Barış Kaşıkçı meslekte tanıdığım “en parlak” gazeteciydi… Dün gece ölüm haberi ulaştı, o dakikadan bu yana sayısız “enstantane” geçit yapıyor belleğimde:Anadolu Ajansının İç Haberler Servisinde mesleğe başlamışım, büyükçe bir salonda çalışılıyor, masaların üstünde kimi büyük dev gibi, kimi portatif, kimileri F klavyeli, kimi Q’lu, onlarca daktilo var. Hayranlıkla izlediğim kimi gazeteciler bant çözüyor, biri telefonla yazdırılan haberi tape ediyor, işi olmayanlar özel cihazdan akan rulodan AA mahreçli haberleri okuyor, ya da gazeteleri gözden geçiriyor..
İbrahim Çıngay (ÇIN) (*) içeri giriyor:
-Arkadaşlar kulak verin… IMF heyeti geliyor akşam kadrosunu güçlendireceğim, havaalanına özel ekip gidecek…
Diyor, daktilolar susuyor… Çıngay gözlerini salonda dolaştırıyor, bende karar kılıyor, foto muhabiri Kadir Şengün’le birlikte Esenboğa’ya gitmek için hazırlanıyoruz. El telsizini, kocaman teybimizi unutmamalıyız.
Biz çıkmaya hazırız, Barış Kaşıkçı, Çıngay’ı yanıtlıyor:
-IMF gelecek tabii. Baksana Süleyman Demirel 77’deki lafını tekrarladı, -70 cente muhtacız- dedi. Şimdi eğer IMF Türkiye ile stand-by imzalamayı kabul ederse, haydi bakalım yine kemer sıkma politikası başlatırlar…
——Arabadan inen başbakan——
Herkesin gazeteciliğine hayranlık duyduğu Barış Kaşıkçı hakkında söylenenleri hep dinliyorum, o sırada mesleğe küser gibi olduğunu… Bir gün Cinnah Caddesinden aşağı yürüyerek iniyor, aniden kaldırımın kenarında bir makam arabası duruyor, içinden Bülent Ecevit iniyor, Barış’a yaklaşıyor:
-Barış Bey saygılar, nasılsınız?
Barış koskoca Başbakanın nezaketine, arabadan inip kendisine saygı sunmasına şaşırıyor, Yeni Ortam Gazetesinden yeni ayrılmış, yine bir işsizlik sürecinde…Oysa Başbakan olsa da gazeteci olarak Ecevit, Kaşıkçı’nın parlak gazeteciliğini çok iyi bilen bir isim, onun isteğiyle Barış AA’da göreve başlıyor. (Bu olayı bir gün kendisi anlatıyor)
Biz de tam da o günlerde, Bülent Ecevit hükümetinin düşmesi, Süleyman Demirel’in Başbakan oluşu ile AA’ya Ümit Zileli ile aynı gün başlıyoruz…
Barış kendisi mesleğe küskün olsa da biz gençlere tam destek veriyor. Arada espriyi de eksik etmiyor:
-Aman siz okullular yok musunuz? Haberi kolay kolay yazamazsınız, önce 5 N 1 K’yı kafanızda evirip çevirmeniz gerekir…
Bir keresinde beni Ankara’nın ilk gökdelenindeki Set Kafeterya’ya davet ediyor, “gel bak seni kimle tanıştıracağım” diyor. Asansörle üçüncü kata çıkıyoruz, aaa Attila İlhan var masada… Oturuyoruz, sohbet ediliyor. Ben susuyorum, sormaya utanıyorum, keşke sorabilsem İlhan’a, bütün okul defterlerimi süsleyen o Revolution şiirini kime yazmış diye…
——Haber atlamayan, manşet deviren gazeteci——
O yıllarda anarşi-terör sokaklarda kol geziyor, her gün sokak çatışmalarında gençler öldürülüyor. Demirel hükümeti olağanüstü gerilen siyasi ortama faza dayanamıyor, muhtıra yiyor askerlerden. Parlamento kilitlenmiş, TBMM tur üstüne tur yapıyor, Cumhurbaşkanını bir türlü seçemiyor, Ümit Zileli ile birlikte gece nöbetçisiyiz, telefonlar susmuyor:
-Alo, buyurun, Anadolu Ajansı İç Haberler?
-Kızım ben İhsan Sabri Çağlayangil, bugün parlamentodaki seçimin sonucu ne oldu?
TBMM’den sonuç yok… Arada Bülent Ersoy’a, Emel Sayın’a oy çıktığı bile oluyor.
