Bu Blogda Ara

Çarşamba, Mart 22, 2023

Koncalar koparılmasın! (2) Kadını koruyalım…





Konca yaşamdan koparılalı çok oldu, derdimiz şimdi yeni yeni açan goncaların, güllerin vahşice yok edilmemesi, kızlarımızın kadınlarımızın gülen yüzleriyle, aydınlıklara doğru yaşam sürdürebilmesi. 


Peki her yıl yüzlerce-binlercesi baskı altında tutulan, eğitimine engel olunan, küçücük yaşlarda evlendirilip eve kapatılan, bunlar da yetmediyse şiddete uğratılan, vahşice katledilen kadınımızın hakkını  kim koruyacak?


Kadını “erkeğin eşiti” kabul eden, onurlandıran, yücelten “medeni yasaların” geçmişi Cumhuriyet’le yaşıt, gelgelelim günümüzde kadını aşağılamayı hatta yok etmeyi hedefleyen vahşi çığlıklara niçin giderek artan boyutta tanık oluyoruz?


-Nedir bunun sebebi? 


-Cahiliye dönemine geri mi dönüyoruz?


-Ne yazık ki evet… 


Konca’yı yaşamdan koparıp atanlar,” kendileri eğitim almadıkları gibi, kadınının eğitilmesine bile dayanamayıp karşı çıkıyorlar. Sözde! “kurallarına göre yaşamak istedikleri Kur’an-ı Kerim”i bile, uygulamada eğip bükerek kendi kurallarını dayatmaya çalışıyorlar. İstanbul Sözleşmesini (*) bir gecede yürürlükten kaldırdılar, o yetmemiş olacak ki şimdi de 6284 sayılı yasayı dillerine doladılar. Neymiş onların karşı çıktığı yasa? Hangi maddesi sinirlerine dokunuyormuş da kaldırtma çabasındalarmış dersiniz? (**)


Buyrun, yasanın (***) girişine bir göz atalım:


“Bu Kanunun amacı; şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.”


Amacı bu şekilde ifade edilen kanun metninin devamındaki maddelerinde yer alan iyileştirme ve koruma tedbirlerini okuduğunuzda kadın ve çocukların nasıl, ne şekilde şiddetten korunacağını detayları ile görüyorsunuz. 


-Peki kanun ülkede kadın ve çocuğa dönük şiddeti engelleyebilmiş mi?


-Yoo, ne gezer?


 İşte son şiddet ve istismar rakamları:


“1 Aralık 2022- 28 Şubat 2023 tarihleri arasında yaşanan vakaları incelediğimizde; ne yazık ki her geçen gün kadına yönelik şiddet artmakta ve bunun karşısında mevcut yasalar kadınları korumada yetersiz kalmaktadır. Derlenen tarihler arasında 79 kadın katledildi, 88 kadın ise şüpheli bir şekilde öldü. 175 kadın, şiddet ve yaralanmaya maruz kalırken 19 kadın tacize, 10 kadın tehdide, 7 kadın ise cinsel saldırıya maruz kaldı. Bunun yanı sıra 29 çocuk ise istismara maruz kaldı. Derlenen verilerle mağdurun kim tarafından şiddete maruz bırakıldığı ölçüldü. Cinayete maruz kalanların yüzde 35,4’ü “Eşi”, yüzde 12,7’si “Babası”nın kurbanı olmuş, yüzde 12,7’sinin faili bilinmemektedir. Ayrıca cinsel saldırıya maruz kalanların yüzde 14,3’ü “Baba”, %14,3’ü “Öğretmen”  mağduru olup 71,4 fail ise bilinmemektedir.” (****)

Görüyorsunuz değil mi kadını ve çocukları kimler şiddete, hatta dahası da var, istismara  maruz bırakmış? 

Ne yazık ki, “eş” ve “baba” ve ne yazık ki “öğretmen” bu tabloya göre şiddet uygulayıcısı, hele hele istismarcı değil mi? Henüz 6 yaşındayken evlendirilip, “tarikatçı babasının izniyle! Tarikatçı kocası tarafından” istismara uğratılan küçük kızımızı unuttuk mu? (*****)

Bütün bu şiddet ve istismar olayları, “kadın ve çocuğu koruyan” 6284 sayılı yasanın varlığı sırasında yaşanmıyor mu?

