Bilenler bilir, arşivle uğraşmak belalı iştir. Üstelik bu iş, ömrün sonuna dek sürecek bir dipsiz kuyudur... Hele gazetecilik mesleği söz konusu ise o kuyunun dibine asla ulaşamazsınız. İşte aylardır, sayısız dosya, kupür, fotoğraf, belge, görüntüyü masama yığdım, cebelleşip duruyorum. Ya çekmecenin birinde tozlanan şu antika telefonu bulmaz mıyım? Ne güzeldi onunla hayat, hep iyi haberleri taşırdı...
Oysa dışarıda hava o kadar güzel ki, şu ne işe yaradığı bilinmeyen! “Covit Yasakları” (*) olmasa çık, göl kıyısına git, eşinle dostunla uzak uzak oturup, köpüklü kahve eşliğinde daldan dala sohbet et:
-103 amiral meselesine sen ne diyorsun? (**)
-Yahu ne var bunda? Montreaux, adamların yıllarını verdiği mesleğin en önemli dosyalarından biri değil mi? Düşünsene, kadim anlaşmayı geçmişiyle, bugünkü boyutuyla yıllarca incelemişler, teğmenlikten al, komodorluğa, komutanlığa varan süreçlerde bizzat içinde yaşamışlar, iç-dış sorunlarla boğuşulan süreci yönetmişler. Görüş belirtmesinler mi?
-Evet ya, adamları darbecilikle suçlayan kimi çığırtkanlara bir bak, eğitimleri, deneyimleri, durdukları yer neymiş? Şakşakçılıktan goygoyculuktan başka ne emekleri geçmiş ülkeye?
-Bir de sarıklı amiralle ilgili ima vardı sanki o duyuruda?
-Yahu o sarıklı cübbeli amiral niye Ayasofya’ya imam olmamış ki? Yanlış meslek seçmiş kendine. Hazır Ayasofya İmamı da istifa etmişken, kadro açılmışken, alsın kılıcını (!) çıksın Ayasofya’nın minberine!!!
Evet, “hayali sohbetin” hayali bile güzeldi ama, yapacak çok iş var... Not defterlerimi, dosyalarımı tek tek açıp, gereksiz kayıtları ayıklamam gerek.
-Aaaaaa bu ne?
Yeşil kapaklı defterimde, İtalya’nın yolsuzlukla mücadelesinin “unutulmaz ismi”, savcı Di Pietro ile yapacağımız röportaja hazırlık notlarım var... Milano’ya gidip, “Temiz Eller” operasyonunun savcısı ile görüşmüştük. Hey gidi günler, Abdullah Öcalan’ın Kenya’da ele geçirilip, Roma’da bir villada tutulduğu günlerdi... Roma’da Öcalan çevresindeki gelişmeleri izliyorduk. Basın toplantıları, açıklamalar, canlı yayınlar derken, haberlerimize “farklılık katmak” uğruna, F’sinden bile anlamadığım futbol maçı öncesinde Torino’ya gitmiş, Juventus’un merkezine girmiş, Zidan’ın peşinde koşmuş, Fatih Terim’le bile konuşmuştum. Çünkü hem İtalyan hem Türk futbol severler için Apo artık rafa kalkmış, gündem “Juventus-Galatasaray Maçı”na kilitlenmişti. Neyse işte defter o defter... Sayfaları çeviriyorum:
Bu kez Tahran’dayız... Dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem’i izliyoruz... Tahran’da epey kalacağız, önceden randevumu almışım, ertesi gün Cumhurbaşkanı yardımcısı Ebtekar ile görüşeceğim. Yıllar öncesinin ABD Büyükelçiliği baskınının (***) o unutulmaz asi kızı, Masume Ebtekar’la...
-Sen de mi İran’da tesettüre giriyordun peki?
