Henry James ’in, “Bir Kadının Portresi” (*) romanı uzunca bir süredir elimde, araya başka kitaplar girse de, “yüzelli yıl” önce kaleme alınan kitabı adeta içinde yaşarcasına okuyarak, notlar alıyor, o yıllardaki yaşam ve genel kabuller üzerinde düşünüyorum. Kitap, ele alındığında hissedilen fiziksel ağırlığı ve altıyüz küsur sayfalık kapsamı ile ilk bakışta insanı ürkütse de, aslında keyifle okunuyor. Sayfaları çevirdikçe, o yıllardaki Avrupa’nın, Paris, Roma, Floransa, Londra’sı, hatta İsviçre’sinin güzelliklerine tanık oluyor, oralarda onca yıl önce yaşam sürdüren seçkinlerin yaşama bakış açısını, meraklarını, alışkanlıklarını gözlemliyorsunuz. Henry James yıllar içinde derinliğine incelediği müzeleri, ressamları, heykeltraşlarıyla bizimle paylaşmaktan da geri durmuyor. Varlıklı bir aileden gelen Henry James, babasının yönlendirmesi ile gençliğinde Avrupa’yı baştan başa gezmiş, ABD’ye dönüşte Harvard’a kaydolmuş ama bir yıl sonra bırakmış, aklı fikri sade...
Acı haberi meslektaşım Yusuf Yalkın verdi, (Kadir Şengün ölmüş, üstelik öldüğü günler sonra farkedilmiş!) donup kaldım. Oysa Sıhhiye ’de birbirine yakın sokaklarda oturmuştuk, ağabeyim Mehmet Alev ’in Atatürk Lisesi nden arkadaşıydı, yıllarca pek çok gazetede birlikte çalışmıştık ama ben ailesinden hiçkimseyi tanımıyordum, tek bildiğim ayrıldığı eşinden olan kızı ve oğlunun Belçika’da yaşadıkları ve babalarına “ bizi öyle sık sık arama, biz iyiyiz ” deyip, irtibatı kestikleriydi. . -E, peki, evinde günler önce yaşama veda eden, kimselerin artık yokluğundan haberdar olmadığı ( hoş, varlığını da bilmezdi pek çokları ) Kadir’in ölümü ailesine nasıl haber verilecekti? Neyse ki “kaçınılmaz son” karşısında hemen harekete geçiliyor, yapılacaklar yapıldı, meslektaşımız bu sabah erken bir saatte, pek az kişinin katıldığı törenle toprağa verildi. Kadir artık yok! Oğlum Ali’nin düğünündeyiz Oysa yıllar içinde acı-tatlı neler neler yaşadık, ne sırla...