İşe şimdi kalkmış bir de diyorlar ki, “bu yasa kaldırılsın…” Siz bakmayın AKP’nin  “kadın” bakanlarına, “kadın” sözcülerine, Özlem Zengin’in filan “6284 kırmızı çizgimizdir” deyişlerine… 

Kadını korumayı hedefleyen en önemli yasal metinlerden biri olan İstanbul Sözleşmesi,  Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından “bir gecede yürürlükten kaldırıldığında” sesleri çıktı mı? O zaman “kırmızı çizgi” filan yok muydu? Yoksa o çizgileri, “ananı da al git” diyenler kaldırınca, “şeriatın kestiği parmak acımaz” mantığıyla kendilerini teselli mi etmişlerdi?

Öyle ya, Özlem Zengin, 6284 Sayılı yasayı savunmaya kalktığı sırada, “tehditler aldım, yalnız kaldım, keşke bu konuları İslami bir ortamda tartışabilseydik” diyerek asıl fikrinin ne olduğunu açıklamış olmadı mı? (******)









(*) https://www.cumhuriyet.com.tr/galeri/istanbul-sozlesmesine-yakindan-bakalim-fesih-sonrasi-ne-oldu-1913731#%23photo-2

(**)https://dogruhaber.com.tr/mobil/haber/866219-6284-kaldirilsin-diye-basvurdular/

(***) https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuatmetin/1.5.6284.pdf

(****) https://sahamerkezi.org/1-aralik-2022-28-subat-2023-tarihleri-arasinda-basina-yansiyan-kadina-siddet-vakalari-incelemesi/

(*****) https://www.odatv4.com/guncel/tarikat-liderinin-kizi-karanligi-anlatti-6-yasinda-imam-nikahi-ve-tecavuz-uzeri-nasil-ortuldu-260905

(******) https://m.t24.com.tr/haber/akp-li-ozlem-zengin-den-6284-aciklamasi-tartisilamaz-demedim-keske-daha-islami-bir-ortamda-tartisabilsek,1098909

Cumartesi, Mart 18, 2023

Koparılan bir Konca… Konca Kuriş’i anmak… (1)


Siyasi ortamın toz dumanı arasında, üstelik de haftalardır deprem-sel felaketine odaklanmışken insanın bir an bile dönüp geriye bakma fırsatı olmuyor. Siyaset sahnesinde Hüda-Par, Hizbullah ve AKP bir arada konuşulurken Konca Kuriş’i düşündüm.


Ülkenin en muhafazakar yörelerinden birinin tutucu, ezici, boğucu atmosferinde, kendi kendini eğitirken kitaplar deviren, Kur’an-ı Kerim’i defalarca hatmeden Konca’yı… 


Kadının var oluşunu, geçmişini, geleceğini, yarından beklentilerini sorup sorgulayarak  kendini yeniden var eden, Mersin’de bir yıldız gibi parlayan bu beş çocuk annesi güzel kadını, sırf -Kur’ana bağlı kalalım- dediği için işkenceyle yok eden gözü dönmüşler Konca’dan, kadınlardan ne istiyordu?” diye düşündüm…


O kanlı katillerin din kisvesi ardına saklanarak ne istediği malum, kadını yok etmek, görünmez kılmak, etkisizleştirmek… 


Peki ama Konca ne istiyordu?


“Müslüman bir kadın olarak haklarımı istiyorum.Bugünkü Kur’an meallerindeki hatalardan çok şikayetçi olup, bunları bir dini tahrif olarak görüyorum. Şimdiye kadar Kur’anı hep erkek egemen bir toplum çevirdiğinden dolayı kadınlara ilgili hükümlerde  çok sert çeviriler yaptıklarını büyük bir esefle kınıyorum…” (*)


Evet, Konca Kuriş, miras hakkını talep ediyordu, evinin, sevdiğinin tek kadını olmayı, camilerde Cuma namazlarına katılmayı, kaybettiklerinin Cenaze namazlarını kılmayı arzu ediyor, ibadetini anlayarak, kendi dilinden,Türkçe yapmayı istiyordu.


