Bu Blogda Ara

Pazartesi, Aralık 12, 2022

Hastalara şans lazım!

 



 

Ankarada çevremiz çok sayıda hastane, klinik, sağlık merkezi ile çevrili, o yüzden kendimizi şanslı addediyoruz. Son günlerde çeşitli nedenlerle epey telaşlı bir hastaneler deneyimi” yaşadık, başımıza gelenleri sizinle paylaşmak istiyorum.

 

Bir yakınım yalnız yaşadığı evinde düştü, ne yazık ki gece boyunca yattığı yerden kalkamadı ve durumu sabah öğrenildi. Aynı saatlerde biz de Ankaraya gelmek üzere havaalanındayız, tabii hemen telefonlar yağmaya başladı:

 

-Nursun, ne yapsak acaba? Şimdi ambulans çağırıyoruz, nereye götürsek?

 

Ben durumun aciliyetini dikkate alarak,yakınlardaki büyük-tanınmış bir özel hastaneyi önerdim. Gittiler, uçağa binmeden önce biz tabii çok endişeli bir durumdayız, birazdan hastaneden ortopedi uzmanı aradı:

 

-Hastada kalça kırığı tespit ettik,  mutlaka ameliyat edilmesi gerekiyor

-Öyle diyorsanıöyle yapılsın doktor bey, biz zaten birazdan Ankaraya dönüyoruz.

 

1.5 saat sonra Ankaraya döndük, uçakta kapattığımız telefonlarımızı açar açmaz karşımıza çıkan mesaj şu:

 

-Sonra bir çekim daha yapıldı ve doktor bize dedi ki, -bu yeni çekimde kırığıönemli olmadığı kanaatine vardık, 3 hafta kadar yatarak dinlenirse iyileşecektir, hastanızı taburcu ediyoruz- 

 

Bu kez sevinsek mi yoksa kuşku mu duysak bilemedik, çünkü doktor ilk teşhisinde mutlaka ameliyat olmalıdır derken,  sonra nasıl fikir değiştirip biraz yatsın geçer” diyebiliyor?

 

Neyse ki can dostlar” var, onlardan biri devreye girdi ve hastamızın kalça kırığı çekimlerini içeren CDleri bu kez bir devlet hastanesine götürdük. Ortopedi doktoru, görüntüleri inceledikten sonra:

 

-Maalesef hastanızdaki kalça kırığı ciddi, mutlaka ameliyat edilmesi ve üstelik bu ameliyatın 4-5 gün içinde yapılması gerekir. Aksi taktirde hayati tehlikesi sürer.

 

Demesin mi?

 

Neye uğradığımızı şaşırdık, tabii ki  ameliyata karar verildi ve ameliyatın ertesi günü  elleri dert görmesin” dediğimiz başarılı doktor hastamızı ayağa kaldırdı.. 

 

Bu durum karşısında bilmem siz ne düşünürsünüz?

 

Ben mi?

 

Söz konusu hasta sadece benim çok yakınım” olduğu için değil, ama bu türden olaylarla karşılaşabilecek insanlar adına konuyu araştırmakta kararlıyım, bu nedenle özel hastanede hastamıza ilk teşhisi koyup sonra değiştirerek taburcu eden doktora bu çelişkili durumun nedenlerini soran bir elektronik posta gönderdim. Şu ana kadar yanıt alamadığım için bu kez aynı soruları hastane yönetimine ileterek sordum.

 

Bakalım yanıt alabilecek miyiz?

 

Ancak bu olay bana şunu gösterdi ki,  hastaneye değil doktoruna” güveneceksin… Dolayısıyla yaşamın kaçınılmaz aşamalarından biri olan hastaneye düşme” halinde, herkese bol şans diliyorum.

 

-Yahu hastanız başarılı bir ameliyat geçirmiş işte, daha ne diye uğraşıyorsun?

