Ana içeriğe atla

New York Üçlemesi 3-Rüya mı bu? Çantam bulundu...









-Yupiiiiiiiiiiiiiiiii

Bu neşeli  haykırış, Manhattan’ın göbeğindeki tüm gökdelenlerde yankılandı... E, kolay mı dostlar? New York’ta çanta kaybetmek ne demek? Felaket, hatta felaketin de ötesi demek. Pasaport, kimlikler, kredi kartları, biraz nakit para... Komik ama, “uğur getirir!” diye halamın koyduğu bir at kestanesi ve palamut... Hepsi çantada.


-Peki çanta nasıl bulundu?


-Anlatayım... Haşarı! gri çantam, küçücük, omuza asılan cinsten, uzun saplı ve gayet sıradan görünümlüydü. Mağazanın birinde bir ceket deneyip bırakmıştım. Ceketi denerken çantamı da askıdaki başka bir ceketin üstüne aksesuar gibi asmışım. Aynı anda da çantayı unutup çıkmışım mağazadan (dalgınlığım bilinir, ayrıca elde şemsiye, başka bir alış veriş çantası vs. var) Neyse işte, çantamı orada bıraktıktan saatler sonra, Central Parktan telaş içinde ayrılıp, filmi geriye sararak daha önce uğradığımız her yere tekrar girip baktık, yok, yok, yok… Evet artık çantadan ümidi kesmişken yaşasınnnnn! Tam karşımdaki askıda duran  bir ceket ve omzunda asılı çanta, benim çantam... 
Olayı duyan mağaza sorumlusu, “çanta askıya aksesuar gibi asıldığı için dikkati çekmemiş ve çalınmamış, New York’ta bu bir mucizedir” dedi...


-Eee sonra?


-Mutlu mu mutlu bir öğlen yemeği yedik önce, hatta şampanya bile içtik. Sonra planımızın diğer maddelerini uygulamaya koyduk...

İlk durak Barnes and Noble idi. Ne çok olay ve isim aklıma geldi... Örneğin eğer İsmail Cem sağ olsa, kimbilir nasıl altını üstüne getirirdi rafların diye, ya da Süleyman Demirel eğer kitapçıya uğrayacağımızı bilse kim bilir hangi kitapları ısmarlardı... Bir resmî gezisi sırasında Demirel, çok yakınındaki isim
Mehmet Dülger’e 3 bin dolarlık kitap ısmarlamıştı da biz tanık olmuştuk.  (Gerçi Amazon sayesinde bir tıkla kitap en geç bir iki hafta içinde elinde ama... Uzayıp giden kitap raflarının arasında dolaşmanın keyfini hiç verir mi bu?) 

Maşaallah, şimdiki siyasetçilerin kitap mitap okumaya hiç ihtiyacı yok, alimallah hepsi birer şeyh ül muharririn! (yazarların şahı...) Neyse, uzun süredir yeniden basılmasını beklediğim kitap nihayet yayınlanmıştı onu da aldım (Sofia Tolstoy’un günlükleri.)

Sonra New York Metropolitanda aslında saatler harcamak varken rüya gibi ama kısa bir tur yapıldı. “Şu güzelim lahitlerin  bizim müzelerimizde olması gerekirken burada ne işi var?” Diye bir kez daha hayıflandık.


Broadway için New York’a gitmeden haftalar önce onlarca seçenek arasından seçim yapılmıştı, West Side Story... Ama muhteşem müzikali beyaz perdede görmekle sahnede görmek neden “dağlar kadar farklıydı?” Neden bir sürü şey sanki eksikti? Örneğin Maria’yı  Natalie Wood’un oynamayışı bu kadar mı düş kırıklığına uğratırdı insanı? Yoksa perde açılmadan önce yapılan o tatsız anons mu bize turist olduğumuzu ve oyunun bal gibi turistler için sahneye konulduğunu hatırlatıp gözümüzden düşürmüştü.... (Sayın izleyiciler, şimdi dikkatle dinleyin, oyun sırasında sakın fotoğraf ve video çekimi yapmayın, asla flaş kullanmayın, bu durum sahnede oyuncuları çok zor durumda bırakabilir vs. vs.) 



Herşeye rağmen Broadway olağanüstü pırıltılı etkisiyle hala Broadwaydi... Beyaz Limuzinler, siyah limuzinler birbiri ardına müşterilerini tiyatroların kapısına bırakıp alıyordu. Salonlar, fuayeler, sokaklar, kaldırımlar, Broadway’de her yer, mide bulandıracak kadar bıktıran, buram buram parfüm kokuyor, şık hanımların dekoltesindeki pırlantaların ışıltısı da aynı usandıran etkiyi yaratıyordu.
İşin komik yanı, sokak sandviççileriin yine en iyi işi yapıyor olmasıydı.

Eee, gece nasıl bağlanacaktı?

Bütün ünlü jazz şarkıcıları ve çalgıcılarının yolunun mutlaka bir kez geçtiği Cotton Club’a gidilmez miydi örneğin? Ya da dondurma yemek için Time Square’a?

