Bu Blogda Ara

Perşembe, Nisan 30, 2020

Ah bi kurtulsak...

Hayatımızın bu döneminde Corona denen musibeti yaşamak da varmış. Resmen “mapusluk.” Yıllarını cezaevinde hele hele hücrede geçirenler bıyık altından gülüyordur ama ne yapalım ki insan bu, her daim “ben benci”...  Gerçi çok sevdiğim Ertuğrul Kumcuoğlu’na göre bizler hiç olmazsa bahçede gezebildiğimiz için “yarı açık cezaevi mahkumu” sayılırmışız... 

Şaka bir yana, saçma sapan kurallar var... 

-65 yaşın üstündekilerle 20 yaşın altındakiler dışarı çıkamazmış.
-Neden efendim? 
-Onlar kendilerini koruyamazmış!

Sanki diğer yaştakiler koruyabiliyor da... Korku dağları bekliyor:

-Ya bulaşırsa? Çok mu ağır geçiririm? Ya evdekilere de bulaştırırsam? Ay o Covit 19 geçirmiş doktor neler anlattı öyle? Nefes alamamak. Ciğerlerin kösele gibi oluşu, ateş, dur durak bilmeyen ishal, bilinç kaybı... Of of of... Ölmek bile zor anlaşılan...

Yaş sınırlamasına takılmasan da dışarı çıkmak öyle zor ki, maske ve eldiven takacaksın, arabaya başkası da binecekse arkada oturacak. Markete pazara filan gidiyorsan sıranı  bekleyeceksin... Dün acil bir durum için doktora telefon ettik:

-Efendim biz hastaneden doktordan uzak durmaya çalışıyoruz ama, durumumuz da şu şu...
-Yok yok gelin ben hastaları yarım saat arayla alıyorum, dezenfekte kurallarını eksiksiz uyguluyoruz...

Kalktık gittik, elimizde epikriz dosyamız... Yolda polis çevirirse diye...

Klinikten içeri girmeden ateşimiz alındı, maske ve eldivenlerimiz tamam zaten... Dezenfektanları sürdük... Doktorumuz da maskeli, ne dediği anlaşılmıyor, derinden geliyor sesi... Hım hım hım konuştuk, iğnemizi yaptı, bazı tahliller istedi, çıktık.  

-E, peki tahliller için hastane ortamına nasıl gireceğiz?

Neyse ki kolayı var, bir laboratuvarla anlaşıyorsun, sadece taksi parasını ödediğin hemşire, tam teçhizatlı (maske, eldiven, özel kıyafet tedarikli) gelip kanını alıp gidiyor...  Şimdi bekle dur sonuçları...

Ah şu Corona belasını bir atlatsak, neler yapacağım neler...

-Ne mesela?
-Belki Tunalı’ya inerim. Önce caddeyi boydan boya rüzgar gibi yürür geçerim. Sonra bakarım, eğer benim büfe açıksa “yap bir karışık tost” derim, yanında da nar suyu... Sonra çıkar,  karşıdaki pastanenin bahçe masasına kurulur, bir sade kahve isterim. Hatta bir dilim de piramit pasta. 
-Bu mu yani bütün hayalin?
-Yok canım daha çok şey var kafamda ama, hangisini öne alsam? 

-Yoksa atlayıp İstanbul’a mı gitsek? Leyloş’u öpüp, koklasam, çocuklarımla hasret gidersem... Arkadaş ziyaretleri? Park bahçe gezileri... Gençlik Parkı açılmış mıdır? Dönme dolaba binsem? Kale’ye çıksam, kuş bakışı Ankara’yı seyretsem, Gramofon Cafe’ye oturup bir çay içsem... 
Bütün dükkanları tek tek gezsem, kalaycıya bile uğrasam...

Sonra geceyarısına kadar sokaklarda avare avare dolaşsam. Karşıdan gelen insanlarla, tanımadıklarımla bile sarılıp öpüşsem. 

Sonra havalara sıçrayıp yuppiiiii diye haykırsam...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ata’nın Kolibası

Geçenlerde yolum Söğütözü’ne düştü, pek çok bakanlığın, resmi kurumun, AKP ve CHP genel merkezinin hatta büyük alışveriş merkezlerinin bulun...