 

Diye soracak olursanışöyle diyeyim:

 

-Ya doktorun ikinci söylemini dikkate alıp hastamızı eve götürseydik? Ölümüne ya da kötürüm kalmasına mı tanıklık edecektik? Ne büyüşans ki, devreye giren bir can dostumuz” sayesinde bu durumu çözebildik… O yüzden, herkese önce sağlık, sonra da hastalar ve yakınlarına bol şans diliyorum… 

Cumartesi, Aralık 10, 2022

Rümeysalar, Haticeler ve pek çokları… Cariyelik kaderiniz mi?

 









Biri bir imamla camide “imamın karısı” tarafından basıldı, diğeri “bebeklik çağında” kendi ana babası tarafından evlendirildi , cinsel istismara uğratıldı. Lise birincisi! kızımız “okul müdürleri” tarafından kandırılarak evli bir adama peşkeş çekildi. (*)


Utanmaz müftü kalktı, “Durun bakalım, belki de imam o kızı nikahlamıştır” diyerek evli imama arka çıktı.

Utanmaz ana-baba, “kızımız yalancı, psikolojisi bozuk” diyerek yargının elinden kurtuldu.

Utanmaz müdürler, evli adama peşkeş çektikleri kız öğrenci için, “kendi isteğiyle oldu” dediler, serbest geziyorlar.


Sizce bütün bunlar neden yaşanıyor?


-Ülkenin eğitim sistemi, aile düzeni ve sosyal yaşamı sözde “İslamı yayma” kisvesine büründürülmüş, karanlık tarikatlara, vakıflara teslim edildiği için olabilir mi? 

-Koskoca bir rektör utanmadan “eğitimsiz insan bize daha makbul” demedi mi?

-Elifi görse mertek sanan, okulun kapısından adım bile atmamış, şalvarının içindekini zaptedemeyen karanlık niyetli “sözde hocalar” heryerimizi sarmadı mı?

-Kadını koruyan İstanbul Sözleşmesi bir gecede kaldırılmadı mı?

-Size devletin tepesindekiler, “kadının kutsal görevi evde oturup çocuk yapmaktır” diye rol biçmedi mi?

-Toplumu aydınlatma çabasındaki aydınlar hain ilan edilip, ülke dışına sürülmedi mi? Faili meçhul cinayetlerde hep bu aydınlar hedef seçilmedi mi?


Peki, bu felaketi izleyen sizlerde acıma duygusu, vicdan, akıl, mantık yok mu? 


Siz bütün bu yaşananlardan şikayetçi değil misiniz sevgili dostlar? 


O halde anlamadığınız dilden size dayatılan hadisleri ayetleri dinleyip, dualarınızı ederken, -dileklerinizi kabul olsun olmasına da- arada bir elinize aydınlatıcı bir kitap alıp okumaz mısınız?


Tamam sizler belki okuyamadınız, çünkü okutmadılar! 


Peki kızlarınız da bu kaderi mi yaşasın? Birer doktor, hemşire, öğretmen, avukat olup, kendi ayakları üstünde durmak, ailenizi onurlandırmak hayalleri varken, çaresiz kalıp, karanlık niyetli adamların cariyesi mi olsunlar?


Size dayatılan yalanları bırakın bir kenara, okuyun… 


—-şeriat bataklığı—


İşte size dünyanın önde gelen Anayasa Hukukçuları arasında yer alan, ülkemize büyük hizmetler vermiş bir aydından, Prof. Dr. İlhan Arsel’den bir alıntı: 


“Atatürk'ün, mucize olarak şeriat bataklığından kurtarıp akılcılığa, müspet ahlaka, vicdan ve benlik duygusuna ve çağdaş uygarlığa ulaştırdığı Türk toplumu bugün, müptezel çıkarlar uğruna her şeyi din açısından ölçüye vuran şer temsilcilerinin pençesindedir. 

Şeriatçılar, görülmedik bir pespayelikle, sinsi ve hileli usullerle devlet yönetiminin kilit noktalarını ve bu arada laikliğin silahlı teminatı olan orduyu ele geçirme hevesindedirler. 

