James Joyce ’un Ulysses ’i yeniden elimde… Bu kez Füsun Arda Özşahin ’in yazısından (*) heveslenip, sürekli ikmale kaldığım! sekiz yüz küsur sayfalık “ imtihan ”a giriyorum. -Neden? Derseniz; Yazarın kendisi Ulysses için bir keresinde bıyık altından hınzır hınzır gülümseyerek “y üz yıl boyunca eleştirmenlerin ve akademisyenlerin başına bela kesilmek ”ten söz ettiyse endişelenmekte haksız mıyım? Ulysses aç-kapa, aç-kapa yaparak çooook uzunca bir süredir aynı rafa yerleştirdiğim kitaplığımdaydı ve şimdi kimbilir kaçıncı kez elimde… Neye üzülüyorum biliyor musunuz? Bir tarihte (hem de Haziran’da!) Dublin ’e gittiğimde Kule ’yi ( **) ve “ Forty Foot ” plajını Joyce’un gözünden seyretme hayaliyle, oralarda saatlerce çakılıp kalmış, gözüme takılan her şeyi belleğime kazımıştım. O zaman da sınıfta kalmıştım Ulysses imtihanından… Joyce Usta’yı “ Dublinliler ” öykülerinden tanımış, sevmiştim ama tanışıklığımız o kadar...
“Hikayeniz; hikaye değil de bataklıksa eğer, hikayeniz; kimsenin bilmediği bir sırrı taşıyorsa ve canınızı yakıyorsa eğer, onu toprağa gömer, unutmaya, unutturmaya çalışırsınız. Unuttuğunuzu sanırsınız ama unutamazsınız.” Bu cümleler, değerli dostum-meslektaşım Emine Çal ’ın kitabından… Kolhis başlıklı kitabını keyifle okudum, ustalıkla kaleme alınmış, akıp giden 213 sayfa bir solukta tükendi. Kolhis, iki genç adamın karşılaşmalarını, dostluklarını, Giresun’da geçen zorlu iş yaşamlarını, aile ilişkilerini, aşklarını ve sakladıkları iki büyük sırrı anlatıyor. Metin , Emir ’le bir gece buluştukları meyhanede dertleşirken, kızkardeşiyle birlikte yetim ve öksüz kaldıkları “ karanlık ” geceyi anlatıyor. Metin’in yaşadıkları, aslında “ kadın cinayetleri ” klişesiyle artık toplumda neredeyse “ kanıksanan” ama aslında mağdurlar açısından son derece yakıcı olayların bir örneği. -O korkunç olayın sonrasında geride kalanlar neler yaşıyor? -...