Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kentlerin Kalbi’nde sayfa sayfa gezelim

Bir kaç gündür elimde Yaşar Seyman ’ın kitabı, bardağımda demli çayım, kulağımda kah Aşık Veysel’den, kah Mercedes Sosa’dan nağmeler, keyifli bir yolculuğa çıktım. Kimini gördüğüm, kimini görmediğim kentleri, ülkeleri enine boyuna geziyorum, aşıkların, şairlerin, yazarların diliyle uzakları yakın edip, oraların ahalisiyle söyleşip kucaklaşıyor, sokaklarında caddelerinde dolaşıyorum. Hani yaşamını “odasından çıkmadan geçiren” Amerikalı ozan Emily Dickinson diyordu ya: -Hiçbir gemi bizi bir kitap kadar uzaklara götüremez… Yaşar Seyman, “Kentlerin Kalbi” kitabıyla beni öyle bir gezdiriyor ki, adeta bulutların üstündeyim, her sayfada bir başka ufuk açılıyor önümde.  Kendimi “doğma büyüme Ankaralı” bilirdim, meğer nasıl da eksik bilirmişim! Orhan Veli ’nin Altındağ ’ını okuyunca anladım: “ Biri bir koca görür rüyasında yüz lira maaşlı kibar bir adam evlenir, şehre taşınırlar mektuplar gelir adreslerine şen yuva apartmanı, bodrum katı kutu gibi bir dairede otururlar ...

İnsan hakları savunucusu bir doktor; Veli Lök ile sohbet

Geçenlerde İzmir’deydim, Asansör’ü hep duyar, merak ederdim, bir sabah erken yürüyüşe çıktım. İzmir Kız Lisesinin önünden geçerken Ankara’daki lise yıllarım aklıma geldi, her şeye gülerdik, müdire hanımın sert söylemlerine bile! Yine gülerek yürüdüm, Dario Moreno’nun evinin önünden şarkısını mırıldanarak geçtim, deniz görünmese de martı çığlıklarını duyuyordum, sonunda “ yüzyıllık ” A sansör’e (*) ulaşıp yukarıya çıktım. .  Kapılar açıldığında karşımda bulduğum manzara çarptı beni Hafif hafif serpiştiren yağmurda, aşağıdaki apartmanlar dizisinin ardında uzanan maviliği dakikalarca nefesimi tutarak izledim.  Günün erken saatleriydi, “bir kahve olsa”  dedim,  arkadaki manzaralı restorana girdim, boştu, “ cam kenarı buldum” diye sevindim, hemen oturdum: Garson benim kahvemi getirirken,  bir beyefendi içeri girdi, uçtaki masayı seçti, yavaş hareketlerle şapkasını, paltosunu çıkardı, atkısını katlayıp bir kenara koydu, gri takım elbisesi, bordo yeleği ve hafta...

Halide Edib yüreklerden silinebilir mi?

Halide Edib, sırf birileri   “güdümcü-mandacı” yaftası yapıştırdı diye tarih sayfalarında karalanıp, yüreklerden silinebilir   mi? Bizim aydına, yazara, şaire (hele de kadın ise!) bakışımızın nasıl karanlık olduğunu, bu konulardaki sicilimizin ne kadar kabarık olduğunu bilmeyen mi var?  En parlak kalemleri öldürmüş, sürgün etmiş, sansürlemişiz, bunların hiçbirini yapamadıysak  “itibarsızlaştırma” çabasına girişmişiz..   Söz ettiğim kadın, Kurtuluş Savaşında Mustafa Kemal’in yanında yer alan “ Halide Onbaşı,”  sayısız roman, öykü, tiyatro eseri vermiş, el yazısıyla tuttuğu hatıratı, mektupları pek çok ülkede koruma altında saklanan bir yazar, İstanbul halkına pek çok toplantıda, Sultanahmet mitinginde toplanan binlerce kişiye, “ işgale karşı çıkalım ”  çağrısı yapan ateşli bir konuşmacı, kadın haklarını, seçme seçilme hakkını ısrarla savunan bir feminist… Anadolu Ajansının isim annesi, Atatürk’ün dış dünyaya açılmasında ( yabancı gazetecilerle röpor...