Bir kaç gündür elimde Yaşar Seyman ’ın kitabı, bardağımda demli çayım, kulağımda kah Aşık Veysel’den, kah Mercedes Sosa’dan nağmeler, keyifli bir yolculuğa çıktım. Kimini gördüğüm, kimini görmediğim kentleri, ülkeleri enine boyuna geziyorum, aşıkların, şairlerin, yazarların diliyle uzakları yakın edip, oraların ahalisiyle söyleşip kucaklaşıyor, sokaklarında caddelerinde dolaşıyorum. Hani yaşamını “odasından çıkmadan geçiren” Amerikalı ozan Emily Dickinson diyordu ya: -Hiçbir gemi bizi bir kitap kadar uzaklara götüremez… Yaşar Seyman, “Kentlerin Kalbi” kitabıyla beni öyle bir gezdiriyor ki, adeta bulutların üstündeyim, her sayfada bir başka ufuk açılıyor önümde. Kendimi “doğma büyüme Ankaralı” bilirdim, meğer nasıl da eksik bilirmişim! Orhan Veli ’nin Altındağ ’ını okuyunca anladım: “ Biri bir koca görür rüyasında yüz lira maaşlı kibar bir adam evlenir, şehre taşınırlar mektuplar gelir adreslerine şen yuva apartmanı, bodrum katı kutu gibi bir dairede otururlar ...
Mürekkep kokan sayfalarda şimdilerde bize yer yokmuş, eh, ne yapalım? Açılsın bari hayali sayfalar... Oysa onlara yazmak tıpkı suya yazmak gibidir. Kayboluverir gider.