“Bizler için Konca Kuriş’in değeri ölçülemez” diyen arkadaşlarının yazdıklarına da (**) baktım:


“Erkek ulemanın dini yorumlama tekelini elinde tutmasına, dinin ataerkil yorumlanmasına ve ataerkinin dinen meşrulaştırılmasına itirazı vardı Konca Kuriş’in. Allah katında cinsiyetin bir üstünlük teşkil etmediği, kadın ve erkeğin eşit olduğu gibi bazı temel noktaların yanında, dini pratiklerin yaşayışına dair de söz söyledi. Sormaya cesaret ettiği sorulardan bazıları şunlardı;


Kadınlar regl dönemlerinde neden ibadetten alıkonuluyordu?

Kur’anda başörtüsü ibaresi yer alıyor muydu? 

Çok eşlilik günümüz şartlarına uyuyor muydu? 

Anadilde ibadet edilemez miydi?”


Sahi, suçu neydi Konca’nın?


Hazreti Muhammed’e nazil olan Kur’an-ı Kerim’in Arapça okunup anlaşılabilmesi mümkün müydü? Kutsal kitabı en doğru mealinden okumak suç olabilir miydi? Yoksa asıl suç Kur’an ayetlerini istediği gibi eğip bükerek meal diye yayınlayanlarda mıydı?


Konca, Hizbullah denen kanlı örgüt tarafından 16 Temmuz 1998 günü evinin önünden kaçırıldı,ne hazin ki Türkçede “Allah'ı, Resûlullah'ı ve müminleri sevenler, dost edinenler” anlamına geliyordu bu örgütün adı… Konca’yı domuz bağıyla bağlayıp, 35 gün boyunca işkence yapanlar, bu işkenceleri kasetlere kaydedenler, sonunda boğarak öldürüp Meram’daki sorgu evinin bodrumuna gömenler miydi Allahı, Resulullah’ı ve müminleri sevenler? 


Konca, “müslüman bir kadın olarak haklarımı istiyorum” diyordu değil mi?

Haklarını alabildi mi? Ne oldu peki?


İşkenceyle öldürüldü… 


Gelelim bugüne… 


Kadın haklarında hangi noktadayız? Kağıt üstündeki haklara bile dayanamayanların neler neler yaptıklarına tanık olmadık mı?

İstanbul Sözleşmesini bir gecede kaldıranlar şimdi de 6284 sayılı kanunu dilllerine dolamadılar mı? “İlle de bu kanunu değiştirelim” demiyorlar mı?

Bunu talep edenlerden biri de resmi kısaltması Hüda Par olan Hür Dava Partisi değil mi? 

Peki “Allah’ın adı” ile siyaset meydanına çıkan bu partinin başındaki isim Zekeriya Yazıcıoğlu geçen yıl başta Konca Kuriş olmak üzere pek çok aydını katleden Hizbullah örgütü için, “bana göre terör örgütü değil” (***) demedi mi?


Dedi ama o köprünün altından çok sular aktı, şimdi AKP’ye payandalık gerekiyor, üstelik milletvekilliği imkanı da doğdu… İşte iş bu noktaya gelince Yazıcıoğlu bu söylemi değiştirmiş, “Biz Hizbullahın devamı değiliz” diyor… Belli ki o da tramvaya bilet almış! Recep Tayyip Erdoğan’la yan yana oturmaya niyetlenmiş. (****)


İnanıp inanmamak size kalmış.


Ben, Konca Kuriş’in çektiği işkencenin mezarında da sürmemesi adına, O’nun ve benim bildiğim dilden bir dua okuyup göndermekle yetineceğim…


(*) Pazartesi Dergisi Mart 2000, 8. Sayı)

(**) https://www.havlekadin.com/feminist-bilgi/konca-kuris-1961-1998/

(***) https://youtu.be/iiV7XwDI7U0

(****) 14 Temmuz 1996 Milliyet

Çarşamba, Şubat 15, 2023

Darbeyi dost bildikleri vurdu!



 

Büyük deprem sadece 10 kenti değil, tüm ulusu mahvetti, ama ne var ki  “ateş sadece yine düştüğü yeri yaktı…” Hem de öyle bir yaktı ki, yeniden toparlanıp ayağa kalkmak sadece depremzedeler için değil hepimiz için çok zor olacak. Asla unutmayacağımız bu acıyı şu anda hep birlikte yaşıyoruz, içtiğimiz sudan, başımızı koyduğumuz yastıktan, üstümüze çektiğimiz yorgandan bile utanıyoruz. Gülümsemek şurada dursun, geleceğe dair umut beslemek artık çok zor, hatta imkansız. Beynimizde sürekli çınlayan soru şu:

 

-Depreme nasıl oldu da böyle hazırlıksız yakalandık? Bu felaketin geleceğini bile bile nasıl gafil avlandık? 

 

Peki bu soruyu biz kendimize sora sora nereye varabiliriz? Yapabileceğimiz ne vardı da yapmadık? sorusunun muhatabı biz miyiz? Yoksa başımızdakiler mi?

 

Ama başımızdakiler “kader planı” diyorsa, Cumhurbaşkanlığının Resmi Sitesinde vatandaşın, Erdoğan’a sarılarak “sen kara gün dostusun, peygamberi seviyorsun, başımıza ne gelirse gelsin senden vazgeçmeyeceğiz” videoları (*)yayınlanıyorsa bu soruları sormaktan artık vazgeç mı geçsek dersiniz? 

 

Peki, bize adeta “ölen öldü, kalan sağlar bizimdir” demeye getirenlere de yanıt vermeyelim mi?

 

Bu yıl seçimde (yapılabilirse tabii!) ilk kez oy kullanacak gençlere AKP propagandası içeren mektuplar gönderilmiş ya, onu kastediyorum. (**)

 

—-Dost bildikleri vurdu—

 

Bu yaşadığımız felaket pek çoklarına tam 77 yıl önce yaşanan Dresden cehennemini anımsattı. Hani İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi zulmü devam ederken, “dost güçler” Hitler ve payandalarını ortadan kaldırmak için önemli üsleri yok etme harekatına geçmişti de, Almanya’nın Dresden kenti de bombalardan nasibini almıştı ya? Sonunda da Alman ve İngiliz uçaklarının bombardımanı altında 125 bin “masum insan” öldürülmüş, Dresden yerle bir edilmemiş miydi?

 

-Hem de kurtarıcı-dost  saydıkları Amerikan ve İngiliz  uçakları tarafından bombalandılar öyle değil mi?

-Ne yazık ki evet… Üstelik de bu olay yıllarca üstü örtülü bırakılıp dünya kamuoyundan gizlenmeye çalışıldı. 

 

Neyse ki o felaket yaşanırken genç bir Amerikalı asker, nasıl olduysa yer altındaki mezbahada  saklanıp “kendi ülkesinin pilotları tarafından  bombalanmaktan  kurtulmayı” başarmıştı da yıllar sonra “Mezbaha 5”i yazarak yaşananları anlatabildi.

 

Ya, işte bugün yaşasa 100 yaşında olacak o genç asker, sonraları Amerika’nın en çok okunan yazarı olan Kurt Vonnegut (***) idi. Dost bildikleri tarafından bombalanmıştı.

 

Dresden’e 13 Şubat 1945 günü başlayan saldırı, 15 Şubat'a kadar sürdü. Saldırı sona erdiğinde, şehir tamamen yerle bir olmamışsa da fosfor bombası dehşetini yaşadı . Bu yüzden, günlerce alevalev yanan şehir tam bir enkaza döndü,  28 bin binanın tamamı yok oldu. 135 binden fazla insan kaybedildi. Ne yazık ki, o 135 bin insanın çoğu yanarak değil, bölgedeki oksijeni yok eden fosfor bombası nedeniyle boğularak öldü.