Ve sonunda demokrasi darbeyi yiyor…
Kenan Evren başkanlığındaki Milli Güvenlik Kurulu hükümete el koyuyor. Başbakanlık görevi Bülend Ulusu’da…
Bizim salondaki daktilolar artık eskisi gibi tıkır tıkır çalışmıyor, çünkü haber akışı yok gibi, varsa yoksa MGK’dan gelen bildiriler… Sadece onlar haber yapılıyor…
Eylül ayı sürprizlerle dolu, Bülend Ulusu’nun Devlet İstatistik Enstitüsünde bir toplantıya katılacağı haberi geliyor, Barış göreve çıkmaya hazırlanıyor.
—-AA flaş geçiyor—-
Günlerden 22 Eylül 1980, Ajansta sakin bir gün yaşanıyor. Darbenin üzerinden 10 gün geçmiş… Birden istihbarat şefi Atilla Girgin (A.G.) ile Ceyhan Altınyelek’in (CAY) odasından zil sesleri geliyor:
-Çın Çın Çın Çın çınnnnnnnnn
Rahmi Özyazgan (Ro-Ro) koşarak dalıyor içeri, cihazın başına geçiyor:
-Arkadaşlar, savaş çıktı… İran Irak savaşı…
Herkes susuyor… İstihbarat defterini alıp bakıyor Barış Kaşıkçı, bana sesleniyor:
-Teybini al gel…
DİE Binasına gidiyoruz, Barış merdiven basamaklarını üçer beşer atlayarak içeri giriyor, Hürriyet Gazetesinin parlamento muhabiri Ali Utku’nun Bülend Ulusu ile konuştuğunu duymuş… Hemen gidip ikili konuşmanın tarafı oluyor.
Ulusu İran -Irak Savaşı ile ilgili açıklama yapıyor, Barış, Uusu’nun söylediklerini derleyip, haberi telefonla merkeze yazdırıyor. Toplantı bitiminde Ajansa dönüyoruz, Barış’ın yazdırdığı haber yine flaş olmuş, üstelik jest yapıp benim parafımı da (NRS) habere eklemiş… Fakat biraz sonra MGK’dan açıklama yapılıyor, AA’nın haberi iptal ediliyor, gerekçe:
-Ulusu’dan izinsiz demeç yazılması…
Ertesi gün öğreniyoruz, bizdeki haber iptal edilince, Hürriyet de taşra baskısında sekiz sütuna manşet yaptığı haberi kaldırmak zorunda kalıyor…
—-İki büyükannenin karşılaşması—-
Ben ve Barış bir kaç ay ara ile evleniyoruz O Yıldız Telatar ile ben Feyzan Erel ile… İkimizin oğulları birbirine yakın semtlerde büyüyor, aynı çocuk parklarında salıncakta sallanıp, kaydırak kayıyorlar. Ali ile Barış Can… Bir gün iki çocuk tahtıravalliye biniyor, büyükanneleri aynı banka oturmuş sohbette:
-Sizinkiler de mi çalışıyor?
-Evet çalışıyorlar
-Ne iş yapıyorlar?
-Ali’nin annesi gazeteci, Nursun Erel sizinki?
-A, bizimkinin de babası gazeteci, Barış Kaşıkçı…
O dostluk büyükannelerden sonra da kesintisiz devam ediyor… İki çocuk büyüyünce Tevfik Fikret Lisesinde de aynı sınıfa düşüyor, yıllar geçiyor aradan, Barış Can ABD’de şimdi, Michigan Üniversitesinde profesör, Ali İstanbul’da, iş dünyasında…
Artık Barış Kaşıkçı yok… Kocaman bir boşluk bırakıp gitti… Bütün ajanslar flaş geçmeliydi bu acı haberi, çın çın çınlamalıydı her yer…
(*) AA’da haberlerin altında muhabir ve editörün parafı yer alırdı
(**) Révolution
Sarmaşıklı bir ev güneşli tertemiz camları..
Yine Chopin'den Révolution'u çalar komşumuz.
Sen işinden, ben işimden dönünce akşamları
Soframız hazır, taze ekmek, limon çiçekleri,
Billur bardakta şeker gibi tatlı suyumuz.
Sonra ben sana Nazım'dan şiirler okurken
Üşüşür penceremize gece kelebekleri.
Artık dalar gönlümüzce büyük şeyler düşünürüz.
Neler düşünürüz sevgilim neler düşünürüz..
Her sıçrayış bir birikişe bakar
Her birikiş bir sıçrayışı hazırlar.
Baştan başa tarih birikip sıçramalarla doludur.
Yine Chopin'den Révolution'u çalar komşumuz.
Saat kulesi gecenin on birini vurur.
Varıp deliksiz uyuruz uyuruz...
Sabahleyin bıraktığımız yerden hayata başlamak için...