlere?
(*)https://www.hurriyet.com.tr/beni-kovarlar-mi-11223999
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder