Cem Karaca’yı kim unutabilir, nasıl unutturabilirler Allahaşkına? O “nezle görmemiş” ama ne yazık ki sigara dumanıyla tütsülenmiş kendine özgü davudi sesiyle “İşçisin sen işçi kal” diye haykırışını, “Bu son olsun” sözüyle dünyaya sitemini ve belki de canına tak edip “artık yeter” diyerek bizlere veda etmek istediği “Çok Yorgunum” şarkısını hangimiz unutabiliriz?
Kimi zaman düşünüyorum da, Türkiye’de zaman zaman zorbaların eline geçen devlet gücü nasıl bu kadar acımasızca kullanılabildi, kendi aydınından, aydınlıktan korkan o zorbalar Türk aydınını ürkütmek, uzaklara sürmek, yok etmek için nasıl çabalayıp durdular? Karanlık güçlerin pençesine kimleri kimleri kurban vermedik bugüne kadar? Say say bitmez…
Cem Karaca, şarkılarında kendimizi bulduğumuz, önümüze yeni ufuklar seren, “bu böyle gitmez, gitmemeli” diye haykırarak fikrimizi aydınlatan bir dev değil miydi? Ne acı ki 12 Eylül’ün darbecileri onu da silip yok etmek istemediler mi?
Geçtiğimiz günlerde Gazeteciler Cemiyetinde son derece ilginç bir söyleşi izledim. TRT Ankara Radyosunun 30 yıllık programcısı Sibel Nart, “radyoculuğu, radyo tutkusunu” dile getirdi. Söyleşiyi genç, başarılı meslektaşım Yıldız Yazıcıoğlu yürütüyordu, sohbet döndü dolaştı 12 Eylül Sürecine geldi. Sibel Nart o yılları anlatırken, Cem Karaca’nın bir şarkısını programında kullanmak için TRT Diskoteğine (arşivine) indiğini ve Karaca’nın şarkılarına bir türlü ulaşamadığını, 12 Eylül yönetiminin “yasaklı kıldığı” sanatçının bütün şarkılarının arşivden meğer silinip yok edilmiş olduğunu fark etmemiş mi?
O an, acıyla, isyanla doldum inanın… Böyle bir acımasızlık nasıl yaşanabilirdi? Ama o yıllarda faşizmin dişlileri arasında ezilenler gerçekten de öyle çoktu ki… Türkiye’ye hizmet için yaşamını ortaya koymuş Demirel, Ecevit gibi politikacılar, o dev protesto mitinglerinin kahramanları, hapislerde çürütülen sendikacılar, 1402’lik ilan edilip üniversitelerinden koparılan hocalar, yazarlar, gazeteciler, neredeyse aydınların tamamı “kara listeler”de yer almıştı da, darbecilerin bir de cüret edip “müziğin, sanatın” üstünden silindir gibi geçmeye kalkışmaları nasıl bir hoyratlıktı?
-E, ne oldu şimdi peki?
-Nerede o “bir emirle demirleri kestiren” takım? “Yüzde bilmem kaç oyla kabul ettirdik” deyip böbürlendikleri Anayasayaları, yasaları, kararnameleri dürülüp bükülüp bir kenara sokuşturulmadı mı? Hepsi ahalinin yüzüne bakamayacak duruma gelip, itibarlarını sıfırlayıp, gıyaplarında yargılanıp cezalara mahkum edilip yok olup gitmediler mi?
TRT’nin başarılı ismi Sibel Nart’la (ne yazık ki o da erken emekliliğe zorlanmış aydınlardan!) yapılan bu söyleşiyi izlemenizi öneririm. Gazeteciler Cemiyetinin Demokrasi için Medya, Medya için Demokrasi programının linkini (*) tıklamanız yeter.
Zoom programı üzerinden sanal ortamda yayınlanan söyleşiyi ben “fiziki olarak aynı salonda” izleyebilen şanslılardandım, “aaah ah!” diye hayıflandım:
-Ne güzelmiş meğer pandemi kabusundan önce elimizle tuttuğumuz, gözümüzle gördüğümüz gerçek insanlarla karşı karşıya gelebildiğimiz buluşmalar?
Söyleşi sürerken ben de çok merak ettiğim bir konuyu sorabildim:
-84 yıllık radyo tarihimizin geçmişinde, Türk müziği yayınlarının yasaklanması, üstelik de bu yasağın Atatürk’ün sözde! emriyle uygulanması gibi bir kara leke var mıydı? Kendisi Türk müziğine hayran, hatta keyiflendiğinde şarkılara eşlik eden, hatta ve hatta Safiye Ayla, Müzeyyen Senar gibi dev sanatçıları Çankaya Köşküne her daim davet edip sofrasında onurlandıran Atatürk gerçekten böyle bir emir vermiş miydi? Bu laf başta Mehmet Barlas olmak üzere kimi yazarlar tarafından yıllardır sakız gibi çiğnenip durmuyor muydu?
Sibel Nart, böyle bir söylentinin ortalıkta yıllardır dolaştığını ancak kendi sorgulamalarında bu durumun gerçekliğine dair bir bilgi edinemediğini anlattı:
-Bunu o yılları yaşamış, anılarını paylaşmış büyüklerimizden de sorguladım. Sanırım Atatürk kaynaklı böyle bir talimat asla olmamış, onun -radyolarımızda kaliteli, üst düzey eserler yayınlansın- şeklindeki görüşünü yanlış yorumlayanlar olmuş. Hatta Atatürk radyolarda kendisinin de sevdiği Türk müziğinden eserlerin bir süredir yayınlanmadığından yakındığında bu durumu öğrenip tepki göstermiş ve yanlış düzeltilmiş…
Yazar Ferhan Şaylıman’ın “Güncelin Batağı” sözünü çok seviyorum. Gerçekten de “güncel” çoğu kez havanda su dövüp durduğumuz, kendimizi geliştirmek şöyle dursun, önümüze ardımıza bakmayı bile bizlere unutturan bir batak… Son 20 yıldır hep birlikte bu batağın içinde, Türkiye’nin tüm aydınları, iş bilenleri, düzgün dürüst insanları, politikacısı, sanatçısı, işçisi emekçisiyle debelenip duruyoruz. Bir anlamda sürekli ormanı konuşuyoruz, ağaçları gözden kaçırıyoruz, oysa çözümlenmesi gereken o kadar çok sorun var ki, tek tek ele alsak iyi olmaz mı?
Örneğin, TRT radyolarının arşivleri elden geçirilse, halen dev plaklarda (onları çalabilen pikapların iğnesi içeriden dışarı doğru dönüyormuş!) hapsolmuş durumdaki kayıtlar yenilenip bugünkü teknolojiye aktarılabilse şahane olmaz mı?
(*)https://twitter.com/Democracy4Media/status/1461321549621903367?t=t9burmTZX0wN3of_S2AFKA&s=08