İnsanlarımız, tıpkı Cumhuriyet döneminden önce olduğu gibi, şeriatın insan beynini kemirici, aklı ve mantığı kemirici, düşünme gücünü yitirici, özgürlük duygusunu yok edici, yaratıcı zekâyı körletici, insan varlığını -kul- kertesine indirici, kadınları küçültücü ve daha doğrusu insan varlığını her türlü gelişmeden uzak kılıcı verileriyle eğitilmekte, aklen ve ruhen şekillendirilmektedirler. 

Bu felaketli gidişi önlemenin tek yolu, akılcılığın seslenişine kulak verip, laikliğe ve Atatürk devrimlerine sarılarak şeriatçının yalan kökenli sahte saltanatına ve aydınlığa başkaldıran başıboş saldırılarına karşı savaşım vermektir. Bu savaşımı verebilmek için, her şeyden önce İslam şeriatının içyüzünü, daha doğrusu özünü öğrenmemiz ve öğretmemiz, şeriat verilerini akıl süzgecinden geçirecek cesareti göstermemiz gerekir.


Şeriatçının azgınlıklarına ve kandırmalarına engel olmanın tek yolu budur.” (**)


—Türklerde kadına saygı—


Dostlar, bizi “millet değil, ümmet gibi görenlerin” sürüklemek istediği felaketi hala görmüyor musunuz? O halde “Türklerde kadına nasıl saygı gösterilirmiş?” Prof. Arsel’e yine kulak verelim mi?  


“İslama girinceye dek kadını özgür ve eşit haklara sahip bir varlık bilen ve devlet başkanı ya da yöneticisi kılacak kadar yücelten Türkler, şeriat bataklığına saplandıktan sonra onu giderek küçük görmeyi, erkeğin hizmetine terk etmeyi ve şehvet aracı haline getirmeyi gelenek edinmiştir. 

Orhun Kitabeleri'nin kanıtladığı uygarlığın yaratıcısı bir millet iken, şeriata kandıkça ve Muhammed örneğine sarıldıkça, bir yandan "akılcılığını” ve diğer yandan da kadını "değer" bilme meziyetlerini terk etmiş ve ilkelleşmiştir. Hiç kuşku edilemez ki bu sonuç, sosyal kanunların ortaya koyduğu doğal bir olaydır. Çünkü tarih şunu kanıtlamaktadır ki her toplum, kadına verdiği değere oranla gelişir ya da ilkelleşir.” (***)


—medeni yasa—


O utanmaz müftü, karısı tarafından camide basılan imam için, “Bakalım bir soralım belki de imam kızı nikahlamıştır” derken kadına saygı şurada dursun, Cumhuriyet yasaları yerine şeriat yasalarını benimsediğini itiraf etmiş olmadı mı? 


Türk kadınına Atatürk’ün armağanı olan “resmi nikah” hakkını ortadan kaldırmak Medeni Kanun varken, bu şeriatçı müftülere mi kaldı? Prof Dr. İlhan Arsel’e yine kulak verelim mi?


“Türkiye devleti 1926 yılında İsviçre Medeni Kanunu'nu almak suretiyle bu sistemi resmen ilga etmiş, böylece bin yıl boyunca Türk aile anlayışını gerileten, Türk kadınını haysiyet duygusundan eden ve Türk erkeğini de kadına saygı geleneğinden yoksun kılan bir zihniyete en büyük darbeyi indirmiştir. Çünkü Türklerin İslamı kabul etmeden önceki dönemlerde sahip oldukları aile anlayışı ve kadın saygısı ibret vericidir. O dönemlerde evlilik kurumu, karı ve kocanın karşılıklı saygı ve eşitlik duygusuna bağlı oldukları bir temele dayanmıştır. Kadın, kocası için olduğu kadar koca da karısı için en candan, en güvenilir bir danışman, bir sırdaştır. Fakat İslamiyeti kabul ettikten sonra Türkler, tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi, bu alanda da güzel ve asil geleneklerini yitirmişlerdir. Gaznevîler döneminden itibaren harem yaşamına gömülmüşlerdir. Bu nedenle kadın, kocası için fikri alınacak, görüşleri paylaşılacak bir can yoldaşı olmaktan çıkmış; her şeye boyun eğen, “efendisinin” hizmetlerini gören, şehvetini gideren ve bu işleri diğer eşlerle birlikte yerine getiren bir yaratık haline girmiştir. Kocaya gelince, o da kendisini, kadına hükmeden, tüm bencilliği ile karısını sömüren bir durumda bulmuş ve evlilik kuruluşunu, esas itibariyle cinsel ihtiyacını "çeşitli" kadınlarla karşılayabileceği bir araç saymıştır. Gerek Gaznevi devletini ve gerek daha sonra Selçuk ve Osmanlı İmparatorluklarını yıkan, ilkel bırakan ve despotik yönetime doğrultan nedenler arasında harem yaşamlarının rol oynadığını söylemek hiç de yanlış olmaz.” (***) 


-“Bu İlhan Arsel de kimmiş?” Diye soruyorsanız, “Türkiye’de şeriatçıların baskısıyla can güvenliğini yitirmiş, yurtdışında adeta sürgün gibi yaşamak zorunda kalmış saygı değer bir Anayasa Profesörüdür” tanımı yetmez, kim olduğuna bakmakla yetinmeyin, verdiği eserleri bir gözden geçirin derim.(****)


(*) https://www.sozcu.com.tr/2022/yazarlar/saygi-ozturk/camide-yasananlara-inanamayacaksiniz-ama-7516100/


https://t24.com.tr/haber/6-yasinda-evlendirilen-h-k-g-nin-ifadesi-cocuklarin-evlenmesi-normal-saniyordum-wattpad-den-tanistigim-bir-abla-devlet-seni-korur-dedi-kactim,1077991


https://www.habererk.com/okul-mudurlerinden-lise-ogrencisine-korkunc-tuzak


(**) İlhan Arsel, Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı

(***) İlhan Arsel, Şeriat ve Kadın

(****) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/%C4%B0lhan_Arsel




Perşembe, Aralık 01, 2022

Bodrum elden gitmiş!


Birkaç günlüğüne geldiğimiz Bodrum’dan üzüntüyle ayrılıyoruz, ne acı😪 


Devlet, Diyanet, nüfuzlu müteahhitler, Türk, Ukraynalı, Rus para babaları, hepsi elele vermiş, bir zamanların güzelim küçücük kasabasında betonsuz alan bırakmamaya ant içmişçesine yeşile saldırıyorlar…


Plajları, kumsalı, rüzgarıyla tanınan Kargı Koyu Diyanet Vakfının (kimbilir kaça malolan?SAYIŞAY denetimine kapalı!!!) muhasarasına uğramış durumda. Plajda “İslami Külliye” adı altında her türlü estetikten uzak devasa bir beton Çin Seddi uzanıyor.


Güzel Sanatlar Akademisinin çevresinden, aşağıdaki masmavi koya inen hektarlarca makilik arazi toplu konut alanı olarak nasıl oluyorsa (bir Varank’tan diğerine) peşkeş çekilmiş! 


Mandalina bahçeleri bir bir yok edilip, otel, restoran, siteye dönüştürülüyor.


Tekrar tekrar tamir görüp genişletilen asfalt yollar, AVM ler, bilmem kaçıncı imar affı sayesinde saldırgan biçimde binalara çıkılan ilave katlar… 


Gereken kalitede düzeyde kadro istihdam etmeyip, düzgün sağlık hizmeti veremese de her gün bir yenisi mantar gibi türeyen dev hastane binaları…



Bodrum’a daha Milas’tan girerken, gözünüze çarpan bir kaç bin yataklı dev zincir otellerle bu savaş en baştan yitirilmişti, şimdi sıra merkezde!


Bir ülkeyi yönetenlerle ahali el ele verip geleceğini böylesine mi baltalar?


Daha ne demeli ne anlatmalı bilmem…

Perşembe, Kasım 24, 2022

Örtmenlerim sizi çok seviyorum




Geçenlerde hoş bir hanımefendi ile tanıştım. Duruşu, gülümseyişi ve şık kıyafetini zarafetle taşıyışı çok şey anlatıyordu. Henüz isimlerimizi bilmiyorduk ama hemen sordu:


-İkizler burcu musunuz?

-Hayır 


Dedim, çünkü burçlara hiç inanmam, “zamanı kendi uydurduğumuz parçalara bölmek, hepsine ayrı ayrı isimler takmak, hatta burçlar filan diye anlamlar yüklemek, sonra da onun esiri olmak” fikrini saçma bulurum. Neyse işte, benim de içine yerleştirildiğim şablon, pardon! burç “koç”muş, söyledim ona. 


-A, üstünüzde incilerle dantelleri  görünce ikizlersiniz sandım, çünkü benim burcumdur


Dedi, sonra öğrendim, Ülkü Özer ile karşılıklı oturuyorduk, Deneme Lisesinin müzik öğretmeniydi. Emekli olmadan önce sayısız öğrenci yetiştirmiş, üstelik pek çok öğrencisi müzik alanında ün kazanmıştı.


Birden çevremizdeki herkes silindi, daldan dala süren, sonunda “dantel sevgisi”ne odaklanan ikili sohbetimizi koyulaştırdık. Krem rengi el örgüsü hırkasına  pırıl pırıl siyah düğmeler ve payetlerle yaptığı işleme Ülkü Hanımın kendi elinden çıkmış, çok beğendim, çokça  resim de gösterdi bana telefonundan. Siyah beyaz puantiyeli tayyörleri, başındaki şapkaları ve kırmızı rujlu gülümsemesiyle öyle şık ve zarifti ki. Resimlerden birindeki dantel yakanın öyküsünü anlattı sonra:


-Bu yakayı Saman Pazarındaki bir dükkanda gördüm, vuruldum, dükkanın sahibi satmamakta direndi, koleksiyon parçasıymış, bir hafta aşındırdım dükkanın kapısını, sonunda aldım da rahat bir uyku uyuyabildim.


Ben de dantel sevgimi anlattım Ülkü Öğretmene, çocukluğumda annemin gizli talimatıyla halalarımın elime tutuşturduğu tığlar, fındık kukaları ile boğuşa boğuşa el işlerini nasıl öğrendiğimi… Ama bütün bunlar “boş zamanlar” içindi. Annemin asıl öğüdünü anımsadım, beni hep, “kafanın dışını değil içini süsle” diye uyarmaz mıydı?


Düşünüyorum da, “Ülkü Öğretmen”in öğrencileri ne kadar şanslı olduklarının farkında mıydı acaba? Piyanoya oturup, tuşlara dokunduğu anda, o binbir ışık saçan melodilerin onları  karanlıklardan kurtarıp ne kadar aydınlattığını, ileriye götürdüğünü anlamışlar mıydı? 


Belki de günümüzde en büyük eksiğimiz bu. Son yıllarda okuluna giderken çantasında nota defteri, omzunda mandolin veya başka bir enstrüman taşıyan tek bir çocuğa rast geldiniz mi? 


Eh, “çocuklar Cuma namazlarına dersi bıraksın, camiye gelsin” diyen bir zihniyet tepe noktalarda ise ne beklenebilir ki?


Kadınlarla ilgili tartışmalarda bütün çekişme “kafadaki örtü”ye gelip takılmıyor mu? Yahu kim nasıl istiyorsa kafasını öyle taşısın, önemli olan “kafanın içindekiler” değil mi? 


Hani kadınların eğitimine, meslek edinip ekonomik bağımsızlığına kavuşmasına dönük girişimleriniz? 


Yurt çapında boş bulduğunuz her yere cami-mescit yapa yapa bir hal oldunuz, tarikat yurtlarını gizli gizli destekleyip durdunuz, peki çağdaşlığa giden yolda ne yaptınız? 


Nerede açtığınız yeni teknik okullar, enstitüler, meslek edindirme merkezleri, hele de kadına biraz “kendine ait bir zaman bırakacak”  kreşler, bakım evleri? Yok canım, sizin niyetiniz belli!


-Senin en önemli görevin doktora değil, çocuk yapmaktır 


Diyerek İstanbul Sözleşmesini bir gecede kaldırma sebebinizi de itiraf etmediniz mi?


Ne istiyorsunuz bu ülkenin kadınından? Onun ilerlemesi, aydınlanması, güzelleşmesi, ışık saçması, yaşamdan keyif alması, çocuklarını aydın bireyler olarak yetiştirmek istemesi size neden dokunuyor? 

Kendisine çiçek uzatan bir öğretmene sırtını dönen!, “Türkçe bitmiştir” sözüyle eğitimde karanlık sayfa açan bir bakan Atatürk Türkiye’sine yakışıyor mu?


İyi ki varsınız sevgili örtmenlerim, sizleri çok seviyorum, sizlerle her şey  çok güzel olacak, ellerinizden öpüyorum. 


Pazar, Ekim 23, 2022

Aferin budalası olmak…

 


Bazen düşünüyorum da, “yaşama dair çabalarımız yeterince karşılık buldu mu?” Sorum yanıtsız kalıyor. Sanırım en iyisi “iyimserliğe sığınmak…”


Sabit fikir denecek ölçüde tutkuyla bağlı olduğum meslekte geçirdiğim yıllar içinde asla pişmanlık duymadım, “ucu kime dokunursa dokunsun,” o haberlerin yapılması, yazıların yazılması gerekiyordu. Kırıldığım, gözyaşı döktüğüm, yalnız kaldığım ya da bırakıldığım zamanlar olsa da, o haberler uğruna verilen çaba için hissettiklerim hep “mutluluk ve tatmindi…” 


Şimdi söylesem sayfalara sığmaz, ooo öyle sert eleştirilerle, tehditlerle, hatta olmayacak iftiralarla karşılaştık ki.


Diyeceksiniz ki, “öldürülen meslektaşların bile olmadı mı?” Ne yazık ki evet… 


-Bu çağda bu ilkellik bu zulüm nasıl olabilir? Vicdanlarına (varsa tabii!) nasıl sığdırdılar o gencecik insanları yok etmeyi? O pırıl pırıl kalemleri susturmayı? 


Eh, işte herkesin bir kapasitesi var sonuçta… Siz bir eşeği saf kan atlarla yarıştırıp, mania atlasın diye ortaya sürebilir misiniz? Eşek bu sonuçta…


-Sözde aynı zaman diliminde yaşadığımız bu insanlar yoksa taş devrindenmi kopup geldi? Diye düşünüp siz de şaşırmıyor musunuz?



Sevgili annem Masume Alev zaman zaman yaşadıklarıma bakıp, gülümseyerek:


-Sen aferin budalasısın


Der, geçerdi.


O manşetler, yazılar, fotoğraflar, görüntüler çoktan gerilerde kaldı, bugün yazılanlar ve yazılacak olanlar da “suya yazılmışcasına” kaybolup gidecek. Biz asla iz bırakmayacağız, sadece yapabildiklerimizin huzuruyla çekilip gideceğiz yaşamdan.


-Bugün neden karamsarlığa kapıldın?


 

Diye soruyorsanız, hayır, karamsar değilim aslında, aferin filan da beklemiyorum ama “değer bilmez” kimi yaklaşımlar insana koyuyor. Neyse ki diyorum, beni “aferin budalası olmak”la eleştiren annem, çeşitli ikna çabalarıyla, halalarımı da aracı ederek bana el işlerini sevdirmiş… Onlar silnip gitmedi, tam karşımda duruyorlar. Şu dünyadan gelip geçerken gözyaşlarını, sevinçlerini ve belki herkesten gizli tuttukları aşklarını işleyen kadınların “isim yazmadan” bırakıp gittikleri iğne oyaları gibi… 


Cuma, Ekim 21, 2022

Kendime ait “yarım gün!”