 

—Alınan ders—

 

 “Mezbaha 5”i yazan Kurt Vonnegut o felaketten aldığı dersi, dünya insanlarına bir seslenişle de dile getirdi, onun dediklerine kulak vermiş olsak bütün bunlar belki de başımıza gelmeyebilirdi…

 

Ne diyordu yazar, 1988 yılında Time Dergisi için kaleme aldığı mektupta, 2088 yılına dönük düşüncelerini dile getirirken:

 

“2088’in bayanları ve bayları…

 

Umarım kör cahil optimistleri lider konumuna getirmekten vazgeçmişsinizdir. Şu an ihtiyacımız olan liderler, inatla yaşama tutunarak doğaya karşı nihai bir zafer kazanacağımızı iddia edenler değil, doğanın hırçınlığını ve makul ateşkes koşullarını dünyaya gösterecek kadar cesur ve zeki olanlardır.

 

Ateşkes koşulları şunlardır:

 

1. Nüfusunuzu azaltıp sabitleyin.

2. Havayı, suyu ve toprağı kirletmekten vazgeçin.

3. Savaşa hazırlanmayı bırakıp gerçek sorunlarınızla ilgilenin.

4. Hala yapabiliyorken çocuklarınıza ve elbette kendinize etrafınızdakileri öldürmeden küçük bir gezegende nasıl yaşayabileceğinizi öğretin.

5. Bir trilyon dolar harcarsanız bilimin her şeyi çözeceğine inanmayı bırakın.

6. Siz ne denli yıkıcı ve savurgan olursanız olun, torunlarınızın bir şekilde başka gezegenlere göç edip düzgünce yaşayacağını düşünmekten vazgeçin. Bu hem zalimce hem de aptalca.

7. Ve bunun gibi falan işte.

 

 

(*) https://www.tccb.gov.tr/videogaleri/#Video

(**) https://www.evrensel.net/haber/481118/akp-ilk-kez-oy-kullanacak-genclere-ilk-oyum-karti-gonderdi

(***) https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kurt-vonneguttan-uc-yapit-uc-cagri-1843706

 

Nursun Erel

 

Büyük deprem sadece 10 kenti değil, tüm ulusu mahvetti, ama ne var ki  “ateş sadece yine düştüğü yeri yaktı…” Hem de öyle bir yaktı ki, yeniden toparlanıp ayağa kalkmak sadece depremzedeler için değil hepimiz için çok zor olacak. Asla unutmayacağımız bu acıyı şu anda hep birlikte yaşıyoruz, içtiğimiz sudan, başımızı koyduğumuz yastıktan, üstümüze çektiğimiz yorgandan bile utanıyoruz. Gülümsemek şurada dursun, geleceğe dair umut beslemek artık çok zor, hatta imkansız. Beynimizde sürekli çınlayan soru şu:

 

-Depreme nasıl oldu da böyle hazırlıksız yakalandık? Bu felaketin geleceğini bile bile nasıl gafil avlandık? 

 

Peki bu soruyu biz kendimize sora sora nereye varabiliriz? Yapabileceğimiz ne vardı da yapmadık? sorusunun muhatabı biz miyiz? Yoksa başımızdakiler mi?

 

Ama başımızdakiler “kader planı” diyorsa, Cumhurbaşkanlığının Resmi Sitesinde vatandaşın, Erdoğan’a sarılarak “sen kara gün dostusun, peygamberi seviyorsun, başımıza ne gelirse gelsin senden vazgeçmeyeceğiz” videoları (*)yayınlanıyorsa bu soruları sormaktan artık vazgeç mı geçsek dersiniz? 

 

Peki, bize adeta “ölen öldü, kalan sağlar bizimdir” demeye getirenlere de yanıt vermeyelim mi?

 

Bu yıl seçimde (yapılabilirse tabii!) ilk kez oy kullanacak gençlere AKP propagandası içeren mektuplar gönderilmiş ya, onu kastediyorum. (**)

 

—-Dost bildikleri vurdu—

 

Bu yaşadığımız felaket pek çoklarına tam 77 yıl önce yaşanan Dresden cehennemini anımsattı. Hani İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi zulmü devam ederken, “dost güçler” Hitler ve payandalarını ortadan kaldırmak için önemli üsleri yok etme harekatına geçmişti de, Almanya’nın Dresden kenti de bombalardan nasibini almıştı ya? Sonunda da Alman ve İngiliz uçaklarının bombardımanı altında 125 bin “masum insan” öldürülmüş, Dresden yerle bir edilmemiş miydi?