-E tabii, mecbur tutuyorlardı. Ben meslek örgütlerimize seslenmiştim. -Kadın gazeteciler bu ülkelere gönderilmesin. Çalıştıkları kuruluş onlara seçim özgürlüğü tanısın- diye, ama olmadı... Tepeden tırnağa örtündük zorunlu olarak. Hatta dönüşte TBMM’de, Başkan Bülent Arınç’a rastlamıştım da, “Oooo, çok yakışmıştı, darısı kalıcı örtünmelere olsun” dememiş miydi?
-Sen zaten örtünenlerin özgürlüğünü savunmuyor muydun hep?
-Evet, herkes kıyafetini seçmekte özgür olmalı... Ama buna karşı durmak eğer bir haksızlıksa, diretilen tesettür de o kadar büyük bir haksızlık bence
-Amaan işte, yıllar ne çabuk geçmiş, yolsuzluk dosyaları, TBMM’de sabahlanan bütçe görüşmeleri filan derken bugünlere gelivermişiz... Şu defteri artık çöpe atmalı
Derken içinden düşen kupüre bakıyorum...
Zarif mi zarif bir dantel örneği... Onca kafa yorulan, büyük emek gerektiren, stresle boğuşulan meslekte, benim kaçışım olan el işleri... Kimi gazeteler, kadınlara seslendikleri sayfalarda el işi örneklerine yer verirdi. Benim bu merakımı bilen meslektaşlarım o sayfayı kesip benim için saklarlardı... Bant çözdüğüm sırada bunaldığımı gören bir büro arkadaşım, “haydi bir kahve söyle de sohbet edelim” deyip uzatıverirdi o güzelim sayfayı...
Nerede şimdi o gazete, TV büroları? O güzelim dostluklar? Hele hele sorularınızı asla yanıtsız bırakmayan devlet adamları? Siyasetçiler? Bir keresinde iş çıkışı, evimizin sokağındaki Büklüm Kasabındaydım, kıyma çektiriyordum, telefonum çaldı, Çankaya Köşkünün Özel Kalem Müdiresi Emel Yatmaz’dı cep telefonumdan arayan, “Sayın Cumhurbaşkanımız görüşecekler” diyerek Süleyman Demirel’i bağladı, Cumhurbaşkanı:
-“Nursun, nassın, eyi misin?” Diye söze girdi, şaşırıp kalmıştım. Kasabın “Gönül Hanıma yarım kilo kıyma, Hakkı Beylere on kalem kuzu pirzolası, Saygılar Lokantasına üç kilo sotelik ciğer hazırlanacak” diye siparişleri kaydettiği deftere not almıştım Demirel’e sorduğum soruların yanıtını... Demirel durumu bilse patlatırdı espriyi:
-Yahu Nursun, sen benim laflarımı boşver, onlar karın doyurmaz... Kıymanı çektir, benden de selam söyle, yağsız kıymadan eyi dolma olmaz. Ona göre hazırlasın...
Ben yaşamı böyle sevdim...
(**) https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-56628996
NOT: Bildiriye imza atan amirallerin sayısının 103 değil 104 olduğu açıklandı ve haklarında soruşturma başlatıldı.
(**) https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/yilmaz-ozdil/montro-6337451/
(***) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/%
Sevgili Ortak gazeteciliğin ve haberciliğin ta kendisisin, bu iş bir yaşam biçimidir. Sevilmeden yapılmaz zaten. Ben arşive bir türlü dalamıyorum sırdağlar bekliyor. Bir de gök kubbe çok fena atmosfere bir geçsek soluk alabilsek..
YanıtlaSilSevgili meslektaşım Ali Bilge, öncelikle iltifatın için teşekkürler, sonra da masada birlikte kaleme aldığımız kitabı gördün mü? Diye sorayım...Ne günlerdi... O şahane çalışma dönemi için sana çok teşekkür ediyorum ve Tijen’e ve sana sevgiler gönderiyorum.
YanıtlaSil