Sabah yapılacak görüşmeler-toplantılar iptal oldu ama diğerleri çoktan  sıraya girmiş:

Bir de tamire verilecek ceket vardı, unutulan telefonla birlikte alır, pür telaş çıkarsın… Ankara’nın gözünü seveyim, terzisi, tuhafiyecisi, pazarcısı hep tanıdık, bildik ve dost…

-Aloooo, Selçuuuuk, ceket getirsem bugüne yetiştirebilir misin? Kolları iki santim kısaltılacak

-Abla getir, yetiştiririm



-Ama park etmek zor senin orada?

-Dert etme ben yol kenarında durup alırım ceketi senden

-Aslansın ya Selçuk

-Abla yalnız bugün Cuma! Öğlene kalma, Tunalı’da trafik işlemez, millet sokaklara taşıyor namaz için… (Tunalı Hilmi Caddesi Ankara’nın göbeğindedir, ticaretin de kalbi orada atar)

Neyse, öğlene kalmadan ceket teslim edilir, sıra şimdi unutulan telefonda, istikamet Emek Mahallesi, basarsın gaza…

-Aloooo… Canım ben geldim, aşağıdayım telefonu getirdim

-Yukarı gelsene,kahve içelim

Telefon verildi, görev tamam. 


 

Şimdi istikamet Farabi, pastane… Bereket yakınında park yeri var, şanslıyım, üstelik yazdan kalma pırıl pırıl güneşli bir gün… Açık havada bir çay söyler kitabın kapağını açarsın…Ohhh, sonunda günün kendime ait parçasındayım… Kurt Vonnegut’un unutulmaz “Mezbaha Beş”i yeniden elimde… Bir kaç ay önce Vonnegut yazım Cumhuriyet Kitap’ta kapak olmuştu, nasıl sevinmiştim… 

Telefon çalıyor, Ayşegül Paris’ten görüntülü arıyor, kamerayı sokağa çeviriyorum, belki özlemiştir Ankara’yı… Görsün biraz aşina olduğu sokakları.

O anda bir araba duruyor, içinden Vahit Erdem iniyor, aramızda camekan olmasa selam vereceğim ama yetişemiyorum, bir binaya giriyor.  Oysa ona ne çok şey sormak isterdim…




Birazdan Fatmagül Sevkuthan geliyor,   Karşılıklı oturup, çaylarımızı yudumlarken derin sohbetlere dalıyoruz, yıllar önce aynı gazetede çalışmış, neler neler yaşamışız… 


Ardından Cemiyete (Gazeteciler Cemiyeti) geçiyoruz, bahçede birlikte çalıştığımız meslektaşlarla sohbet, anı fotoğrafı filan derken ceket aklıma geliyor, Selçuk mesaj atmış “iş tamam” diye, Tunalı’dan alınması gerek, kalkıyor tekrar yola düşüyorum, neyse ki Tunalı’da trafik akıyor, namaz çoktan bitmiş, Selçuk (sağolsun) yolun karşısında bekliyor, ceket elinde… Alıp teşekkür ediyorum aaa, karşımda Ebru Cakmak;

-Haydi atla, yolda hoşbeş ederiz

Dereden tepeden konuşup gülüşüyoruz, iniyor arabadan, tuh, ne hoştu onunla sohbet…

Eve dönüş yolunda, kolej sapağındayım (TED İncek yerleşkesi);

-Aamannnnn, o ne trafik araç konvoyu bir kaç kilometre uzuyor… Okul dağılmış… Olsun, TC Yasemin Mıstıkoğlu nun podcastini açıp dinlerim… (*)

Eve mutlu dönüyorum, bir güne ne çok  şey sığdı, üstelik “günün yarısı”benimdi…


(*) https://open.spotify.com/show/2t7b2mYYOAtujmAfmtHBKD?si=RattgBevRTy414Z8-Fo7Lw

Ata’nın Kolibası

Geçenlerde yolum Söğütözü’ne düştü, pek çok bakanlığın, resmi kurumun, AKP ve CHP genel merkezinin hatta büyük alışveriş merkezlerinin bulun...