Ya da Manhattan’ın tepesinde helikopterle bir gece turu atılsa nasıl olurdu?
Cotton Club’da yer yoktu, rezervasyon için geç kalınmıştı, Time Square'e de her gece gidilmezdi ki canım. Helikopter turu ise ilginç olabilirdi ama daha ilk gün “gündüz turu” yapılmış ve bol bol fotoğraf çekilmişti, gece de bari “uykusuz gezginlere kalsın”dı...

New-York’taki son saatler yine “siren sesleri eşliğinde” uyur uyanık otelde geçirilse daha iyi olacaktı. Buna karar verildi. Üstelik gece bitmeden bavullar toplanacak ve sabahın köründe Washington DC’ye kalkacak Amtrak’a (**) yetişilecekti.
Siren seslerini duymamak için uyumadan önce Ipod’dan en uygun parça seçildi:
New York New York (Frank Sinatra)
Frank Sinatra - New York New York | Müzik Dinle
http://www.dilay.net/frank-sinatra/new-y...">

(**)Amtrak-Amerikan Trenyolları Şirketi-New York-Washington arasında her saat başı kalkan konforlu bir katar.

Yorumlar

  1. Nursun'cuğum o akıcı uslubunla öyle bir anlatmışsın ki,kendimi senin yanında dolaşır buldum. Tebrikler.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

KONGRE TUFANI (1) Nazmi Bilgin: “32 yıl yetmedi”

Gazeteciler Cemiyetinde bir kongre geride bırakıldı, “ 32 yıl yetmedi, devam” diyen Başkan Nazmi Bilgi n yeniden seçildi.  Ancak başta OY’unu Beyaz Sayfa Kadro Hareketi için kullanan 295 değerli meslektaşımız olmak üzere aslında Cemiyetin yeni yönetim kuruluna ve  tüm üyelerine  olan sorumluluğumuz gereği, söylenecek çok şey var.  Bugünden itibaren bunları bir bir paylaşacağım:  1-32 (OTUZ İKİ) yıllık Başkan Nazmi Bilgin, benim bulunduğum her toplantıda “ Bu benim son dönemim, bir daha aday olmayacağım ” diyordu, Vakıf Senedi’nin mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine haykırarak, “ Ben bu Vakıf Kuruluncaya kadar başkanlığa aday olacağım ” demedi mi?  Gazeteciler Cemiyetinin her türlü menkul ve gayrimenkul varlığının, üyelikleri ölünceye kadar sürecek 16 kişilik mütevelli heyete geçmesinden muradı neydi acaba da başkanlık koltuğunu terk etmemekte bu kadar ısrarcı oldu? Bu durumu sizlerin yorumuna bırakıyorum.  2- Yüzlerce üyesi olan bir Gazet...

Basın Meslek Örgütü Sansür Uygular mı?

Basın meslek örgütü sansür uygular mı? Gazetecilik camiasında son günlerde bir tartışma sürüyor, ortadaki soru şu: -Sansürle mücadele etmek için kurulmuş bir basın meslek örgütü, kendi üyelerinin paylaşımına sansür uygular mı? Sözü hiç dolandırmadan, geçen hafta yaşanan bu olayı direkt anlatalım: Gazeteciler Cemiyetinden bir grup üye, 33 yıldır başkanlık görevini sürdüren yönetime eleştirilerini bir yazılı bildiriyle ortaya koydu:   -E, sonra? Sonra kıyamet koptu… Gazeteciler Cemiyeti adına “ görevlendirilen” bazı isimler, pek çok web sitesinde yer alan bu bildirideki iddiaları yanıtlamak yerine, tek tek web sitelerinin yöneticilerini arayarak sansür ettirme çabasına giriştiler. Bazılarında başarılı oldular, bazıları ise bu “ basın özgürlüğüne ihanet ” sayılan girişimi reddetti.  -Nasıl yapabilmişler bunu? -Kimilerine bazı vaadlerde bulunmuşlar, kimilerine - tüzüğün falanca maddesini işletir, sizi üyelikten atarız - demişler. -Ne vaadiymiş o? -O bildiriyi ...

KONGRE TUFANI (2) Alo 198’e sormuş!

  Gazeteciler Cemiyetinde yaklaşan kongre için, adaylığım üzerinde ısrarlar yoğunlaşınca epey düşündüm: -Kırk yıl emek verdiğim gazetecilik mesleği bana artık bir örgüt sorumluluğu yüklemiyor muydu?  -Gazeteciler Cemiyetinde yürüttüğüm çalışma sırasında gözlemlediğim ciddi yanlışlar için çaba göstermek gerekmez miydi? -Biz başımızdakileri, “ koltuğa yirmi üç yıldır yapıştınız, denetimden kaçtınız, adaletsiz davrandınız ” diye eleştirirken, “ tam otuz iki yıldır başımızda durmakta ısrar eden, denetime, adalete, eşitliğe kapalı yol yürüyen ” yöneticilere ne diyecektik? Uzun uzun düşündükten sonra kararımı verdim ve adaylığımı açıkladım. İstifa ettiğim gün başkan beni telefonla arayıp, dedi ki: - Nursun ben zaten senin ayrılacağını tahmin ediyordum. Belki de adaylık düşünüyorsun, e tabii, demokratik hakkındır. Bu sözler kulağımda çınlarken, elimde “ Cemiyetin aday listesini talep eden dilekçemle ” yola çıktım, Üsküp Caddesi 35 numaradaki cemiyetin bahçesinden içeri ...