 

-Hem de kurtarıcı-dost  saydıkları Amerikan ve İngiliz  uçakları tarafından bombalandılar öyle değil mi?

-Ne yazık ki evet… Üstelik de bu olay yıllarca üstü örtülü bırakılıp dünya kamuoyundan gizlenmeye çalışıldı. 

 

Neyse ki o felaket yaşanırken genç bir Amerikalı asker, nasıl olduysa yer altındaki mezbahada  saklanıp “kendi ülkesinin pilotları tarafından  bombalanmaktan  kurtulmayı” başarmıştı da yıllar sonra “Mezbaha 5”i yazarak yaşananları anlatabildi.

 

Ya, işte bugün yaşasa 100 yaşında olacak o genç asker, sonraları Amerika’nın en çok okunan yazarı olan Kurt Vonnegut (***) idi. Dost bildikleri tarafından bombalanmıştı.

 

Dresden’e 13 Şubat 1945 günü başlayan saldırı, 15 Şubat'a kadar sürdü. Saldırı sona erdiğinde, şehir tamamen yerle bir olmamışsa da fosfor bombası dehşetini yaşadı . Bu yüzden, günlerce alevalev yanan şehir tam bir enkaza döndü,  28 bin binanın tamamı yok oldu. 135 binden fazla insan kaybedildi. Ne yazık ki, o 135 bin insanın çoğu yanarak değil, bölgedeki oksijeni yok eden fosfor bombası nedeniyle boğularak öldü.

 

—Alınan ders—

 

 “Mezbaha 5”i yazan Kurt Vonnegut o felaketten aldığı dersi, dünya insanlarına bir seslenişle de dile getirdi, onun dediklerine kulak vermiş olsak bütün bunlar belki de başımıza gelmeyebilirdi…

 

Ne diyordu yazar, 1988 yılında Time Dergisi için kaleme aldığı mektupta, 2088 yılına dönük düşüncelerini dile getirirken:

 

“2088’in bayanları ve bayları…

 

Umarım kör cahil optimistleri lider konumuna getirmekten vazgeçmişsinizdir. Şu an ihtiyacımız olan liderler, inatla yaşama tutunarak doğaya karşı nihai bir zafer kazanacağımızı iddia edenler değil, doğanın hırçınlığını ve makul ateşkes koşullarını dünyaya gösterecek kadar cesur ve zeki olanlardır.

 

Ateşkes koşulları şunlardır:

 

1. Nüfusunuzu azaltıp sabitleyin.

2. Havayı, suyu ve toprağı kirletmekten vazgeçin.

3. Savaşa hazırlanmayı bırakıp gerçek sorunlarınızla ilgilenin.

4. Hala yapabiliyorken çocuklarınıza ve elbette kendinize etrafınızdakileri öldürmeden küçük bir gezegende nasıl yaşayabileceğinizi öğretin.

5. Bir trilyon dolar harcarsanız bilimin her şeyi çözeceğine inanmayı bırakın.

6. Siz ne denli yıkıcı ve savurgan olursanız olun, torunlarınızın bir şekilde başka gezegenlere göç edip düzgünce yaşayacağını düşünmekten vazgeçin. Bu hem zalimce hem de aptalca.

7. Ve bunun gibi falan işte.

 

 

(*) https://www.tccb.gov.tr/videogaleri/#Video

(**) https://www.evrensel.net/haber/481118/akp-ilk-kez-oy-kullanacak-genclere-ilk-oyum-karti-gonderdi

(***) https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kurt-vonneguttan-uc-yapit-uc-cagri-1843706

Ata’nın Kolibası

Geçenlerde yolum Söğütözü’ne düştü, pek çok bakanlığın, resmi kurumun, AKP ve CHP genel merkezinin hatta büyük alışveriş merkezlerinin bulun...